21. Yüzyılda Liderlik
Bilinen insanlık tarihinde hiç görülmemiş bir dönemde yaşıyoruz.
Son 50 yıl boyunca üretilen bilgi tüm insanlık tarihi boyunca üretilenden fazla.
Bugün bir insanın 1900’lü yılların başında bir yıl boyunca maruz kaldığı bilgiye bugünün modern insanı tek bir günde maruz kalıyor.
Değişim ve dönüşüm o denli hızlı ki artık çocuklarımızın jenerasyonlarını bile X-Y-Z kuşağı olarak adlandırıyoruz. Hatta son doğan çocukların yepyeni bir kuşak olduğu söyleniyor.
Geçmişin büyü olarak nitelendirilen fenomenleri bugün modern teknolojiler olarak bizlerin yaşamlarını kolaylaştırıyor.
Hatta Genom Projesi, Her Şeyin Teorisi, Beyin ve Bilinç araştırmaları, Avatar 2045 ve Ölümsüzlük 2050 projesi gibi akıl almaz araştırmalar kullanılabilir teknolojilere dönüştüğü zaman bugünün bilim kurgu filmleri geleceğin gerçekleri olacak. 40 yıl önceki filmlerde tasvir edilenler de yavaş yavaş bugünün gerçekleri olmadı mı?
Evet…
Yaşadığı dünyanın ve güneş sisteminin sınırlarını zorlayan, sırlar peşinde koşan bir derviş gibi evren denen sırlar mabedinin kapısını bilim yumruğu ile çalan modern insanın artık liderlik tarzı da değişmek ve gelişmek zorunda. Zira Einstein’ın da dediği gibi aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar elde etmeyi bekleyemeyiz.
Önce çalışmak ile başlayalım. Çalışmak nedir?
Maalesef birçok insanın yanında çalıştırdıkları insanlara para verdikleri için kendilerini bir ekonomik kölelik sisteminin derebeyleri olarak gördükleri yakın geçmişin aksine ben çalışmayı insanların birbirine hizmet etmesi olarak tanımlıyorum. Münferit ailelerden kabileler halinde yaşamaya ve sonra da şehir devletleri gibi büyük yapılar halinde yaşamaya geçerken, her şeyi bilmek ve kendisi yapmak zorunda olan insan profilinden belli bir işte uzmanlaşmış ve bu uzmanlığını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için para denen mübadele aracı karşılığında satan insan profiline geçtik.
İşte size farkların ve farklılıkların zengin harmonisine ne güzel bir örnek. O yüzden makam, mevki, paye gibi dünyevi etiketler ne olursa olsun her birimiz birbirimizin refahı, mutluluğu ve huzuru için hizmet ediyoruz. Emeğe saygı ve hürmet işte bu yüzden çok önemli.
Peki “işte duygular olmaz” diyenlere inat size “işte duygu da olur, ruh da olur, hem de süper olur” dersem, ne dersiniz?
Olmaz diyenlere ne yazık. Heyhat!
Yavuz Sultan Selim kadırgaları Haliç’e indirirken duygulara dokunmadı, ruha tesir etmedi mi sanıyorsunuz?
Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale Destanı yazılırken askerlerimize “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır” derken duygular ve ruh yok muydu sanıyorsunuz.
4500 yıl önce Mısır piramitlerinin onlarca yıl süren inşasında çalışan on binlerce insanı çalıştırmak için sadece emir vermek yeterli mi sanıyorsunuz?
Duygular rezil de eder vezir de eder ancak duygulara hitap eden, ruha dokunan gönülleri fetheder. Ve gönüller fethedilince imkansızlar yapılır olur.
Akıl, beden, ruh ve duygular dörtlüsünden oluşan insanın liderlikte sadece beden ile temsil edilen gelir ve çalışma koşullarına dokunmak çok daha büyük etkisi ve önemi olan diğer koşulları inkar etmek değil midir? İnsanın ölümsüz olan ruhu ile beşeri vasıtası olan bedeni arasındaki köprü olan duygularını inkar etmek insanın doğasını da inkar etmek değil midir?
O yüzden kimse kusura bakmasın ama işte ruh da duygular da vardır. Bunları inkar eden ve hitap etmeyen hakiki lider değildir.
Ayrıca firmaları sadece para makinesi haline gelen ticari kurumlar olarak düşünmenin ötesinde insanoğlunu dönüştürecek mabetler olarak düşünmenin de faydalı olacağını düşünüyorum. Zira her birimiz içinde yaşadığımız toplum kadar güçlü ve sağlıklıyız.
Mutlu, huzurlu, bilgili, becerikli ve yetenekli çalışanlara sahip bir firma doğal olarak çalışanlarının da armut dibine düşer misali mutlu, huzurlu, bilgili, becerikli ve yetenekli çocukların yetişmesine de vesile olacaktır. ZiraMaslow’unPiramidi’nin en alttaki iki basamağının hapishanesinden kurtulan insan, kendini gerçekleştirmeye ve hizmet aşkıyla çalışmaya başlar.
Mutlu, huzurlu bir aile mutlu ve huzurlu bir toplumun emelini atar ve böyle bir toplum da mutlu ve huzurlu bir ülke demektir. Bu zincirin bir sonraki adımı ise mutlu ve barış dolu bir dünyadır. Ayrıca kendi geliştikçe tedarikçilerin de değişim, dönüşüm ve yenilikler için zorlayan bir firma doğal olarak kendi ülkesinin de teknolojisinin ilerlemesine katkıda bulunarak toplum genelindeki refahı ve bilgi birikimini olumlu etkiler.
İşte bu yüzden firmalar bir dönüşüm mabedidir. Bunu yapabilmenin tek ama tek yolu ise BEN’denBİZ’e geçmek. Ne demiş Sufiler? Veren el, alan eldir…
Peki bu gibi üst bir vizyonu gerçekleştirecek lider profili nasıl olmalıdır?
Ancak bu soruyu cevaplamaya yeltenmeden evvel geleceğe dönük bazı trendlerden bahsedelim ki yeni lider profilinin nelerle karşı karşıya olacağın bilelim.
Teknolojik açıdan dünyadaki ısınma ve kirlenme yeşil teknolojileri her geçen gün mecbur kılıyor. Yakın zaman içinde 3D printerlarla arka bahçemizde ya da evimizin salonunda veyahut işletmemizin içinde bugünün birçok tedarik edilen malzemelerini ve ürünlerini üretebileceğiz. Yani tüm bir tedarik zinciri kavramı değişiyor. Endüstri 4.0 ile üretimin düşük işçilik maliyetli ülkelerde yapılması zorunluluğu ortadan kalmaya başlarken, Toplum 5.0 ile gelişen teknoloji ve medeniyetin omuzlarına yüklediği sorumluluğu kaldırabilecek bilinçte bir toplumun nasıl olması gerektiğine dair fikirlerle toplum yeniden şekillenecek. Genom haritası projesi ile DNA’larımın kodlarını çözerken Amerika ve Avrupa’nın ortak yürüttüğü İnsan Zihni Projesi ile zihnin ve bilincin sırlarının aralandığına şahit olacağı. Keza Her Şeyin Teorisi ile makro ve mikro kozmosun şifrelerini tek bir formülde toplarsak bugünün mucizeleri bir süre sonra kullanılabilir teknolojilere dönüşecek.
Gelişen ve değişine dünyamız sosyo-ekonomik trenlere de maruz kalacak. Globalleşen dünyada ticaret savaşlarının başlaması bireyselliği, milliyetçiliği tetiklerken, eskiye göre daha mobil olan insanlar ise dünyanın sağ ve sol lobları diye adlandırdığım doğu ve batı kültürlerinin kaynaşmasını getirecek. Ancak artan dünya nüfusu ve azalan verimli topraklar ve de kirlenen doğa ile kıymetli ve özel madenler, su, petrol gibi kıt kaynaklar için açık ve üstü kapalı güç müdahaleleri gelişen insanlığın çocukluktan ergenliğe geçişinde sancılar yaratacak. Dileriz ki gelişen teknolojiyle Nagasaki ve Hiroşima’dan binlerce kat daha güçlü silahlar hiçbir zaman bilinçsiz ellerde kullanılmaz ancak bu her zaman bir risk. Zira binlerce yıllık cehaletinden bilim ile uyanan insanlık entelektüel kibri ile elinde silah olan bilinçsiz bir çocuktan farklı değil. Suriye, Yugoslavya, Ortadoğu, Afganistan, Nijerya, Ruanda, Vietnam, Almanya vb daha birçok ülkeden son 50 yıl içinde yaşanılanlar insanlık tarihine çocuklarımız utanç duyacağı olaylar olarak geçti.
Artık bilen insan olarak kendini adlandırarak doğaya hakim olma cüretine ve haddine sahip olduğunu düşünen fani insanın kendini bilen insan yani Homo-Noeticus olma zamanı geldi. Sanırım Homo-Sapiens kendi döneminin sonunu yaşıyor.
21nci yüzyılın liderlerinin de nasıl olması gerektiği sorununun cevabı bence yukarıdaki satırda gizli. Kendini bilen ve kalbe dokunan filantropik liderler dünyamızın ihtiyacı olan lider…
Peki, böyle bir liderde hangi özellikler olmalı?
İnsanlarla birlikte kazanan, herkesi yetenek gören ve insanların içlerindeki saklı ışığı ve biricik varlık sebebini ortaya çıkarması için koçluk eden, kapsayıcı, birleştirici, birleyici bir lider…
Makam, mevki, paye, mal, mülk, şan, şöhretten uzak, sadece daha iyi ve daha güzel bir dünya için hizmet etmeye kendini adamış bir lider…
Herkesi bir ve eşit gören, hak ve eşitlik ile insan ayırmadan davranan bir lider…
İyi, doğru, güzel, adil, arif ve zarif ve bunlardan kendi menfaati için bile sapmayan bir lider…
İnsanların emir-komuta zincirinden ve ceza korkusundan değil kendi rızalarıyla severek izledikleri bir lider…
İçinde bulunduğun toplum kadar güçlüsün zihniyeti ile hizmet bilinciyle çalışan bir lider…
Büyük şeyler başarmak için aklın yetmediğini kalbin de coşması gerektiğini bilerek duygulara hitap eden bir lider…
Gücünü dışarıdan gelen yardım, destek, takdir, onay, sevgi, cesaretlendirme, teşvik gibi dış unsurlardan değil, her daim kalıcı olan içsel gücünden alan bir lider…
Yaşadığı toplumdan ve doğadan kendini ayrı ve uzak görmeyen, her şeyin bu evrende karşılıklı bağlı olarak var olacağını bilerek, kendinden sonraya vizyon, misyon, bakış açısı, felsefe ve sanat eserleriyle miras bırakmaya kendini adamış bir lider…
Olanı olduğu gibi kabul edip fırtınanın göbeğinde bile dik durabilen bir lider…
Evet, haklısınız. Klasik bir lider tipinden bahsetmiyorum. Batı liderlik modellerinin hizmetkar lider adını verdikleri lider tipinin bile ötesinde bir liderden bahsediyorum. KENDİNİ BİLE LİDER. Hizmet ediyor ancak bunu bilinçsizce sadece korku, endişe veyahut öğrenilmiş davranış kalıplarından dolayı yapıyor olabilirsiniz hala. Öz bilinci ve hakikat bilgisiyle donanarak tam farkındalıkla yaşayan liderler ancak yukarıdaki kriterleri sağlayabilir.
“Bu bir insandan daha fazlası değil mi?” diye sorarsanız, size cevabım tarihin tozlu sayfaları arasında yüzlerce ve binlerce yıl öncesinden bugüne bile hala ışık tutan kadim bilgelere bakmanızı istirham ederim.
Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Lao Tzu, Konfüçyus, MarcusAurelius, MahatmaGandhi, Krişna, Madam Theresa, Hypathia, Sokrates, Platon, Aristo, Xenon, Hallac-ı Mansur, Halil Cibran, Shakespear, Jean JacquesRousseauvb gibi aydınlanmış kabul edilen birçok tarihi karaktere bakınca şunu demeden edemiyorum… birisi yaptı ise herkes yapabilir.
2500 yıl önce her ne kadar SpartalıKhilon tarafından söylense de felsefeyi gökten yere, insana indirdiği söylenen Sokrates’e atfedilen Antik Yunan’dankiDelphi Mabedi girişinde yazan KENDİNİ BİL sözünü hatırlayalım…
Ne demiş Yunus Emre…
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya bu nice okumaktır
Kendini bilmek nasıl olur peki?
Binlerce yıldır nice cevaplar verilen, üstatların ve bilgelerin dahi üstünde uzlaşamadıkları bu konuya benim de bir cevabım var naçizane. Tüm bu cevaplar ve yollar arasında ortak bazı temalar var…
Kendini bilmek farkındalıkla başlar. Farkındalık ise insanın bu yaşam tiyatrosu içinde aldığı sahnede maruz kaldığı cemali ce celali şoklar karşısında olaylara sarkacın üstünde kendine ayna tutarak bakabilmesi ile başlar. Bir kere sarkacın döngüsünü ve sizde yarattığı içsel etkileri fark ettiniz mi, yolculuğunuz başlamıştır.
Ancak yolculuk başlarken varış noktası belli değildir. Bu sadece bir arayıştır. Arayış nice hakikat çeşmelerinde kabınız kadar su içtikçe sizde bası uyanışlar ve yeni kapıla açacaktır. Bu kapılar açıldıkça entelektüel kapasiteniz ve imkanlarınız da artacak, artan kapasiteniz ile idrakiniz ve bir süre sonra gönlünüz genişleyecektir.
Yol dışta değil içtedir. Herkesin kendi içinedir. Herkes kendi içindeki harikalar diyarına yelken açar ve kendine emanet edilen Tanrı parçacığını keşfe çıkar. Ruh, Öz, cevher ya da başka isimlerle adlandırılan bu emanetin hazinelerini bulana ne mutlu.
Amacımız yeni çağın liderlerinin kamil insan olması değil elbet. Olsa güzel olurdu ancak bu pek de kolay bir hedef olmasa gerek. Amaç kendini bilme yolculuğuna çıkıp hakikati arayan insanlar olmak ve genişleyen kabı kadar çevresine ışık saçmak. Gönül aynası pürüzsüz ve saf olanlar hakikatin nurunu arayan ya da karanlıkta bekleyenlere daha güçlü yansıtırlar.
Kanaatimce bilen insanın yani Homo Sapiens’in yeryüzündeki 65 bin yıllık evriminin sonuna gelmekteyiz. Ancak henüz insanlık evrimin taşlı yollarının başında. Yeryüzünün halifesi olan insanın daha nice yolu var. Artık kendini bilen insan, Homo Noeticus olma vakti. Zira tek bir dünyamız var, kaynaklarımız kısıtlı, her birimiz Tanrı’nın çocuklarıyız ve hepimiz hayat oyununda rollerimizi bildiğimiz ve öğrendiğimiz kadar oynuyoruz. Artık daha iyi ve mutlu bir dünya için BEN’denBİZ’e geçme vakti.
Bir Şaman öğretisi şöyle der…
Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz..
Nehirler kendi suyunu içemez..
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez..
Güneş kendisi için ısıtmaz..
Ay kendisi için parlamaz..
Çiçekler kendileri için kokmaz..
Toprak kendisi için doğurmaz..
Rüzgar kendisi için esmez..
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz..
Doğanın anayasasında ilk madde şudur;
Her şey birbiri için yaşar…
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur…
Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu..
Bütünlüğü anlatırdı.. Özü iki cümleydi.
“Ben biz olduğumuz zaman Ben olurum.”
“Ben, ben olduğum için sen, sensin..”