Bir sonraki facebook
Şöyle bir mantık silsilesi: Az okumak, az kelime hazinesi, şeyleri etraflıca tarif edememek, şeyleri bilememek, onlara hakim olamamak, onları iyi tanıyamamak, iyi tanıtamamak.
“Eğitim şart” sloganına ne kadar aşinaysak, “Kendimizi iyi tanıtamıyoruz” yakınmasını da o kadar iyi biliriz. Hikaye şöyle gelişir : Aslında dünyanın pek çok ülkesinden ileriyizdir ancak ne hikmetse bunu ne kendi memleketimiz farkındadır ne de başkaları. Bunun sağlaması da şöyle yapılır : Bir başka ülkeye gidilir ve orada bizim yaptığımızdan çok daha düşük seviyede bir muadil ile karşılaşılır. Yine de o ülkenin insanının o şeyi tanıtma azmine, o şeyin yaygınlığına bakılır. Şaşırılır; üzülünür; sinirlenilir!
Bu tür sorunları çözerken başvurulan ilk model niceliğe yöneliktir. Örneğin tanıtım amaçlı faaliyetlerde bulunacak kaynaklarımızın oluşturulması, sorunu çözecekmiş gibi görünür. Sonra borç harç o kaynaklar yaratılır. Tanıtım yapılır. Bakılır ki yine pek bir gelişme sağlanmıyor. Bu kez nicelden nitele iltica eder zihnimiz. Bu kez de eleştirmeye başlarız: “Tanıtım için yapılan şu işlere bakın; kaynaklar çar-çur ediliyor”. Öte yandan nitelikli bir imkan ortaya çıktığında da çok pahalı olduğunu tespit edip ona itibar etmemekten de geri kalmayız!
Bam teli biraz da burası. Zihinlerde kaliteyi pahalı ile eşleştiren formülün gerisinde yatan kültürel ögeler nelerdir? Bu unsurların içinde detaya, enformasyona önem vermemek de yer almaktadır. Yaşam refleksimiz sadece şimdiki zaman içinde yaşıyor olmaktır. O nedenle aile geçmişinize bakın; o yılları özetleyen çok az yazılı ve görsel belge bulacaksınız tavanarasında. Ne günceler, ne de sararmış dahi olsa eski fotoğraflar.
Yaşarken hayatın izlerini “saklamamak” sadece ekonomik sebeplerle açıklanabilecek bir olgu değil. Temel referansımız ise sigara endeksidir. Tıpkı “Big Mac Endeksi” gibi bir şey bu “sigara endeksi”. “Hayat çok pahalıydı ve fotoğraf çektirmeye paramız yoktu” diyenlere soru şu: (O dönemde) Sigara içmeye para bulabiliyor muydunuz?
Enformasyon ya da teferruata değer vermediğimiz sürece sahip olduğumuz ya da hayatı birlikte yaşadığımız kişi ya da şeylerin gerçek değerini yeterince tarif edemeyiz. Tarif edemediğimiz sürece de o yaşanmışlığa hakkını vermemiş oluruz.
Peki bu tarifleri yapacak kelime hazinemiz var mı? Bu problem her zaman dilin kendisine havale edilir; Türkçe’nin ne kadar elastik bir dil olduğundan dem vurulur. Acaba ihtiyaç duyduğumuz kelimeler mi yok sözlükte, yoksa biz mi onları bilmiyoruz? Kendi tembelliğimizin faturasını dile kesmeye çalışmayalım. Bunun sağlaması da şöyle: Kelime hazinesi çok (ve çeşitli) okuyarak gelişir. Yılda kaç kitap okuyoruz?
Üçüncü sayfa cinayetlerini biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Adam kendisini ifade edecek bir kelime, bir eylem bulamıyor; ailesine karşı şiddet uygulamaktan başka. Örneğin “Yeter üstüme gelme” diyebilmeyi idrak etmiş olsa belki de bir cana kıymayacak!
Tarif edebilmek, detaya o halde enformasyona değer vermekten geçer. Yaptığımız şeye değer vermek sadece ona harcadığımız emekle irtibatlı olamaz. Onunla kültürel anlamda da irtibat kurabilmemiz lazım. Bu detaylara değer vermeye başlarsak, bu detaylarla uğraşanlara da değer vermeye başlarız. O zaman belki ülke ekonomisi inşaat sektöründen başka alanlarda da gelişme gösterir; “bir sonraki Facebook” Türkiye’den çıkar !
“Bir sonraki Facebook” sizce de sakat bir ifade değil mi? Doğrusu “dünyayı yerinden oynatacak bir sonraki dijital buluş” türünden bir şey olması gerekirdi! Bu ifadenin içinde bilmediğiniz bir kelime mi var?