Cam Cümbüşünde Yüzen Venedik
Öyle bir kent düşünün ki mini minnacik, eni 3 boyu 1,5 kilometre, yüz on altı adacık üzerinde kurulmuş. Trenle geliyorsunuz, uçakla gidiyorsunuz ama kentte hiç araba yok. Her tarafı sularla çevrilmiş, evlerin kapıları küçük kanallara açılıyor, basamaklar denizle buluşuyor. Irili ufakli bir yığın köprü, hepsinin de bir gizemli öyküsü var. Sokaklarda pembe seffaf lambalar..
Vitrinler yeşilden maviye, kırmızıdan turuncuya, sarıdan mora binbir rengin menevislendigi kristaller, cam esyalarla dolu. Her tarafta pullu boncuklu, altın gümüs yaldızlı, kedi gözlü, korkutucu, bastan çıkarıcı ya da vaad edici masklar…Köşe başlarında sevimlinin sevimlisi restoranlar, pizzacılar, bistrolar… İsterseniz yüzlerce güvercinin kanat çırpması altında, yüzlerce yıllık bir kilisenin altın varaklı cephesini seyrederken Chopin dinleyin, isterseniz simsiyah bir gondolde dolunay ışığında gezerken adı bilinmedik tenorların şarkilarina kulak verin, ya da gidin loş ve dar çikmazlardaki mahalle meyhanelerine, dilediginiz gibi kafayı çekin…Çılgın kalabalık da orada, sakin bir yalnizlik da. Hiç beklemeyin… O kente, cam cümbüşü Venedik’e gidin…
Herkesin seveceği, hiç bir yerle kıyaslayamayacağı, özgünlüğün sembolü mini minnacik Venedik bir rüya kenti. Bunu tren istasyonundan dişarı çıkar çıkmaz anlıyorsunuz. Kenti iki büyük kıvrım çizerek bölen Büyük Kanal’da dolanan teknelerin kimi yolcu tasiyor kimi yük; kimisi polise, kimisi hastaneye, kimisi jandarmaya ait. Özel gezinti yapan turist gondolları, kalabalık grupları dolaştıran daha irice tekneler, taksi motorlar, otobüs gemicikler.. Kanalin kenarinda renkli tenteli lokantalar, sandviççiler, kartpostalcilar. Dünyanin dört bir yanindan gelmis insanlar; çekik gözlü Japonlar, sarisin Almanlar, kivir kivir saçli Afrikalılar…
Benim gibi ilk kez gelenler de daha önce kenti görmüs olanlar da ayni hayranlik içinde seyrediyor etrafi. Daracik kanallar, ufacik köprüler, vitrayli pencereler, sularla bulusan salkim saçak çiçekler… Birbirine bitisik ,egilip bükülmüs evler ve görkemli saraylar, günes altinda tutusan kubbeler, gökyüzüne meydan okuyan kuleler…
Büyük Kanal 4 kilometre uzunlugunda, genisligi 30-70 metre arasinda degisiyor, en derin yeri 5 metre. Üzerinde üç köprü var. En eskisi 16. Yüzyilda yapilan Rialto köprüsü, ikincisi Scalzi, bunlar tas köprüler, üçüncü köprü ünlü müze Akademiya’nin önünde ve tahtadan yapilmis. Aslinda Venedik’te birbirinden sevimli, romantik görünümlü 400 yüzden fazla küçük köprü var. Bunlardan Rialto’ya yakin olan Tette, eski dönemlerde hafif mesrep kadinlarin oturdugu bir bölgedeymis, bu hanimlar çiplak gögüslerini sergileyerek cam önlerinde oturduklari için köprüye bu ismin verildigi söyleniyor, bir diger ilginç köprü de Düklük Sarayiyla Venedik Cumhuriyeti Hapishanesini birbirine baglayan Sospiri köprüsü, özlem ya da iç çekis anlamina geliyor, üzeri kapali bir küçük köprü.
Venedik’e Eylül’ün ilk pazarinda gelmemiz çok hos bir rastlanti yaratti. Mayis ayinda baslayan Regata isimli yarislarin en tarihi olani ve sonuncusu o gün yapilirmis meger, yüzlerce süslü püslü tekne ve otantik giysili denizciler müzik esliginde geçtiler önümüzden. Ilk önce bana hepsi gondol gibi geldi oysa ne çok çesidi varmis onlarin da. Alti kisinin kullandigi resmi gösterilerde boy gösteren Balotinalar, sebze meyve tasiyan Caorlinalar, maskeli fahiselerin bindigi Mascaretalar, Regata için ilk kez 1825’te yapilan Gondolinalar, aristokratlarin hizli Pupparinleri, 1292’den bu yana balikçilik ve tasimacilikta kullanilan Sandololar ve Gondolalar…
Venedik’te romantik gezilerin sembolü gondolalar son derece kati kurallarla yapilirmis, mesela uzunlugu kesinlikle 10,75 metre olmaliymis, içten içe de 1,38 metre, sag tarafin soldan 24 milimetre evet 24 milimetre daha dar olmasi sartmis. Gondollarin yapimi kadar gondolcu olmak da keskin kurallari olan bir meslek, en azindan aileniz gondolcu degilse bu asla mümkün degilmis. 1562 yilinda çikan bir yasayla tüm gondollar siyaha boyanmış.
Hemingway’in yaris atlarina benzettigi bu Venedik’e özgü tekneler ve tek kürekle onlari idare eden çizgili gömlekli ,genis sapkali gondolcularin dilleri de özel terim ve kelimelerle dolu. Hepsi de öylesine usta ki, o daracik kanallarda birbirlerine degmeden götürüyorlar teknelerini.
Oraya kadar gidip böyle bir gezi yapmamak olmazdi, biz de yaptik hem de isi biraz daha büyütüp teknemize bir akordeoncuyla tenor bile aldik. Bir yanda dolunay bir yanda Venedik sarkilarinin yankilandigi kanallar. Dogrusu tadina doyulmayacak bir zevkti…
Bir baska benzer hosluk da San Marco Meydaninda geçirilen saatler. Saat kaç olursa olsun, ister sabahin körü, ister gecenin bir yarisi, isterse ögle sicagi, San Marco’da daima sizin için, seveceginiz bir yer vardir. Oturun bir kafeye birakin kendinizi üç orkestranin sirayla çaldigi melodilerden birinin ritmine. Seyredin etrafi…Kuşları, insanları, yapıları..
Üç tarafı kemerli binalarla kapli meydanin bir yaninda 832’den bu yana tüm görkemiyle dikilen Bazilika, onun arkasinda 814’te yapilmasina karsin yanip yikildigi için 14. Yüzyilda bugünkü biçimine kavusan süslü Dukalik Sarayi ve ünlü Çan kulesi var… Sarayda da, Bazilika’da da Bizans uslubu hakim. Istanbul’un 1453’te alinmasindan sonra buraya kaçan Kardinal Bessarion Venedik’in yeni bir Bizans olacagini söylerken bir kehanette bulunmamis.
1453’te buraya kaçanlar yalnizca din adamlari olmamis , pek çok sanatçi, basta cam ustalari olmak üzere Venedik Dukaligina gelmisler ve kentte zaten gelismis bir sanat dali olan camcilik almis basini gitmis bu tarihten sonra. Venedik camlari ünlenmis de ünlenmis, bir dönem öylesine gözdeymis ki , meslek sirlarini baskalarina söyleyenler agir cezalara çarptirilmis.
San Marco Meydaninda her gelen mutlak birkaç fotograf çekiyor, ya eskiden ne yaparlarmis? Sorunun cevabi, Akademiya Müzesinde. Bellini’nin koca bir duvar boyu yaptigi San Marco meydani isimli tablo, insanin aklini durduracak bir ustalik ve detay saheseri. Müze basta Carpaccio, Tiziano, Canaletto olmak üzere 13-18 yüzyil Venedik Ekolünün kiymetli örnekleriyle dolu.
Bu saheserler basinizi döndürdüyse, müzeden çikip hemen daliverin bilmediginiz sokaklara, görün asirlardir nasil durdugunu o binalarin. Sessizligi yakalayin üç çinarin bekledigi bir meydanda, bir çikmazda sirtinizi duvara yaslayip sallanan çamasirlara bakin, bir merdiven kenarina kivrilmis kara kediyi oksayin. Venedik’i seveceksiniz…
Venedik gerçek bir büyük tutkulu aşk gibi, onu görüp ona tutulunca gerisi siliniyor…