Sürüdeki Kara Birey
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım.”
Giordano Bruno
Yirmibirinci yüzyılda yaşıyor olmak, yaşam süremiz, insanlık tarihi ile karşılaştırıldığında, çok uzun bir sürecin ileri bir noktası olarak görünebilir. Oysa evrenin saati için bir “tık” bile değildir.
Bakteri popülasyonlarından beri, birlikte olmak ve bunun getirdiği güç ile türünü sürdürmek ve gelecek nesilleri garantilemek mümkün olmuştur.
Sorun, bilgiyi depolamak ve yeniden kullanmak ile başlamış olmalı. Canlı toplulukları son derece sınırlı bir şekilde bilgiyi nesilden nesile aktarabilmişlerse de bunu insan kadar iyi yapabilen bir başka tür günümüze kadar ulaşamamıştır.
Konuşma, birinci önemli aktarma aracıyken, yazının bulunması uygarlığın gelişmesine neden olmuş olabilir. Böylece deneyimler kaybedilmeyen, gelecek nesle çok daha kolay aktarılan kavramlar haline gelmişlerdir. Tuğla üzerine tuğla eklenerek insanlık mabedi inşası yapılabilmiştir. Dönüp geçmişe baktığımızda, duvarın inşasında önemli bir ilerleme kaydettiğimizi söylemek zordur. İnsanlık tarihi savaşlar, acılar ve insanların birbirlerine yaptıkları kötülükler ile doludur. Günümüzde durumun değiştiğini ileri sürmek zordur. İşin komik yanı biz eskisine göre uygar olduğumuzu iddia edebiliyoruz. Tamam, belki toplumdaki aykırı sesleri artık yakarak yok etmiyoruz (yoksa ediyor muyuz?) ama yakın zamanlarda şiddet görerek, bir patlama ile parçalarına ayrılan, düşünceleri nedeniyle hayattan koparılan aydınlar ile dolu bir yakın geçmiş neyin nesidir?
Bir topluluğa ait olup, birlikte hareket etmek kolaydır. Hayatınızı başkalarının koyduğu kesin kurallar içerisinde yaşamak, ne yapacağınızı, nasıl yapacağınızı size söylendiği şekilde yerine getirmek hem sizi, hem de dahil olduğunuz grubu hayatta tutar. Ancak böyle topluluklar nitelikleri gereği var olan tutuculukları yüzünden aykırı sesleri tehdit olarak değerlendirmişlerdir. Aslında aykırı sesler gerçekten “sürü” için tehlikelidir. Düzeni bozup, birlikte hareket etmeyi tehlikeye sokabilir.
Topluluk zaman içinde kolayca yozlaşabilir. Ahlaksızlık, kötülük, yalan, şiddet, zulüm genel geçer kurallar haline gelebilir. Geniş kitleler, giderek sıkılaşan boyunduruklarına rağmen, mevcut durumu bozmanın getireceği kaçınılmaz yok oluşun korkusu ile düzeni ayakta tutar. Ancak, belki de kurtuluş, gerçekleri görmek ve sevgi ile mümkündür.
Ortaçağ baskıcı düzeni aydınlanma ve bireylerin bir nebze kendilerini yeniden şekillendirmeleriyle yıkılabilmiştir.
Farklı düşünebilmek ve dikte edilenlerin dışında gerçeklerin farkına varmak, kendini gerçekleştirmenin belki de ilk adımıdır.
Birey olmak, insanı sonunda yalnız kalmak gibi istenmeyen bir duruma düşürse de, aslında insanlık için ilerlemenin anahtarıdır. Bunun için de kaçınılmaz gereklilik, sorgulamak ve düşünebilmektir.
Sonu dünyada ateş ile yüzleşmek bile olsa, gerçeğin peşinden koşmuş BİREYlerin sıcak (!) anısına saygıyla.