Bilim Kilisesi
Bilgi toplumunu, sanayi toplumu paradigmasıyla yetişenlerin elinden almak imkansız mı? Hani şu otuz sene içinde “metodu gereği” iki dünya savaşı çıkaran zihniyetin elinden!
Geçen hafta Bilim Teknoloji Eki’nde Wal Thornhill imzalı “Kapalı Zihinlere Açık Mektup” yazısında geçen “bilim kilisesi” ifadesini görünce aklıma ister istemez Paul Feyerabend geldi. 1994’te 70 yaşında ölen bu filozof özellikle “bilim felsefesi” alanında nevi şahsına münhasır bir kişilik idi. 1978 yılında yayınlanmış olan “Özgür Bir Toplumda Bilim” isimli kitabı Türkçe’ye ilk kez “Bilim Kilisesi” adıyla çevrilmişti.
Thornhill’in yukarıda adı geçen 2004 yılında kalame alınmış makalesinde “Büyük Patlama Teorisi”ne özgü bilimsel çevrelerin tutucu tavrını Feyerabend aslında ta 70li yıllarda tüm bilimi hedef alarak genellemişti. Feyerabend gerek bu eserinde gerekse de temel eseri olan “Against Method” (Yönteme Karşı) ve diğerlerinde “bilimin, bilimsel olmayan metodu”nu eleştirdi.
Bilgi çağı dediğimiz ve doğru, temiz, gerekli bilgiyi yanlış, kirli, gereksiz bilgiden ayırt etmenin giderek zorlaştığı günümüzde bilimin bilimsel olmayan doğası sadece kendi bünyesinden kaynaklanan “entellektüel takıntı” olmanın ötesine geçmekte. Ulus devletlerin sınırlarının ve kurallarının boyunduruğundan kurtulmak isteyen çokuluslu şirketlerin başka bazı kanallarla birlikte bilimi de perde arkasından yönetir hale geldiği söylenmekte.
Bunun nasıl olduğunu tespit etmek için her zamanki gibi paranın izinin sürülmesi gerekir. Paranın izi sürüldüğünde hangi kişi, kurum ya da kuruluşun ne şekilde yönlendirilmekte olduğunu tespit etmek kolaylaşır.
Bir sivil toplum örgütünün ya da bilimsel bir kurumun yönlendirilip yönlendirilmediğini ya da ne yöne doğru yönlendirilmekte olduğunu tespit etmek istiyorsanız onun yaşaması için gereksinim duyduğu maddi kaynağı nereden sağladığını araştırın. Sonra da Nasrettin Hoca’yı anımsayın: “Parayı veren düdüğü çalar”!
Thornhill makalesinde “büyük patlama”cı fizikçilerin finanse edildiğini, buna alternatif olarak geliştirilmek istenen teoriler üzerinde çalışan bilim insanlarının ise ya finanse edilmeyerek ya da itibarsızlaştırılarak elimine edildiğini söylemekte.
Bilgi çağında bu operasyon sadece büyük patlamacılarla ilgili değil. Medya kaynakları kullanılarak istenilen herhangi bir kişi, olay, mekan ya da olgu itibarsızlaştırılabilir ya da göklere çıkarılabilir. Hiç ilgisiz bir örnekle bunun ne kadar geniş bir alanda kullanılabileceğine bakalım. Yunanistan’ın Ege’deki en popüler adası malum Santorini’dir. Ama ne hikmetse Santorini ile ilgili belli bir açıdan çekilmiş fotoğraflar dışında bir fotoğraf bulmak çok zordur. Adanın falezlerini bilmeyiz, ama hepimiz Yunan Adası dendiğinde oraya gitmek isteriz – bu arada benim favori Yunan adam, Kuzey Ege’deki Taşoz’dur (Thassos).
Ne yazık ki bu yönlendirme sadece tüketim toplumuna yönelik alanlarda değil bilim gibi ciddi olgularda bile yapılmakta.
Eski tüfekler bu ve benzeri sebeplerden dolayı “bilgi çağı” lafını eleştirmekte ve interneti barındırdığı kalitesiz bilgi nedeniyle küçük görmekte. Oysa tam da bu tür sebepler nedeniyle adı “bilgi çağı”dır. Bunlar da problemleridir.
Bilgi çağının, bilgi toplumunun başka bir şey olmasını beklemek bir hayal mi? Onu sanayi toplumu paradigmasıyla yetişenlerin elinden almak imkansız mı? Hani şu otuz sene içinde “metodu gereği” iki dünya savaşı çıkaran zihniyetin elinden!