Akıl mı, Nakil mi?
“Bundan M. S. 1000’li yıllar! İslam Skolâstik düşünürlerinden İbn-i Rüşt ile İmam Gazzali arasında, “İslam’ın nasıl anlaşılması” konusundaki bir polemik yaşanır! Türkçesi kalem kavgası!
Bu iki düşünür de Sünni/Hanefi mezhebinden! Peki, neden böyle bir tartışmaya girmişler ve bunun sonuçları ne olmuş? Önemine dayanarak, bu tartışmaları önünüze getirmek görevim! Çünkü İslam’da bu anlayış farklılığı, bu gün dahi geçerliliğini korumakta ve İslam dünyasının Batı’dan geri kalmasının sebebi olarak gösterilmektedir!
“Ben İnsana İnanıyorum” adlı kitabım da İbn-i Rüşt’ü bitirirken şöyle demiştim;
“İbn-i Rüşt, Aristo’nun düşünce sistemini İslam ile kaynaştırmaya çalışmıştır. O’na göre; İslam’la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini savunmuştur!…
Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, felsefenin var olanı, genel bir bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunan İbn-i Rüşt, “Bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olan Tanrı’ya, yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açıklanan varlıklardan yola çıkarak gidebileceğimizi” belirtmiştir.
Felsefenin, varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri konu edinen disiplin olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle düşünce sisteminde felsefe, teolojiden önce gelir. Bununla birlikte, felsefe ve teolojiden her birinin kendisine özgü bir fonksiyonu olduğunu söylemiştir!..
İbn-i Rüşt, en çok Aristo’nun eserlerinden yaptığı tercüme ve şerhleriyle ünlüdür!..
1150′ den önce Avrupa’da, Aristo’nun eserlerinin bir kaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı’da, Aristo’nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşt’ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latinceye tercümesiyle başlamıştır!..
İbn-i Rüşt’ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği Eflatun’un “Politika” kitabı dışında, bütün eski Yunan eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır.
İbn-i Rüşt’ün düşünceleri, Hıristiyan skolâstik gelenekten, Aristo’nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant’lı Siger], [Thomas Aquinas] ve (bilhassa Paris Üniversitesi’ndeki) diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolâstik filozoflar ona ismi yerine “Şârih” (Yorumcu) derlerdi.”
İmam Gazzali’yi de şöyle bitirmiştim;
“Gazzali’ye göre; Bir taraftan Yunan felsefesi ile İslam inancını yeniden yazmaya çalışan filozoflar, diğer yandan Kuran’ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu yapan Bâtınîler, İslam dinine ve Ehl-i Sünnet itikadının bütünlüğüne büyük zarar veriyordu!..”
Gene, “Tehatüful Felasife” yani “Felsefenin Tutarsızlığı” kitabında Gazzali; Felsefeyi ve felşefî düşünüşü reddeder!
İslam’da “Aklın” değil “Naklin” esas olduğunu söyler! Ümmetin yani Müslümanların; “Soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk insanı olması gerektiğini söyler ve öyle tanımlar!..”
İşte, İmam Gazzali’nin bu görüşlerine karşı, o yıllarda İspanya’da yaşayan ve Kordoba Kadısı olan, Gazzali gibi Hanefi-Sünni öğretisinin içinden gelen İbn-i Rüşt; Gazali’nin yazdığı ‘Tehatüful Felasife’ yani “Felsefenin Tutarsızlığı” kitabındaki;
• Felsefeyi ve felsefî düşünüşü reddetmesi,
• İslam’da “Aklın” değil “Naklin” esas olduğunu kabul etmesi,
• Ümmetin soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlaması,
Görüşlerine karşı çıkar ve adı “Tehatüfül-ü Tehafül” yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” olan bir reddiye (kitap) yazar!.. İbn-i Rüşt bu reddiyesinde;
– Bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını,
– İnsan aklının da Allah vergisi bir yetenek olduğunu, bu sebeple insan aklının özgür bırakılması gerektiğini,
– Din kurallarının akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağını,
– Akla uygun olanın, nakle (kutsal söz, vahiy) aykırı olamayacağını,
– Felsefenin ve felsefecilerin, gerçeğin bilgisine ulaşmanın yolunu açtığını, tutarsızlığın buna karşı çıkmak olduğunu” söyler.
Bölümünde okudunuz, İbn-i Rüşt Aristo’dan Platon’a kadar çok sayıda felsefe ve bilim insanının eserlerine yorumlar yapan ve onlara şerhler düşen bir İslam filozofudur. Antik Çağın filozoflarının kitaplarını aklı esas alarak yorumlayan İbn-i Rüşt, Hıristiyan dünyasında etkili olmuş ve onları aklına vardırmış, Batı dünyasına düşünebilmeyi tekrar öğretmiştir. Hele, matbaanın keşfiyle! Doğal olarak Kilise İbn-i Rüşt’ün bu yorum kitaplarını “Sapkınlık” diyerek okunmasını engellemeye çalışmışsa da Rönesans durdurulamamıştır.
Ancak İslam dünyasına gelince, burada İbn-i Rüşt’ün görüşleri benimsenmemiş ve Gazzali’nin İslam tanımı, Sünni’lere dolaysısıyla Müslümanlığa egemen olmuştur!..
İşte burada sizi İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’e götüreceğim! İstanbul fethedilmiş ve Fatih Sultan Mehmet ulemayı toplar; “İslâm nasıl anlaşılmalı, İbn’i Rüşt’ün yorumu gibi mi, İmam Gazzali’in yorumu gibi mi? Uzun tartışmalar sonucu ulemanın kararı; “İmam Gazzali’nin yorumu gibi” olur!.. Zaten her otoritenin istediği “Düşünemeyen, teba insan değil mi?..”
Kimileri, İmam Gazali için şöyle der;
“İmam Gazali, ünlü risalesi ‘Tehatüful Felasife’ yani “Felsefenin Tutarsızlığı” kitabını yazarak, İslam’da “Aklın” değil, “Naklin” esas alındığı yılları başlatan ve İslam’da içtihat kapısını kapatan kişidir!..Gazali; “Ümmeti yani Müslümanları soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlamıştır!”
Kutsal kitaplar dışında hiçbir eser İslam tarihinde bu kadar etkili olmamış ve trajik sonuçlar yaratmamıştır. İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kâfirlik sayıldığı, insan aklının teslim alındığı büyük gericilik dönemi Gazali ile başlamıştır!..
Gazali sadece günümüze kadar gelen egemen Sünni teolojisini kurmamış, Şia öğretisi üzerinde de etkili olmuştur! Artık, İçtihat (yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak, dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının önünü kesmiş, onu dondurmuş ve böylece İslam dinini, insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde gerici bir engele dönüştürmüştür!.. Gazali, bu anlayış içinde, İbn-i Sina’yı, Farabi’yi kâfirlikle suçlamıştır!.. İmam Gazali’nin öğretisi, bugünün geri ve Batı’nın kölesi olan İslam dünyasını yaratan anlayıştır!..”
Hep “Sorgulayıcı olun” diye öğütledim ya!.. Hemen bir soru;
“ Acaba, o tarihte siyasi oluşumlar bakımından olsun, fikir bakımından olsun İslam’ın Arap dünyasında yaşanan büyük kargaşa nedeniyle, “O tarihte, var olan siyasal nitelikli İslam oluşumlarının, varlıklarını sürdürebilmek için, düşünmeden itaat eden tutucu Müslümanlara mı gereksinimi vardı? ”
Nasıl yorumlarsanız, yorumlayın sonuçta Gazali’nin İslam anlayışı hala Müslüman dünyasını etkiliyor!.. Taliban ve Suudi rejimleri buna örnektir!..
İbn-i Rüşt’ün aklı esas alan İslam anlayışını bu gün bile İslam dünyasında yalnızca 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde görebilmekteyiz!..
Ne yazık ki, İslam dünyasında, hala eski çağların değerleriyle yaşamak alışkanlığını sürdürmek isteyen siyasî oluşumlar var! İşte, İran, Afganistan, Pakistan ve Mısır!..
Elbet, tarihin akışına, insan doğasına, akla ve bilime karşı savaşanların uzun vadede kazanması mümkün değildir!..
Akıl mı, Nakil mi?
İnsan Kul mu, Tanrının Görüntüsü mü?
Karar sizin!.