Sınırlarını Biliyor musun?
Ne kadar yapabilirsin?
Ne kadar yük taşıyabilirsin?
Ne kadar ileriye gidebilirsin?
Kendini tanıyor musun?
Peki ya sınırlarını biliyor musun?
Onları nereye kadar zorlayabilirsin?
Bu sorulara gerçekten tatminkâr yanıtlar verebiliyorsan şanslı azınlık içindesin demektir. Çünkü insanların büyük bir çoğunluğu sınırlarının yerinden geçtik, varlığından bile habersizdir.
Ülkelerin haritaları vardır, bakınca sınırları görebilirsin.
Ama bizim bir haritamız yoktur. Bu nedenle sınırlarımızı görebilmemizin tek yolu, “oraya” gitmektir.
Başka deyişle:
Sınırlarını zorlamadan, nerede olduklarını bilemezsin.
Bazen hayat, kaldırabileceğimizden fazlasını yükler omuzlarımıza. Ruhumuzun bütün eklemleri çatırdar. Takatimiz kalmaz. Ama her birimizin kaldırabileceği yük farklıdır. Üzüntüsünden ölenleri duymuşuzdur. “Acıya dayanamadı…” derler kimilerinin ardından. Ve son söz şudur: “Kaldıramadı!”
Bunu denemek istemeyiz elbette. Üzüntü yüzü göstermesin hayat hiç birimize. Ama hayat taraf tutmaz. Ne acıması vardır, ne mantığı, ne zaman planlaması. Biz denizciler, denize kimlik yükleriz bazen, kişileştiririz onu, “Öfkelendi gene!”, deriz mesela. Oysa deniz, hayata benzer. Ne duygusu, ne tuttuğu bir taraf, ne öfkesi, ne de neşesi vardır. (Bu yüzden hiç sevmem denizin kadına ya da kadının denize benzetilmesini. Erkek egemen mankafalığın ürünüdür bu saçma laf.)
Ne kadar çalışabilir, ne kadar üretebilirsin? İnsanların çoğu “çok” çalıştıklarını söyler ama “verim” başka bir şeydir. Çamura saplanmış bir arabanın tekerleği hızla döner, motor yakıt harcar ve yüksek devirdedir ama araba bir karış ilerlemez! Sen, patinaj yapan arabanın durduğu yerde yaktığı yakıtla, kaç kilometre yol alabilirsin, hiç düşündün mü?(Biliyorum, bazı işyerlerinde patron ya da müdür, senin aldığın yola bakmaz da, pek işe yaramayan mesai arkadaşının çıkardığı motor sesine kanar. Bu da var maalesef ve bazen işimiz şansa kalabilir. Hayatın adalet diye bir kaygısı olmadığının en güzel örneklerindendir. Sen üzerine düşeni yap yeter.)
Ne kadar sevebilirsin? Ne kadar yorulabilirsin? Ne kadar ağlayabilirsin? Ne kadar mutlu olabilirsin? Ne kadar güvenebilirsin? Ne kadar nefret edebilirsin? Ne kadar bağlanabilirsin? Ne kadar yalnız kalabilirsin? Ne kadar devam edebilirsin rol yapmaya?
Bütün sınırlarımın yerini öğrenmeme ömrüm yetmeyebilir. Ama en azından sınırlarım olduğunu biliyor olmak, iyidir. Buradaki sınırı, “Engel, barikat, dikenli tel” olarak görüyorsan eğer, zaten baştan kaybedersin ama onu da söylemedi deme! Sınırlarımın yerini bileceğim ki onları zorlayabileyim. Aşabileyim. Taşabileyim. Yeni yerler görüp, daha geniş topraklara sahip olabileyim. Kimsenin alanını daraltmadan, kendi alanımı genişleteyim.
“Sınır ama bu, gitsem de geçmeme izin vermezler ki!” deme. Sınırın sahibi sensin. İstersen geçersin.
Richard Bach’ın dediği gibi, “Sınırlarını tartış. Çünkü onlar kesinlikle senindir!”
Kendi serhat boylarına git.
Çünkü “orada” olduklarını, “oraya” gitmeden, bilemezsin. “Bil”diğinde, zaten öteye geçmiş olacaksın.