Felsefeden Korkmak
Dünyadaki tüm dilleri inceleyin, hiçbirinde “Felsefe yapma lan!..” şeklinde bir cümleye rastlayamazsınız…
Bu, ne yazık ki sadece Türkçeye has bir kalıp…
Kişi lafı uzatırsa, derinlere inerse “felsefe yapmakla” suçlanır(!) ve eleştirili(!)
Türkiye’de felsefe algısı acı ama “bu”dur..
Felsefe yapmanın “sinir bozucu” bulunduğu başkaca bir kültür var mıdır acaba?
Varsa da medeniyetten, aydınlanmadan nasibini alamamış toplumlara has bir özelliktir bu…
***
Yunanca “phileo” (sevgi) ve sophia (bilgi, bilgelik) kelimelerinden meydana geliyor felsefe…
Yani “bilgiyi sevmek”…
Bilginin sevilmediği yerlerde felsefe de sevilmez…
Felsefenin ilk uygulayıcılarından Platon “Felsefe merakla başlar” der…
Merak etmeyen, öğrenmek istemez…
Öğrenmek düşünmekle mümkündür…
Dolayısıyla felsefe aslında “düşünebilme, sorgulayabilme” özgürlüğüdür…
Kişiyi aydınlığa ulaştıracak bir “Yol haritası”dır…
1746’da “Felsefe Konuşmaları” isimli ölümsüz eseri yayınlanan Fransız düşünür Diderot “Bana bazı şeylerin aklımızı aştığını söyleseler de, bu, saçmalıklara inanmama yol açmaz. Hiç şüphem yok ki aklımızı aşan şeyler var; ama aklımıza aykırı olan her şeyi ve ona zıt düşen ne varsa, cesurca reddediyorum.” der…
Diderot’nun sözünde olduğu gibi, felsefe, insanın aklına ters düşen şeyleri reddedebilme özgürlüğüdür aynı zamanda.
***
Felsefenin özündeki kuşkuculuk ve eleştirel düşünce, bilimsel düşüncenin, yenilikçi buluşların dolayısıyla da uygarlığın temelini oluşturur.
Eğer dünya ortaçağın karanlığından çıkabildiyse, skolâstik düşüncenin dar ve tutucu kalıplarını kırabildiyse bunda felsefi düşüncenin sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşımının payı çok büyüktür…
Toplumların medeniyete katkısı, felsefeye gösterdikleri ilginin bir sonucudur…
Çağdaş, medeni ülkelerde felsefe değer görür…
Geri kalmış ülkelerde ise “tukaka” ilan edilir…
***
“Felsefe yapma lan!” ifadesinin neden sadece Türkçeye has bir cümle ve yaklaşım olduğunu iyi analiz etmek gerekir…
Bu yaklaşım, bu çıkış, beynin sorgulamasına duyulan reaksiyonun bilinçaltındaki mevcudiyetini en yalın ve kaba şekliyle gösterme şeklidir belki de…
Düşünceye, felsefeye, sorgulamaya, analize karşı duruş genetik kodlarımızda mevcuttur aslında…
Eskiden yöneticiler eleştirilmeyi, sorgulanmayı sevmezdi… (Şimdi de durum farkı değil aslında)
Bu da felsefenin sürekli önünü kesti…
Eğer felsefeye gereken önemi verseydi yüzyıllarca yıl hüküm sürmüş Osmanlı imparatorluğu yıkılır mıydı?
Bugün de aynı mantık değişmediği için, hala erk sahipleri eleştiriye kapalı oldukları için felsefe güdük kalmaya devam ediyor Türkiye’de…
***
Aslında, bilimin Çin’de bile olsa bulunması gerektiğini söyleyen bir dinin düşünceye, cephe alması mantıken açıklanamaz…
Kaldı ki İslam’ın aydınlık dönemlerinde düşün adamları, filozoflar batıya ve dünyaya ilham kaynağı olmuştur.
Örneğin Aristo’nun mantık ve metafizik yaklaşımlarını sürdüren Farabi’yi yadsıyamayız…
Latin dünyasında Avicenna olarak tanınan İbn’i Sina’yı göz ardı edemeyiz…
Aynı şekilde daha 12. Yüzyılda savunduğu fikirleri bugünkü “rasyonalizm”le örtüşen İbn’i Rüşd fikirleriyle batıya dahi ilham kaynağı olmuştur…
Hele hele Mevlana!
Ama bu isimlerin mevcudiyetinin yanında Türklerde ve İslam aleminde felsefenin canına okuyan İmam Gazali’nin de mevcudiyetini görmezden gelemeyiz…
Gazali Avrupa’da rönesansın başladığı, aklın ve mantığın hâkimiyetine ilan ettiği yıllarda “İçtihat kapısını” kapatmıştır…
Yani daha 12. Yüzyılda “sorgulayıcı yaklaşım”ın önü kesilmiştir…
Gazali’nin kapattığı içtihat kapısı günümüzde kısmen aralanmaya çalışılsa da ardına kadar açıl(a)mamıştır…
Bugünkü geri kalmışlığın sebebini 12. Yüzyılda aramak gerekir aslında.
***
Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulan medreselerden felsefe dersleri kaldırılmıştı…
Tanzimata kadar Osmanlıda sadece İslam tarihi verildi öğrencilere…
Felsefe ancak 1908’lerde okullarda ders olarak okutulmaya başlandı…
Günümüzde felsefe derslerinin artık sembolik bir hale gelmiş durumda…
Tarihin tekerrür ettiği gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz…
Hoş gerçi felsefe dersleri bundan önce de ne kadar sağlıklı veriliyordu, tartışılır…
Felsefeyi sadece belirli kuramları ezberletmekle eşdeğer saymak dogmaya
karşı duran felsefenin özüne aykırı zaten…
Felsefe kişinin kendi öz sorgulamasıyla doğruları bulmasına yardım eder…
Yani birey kendisine dikte edilen düşünce disiplinleriyle değil, öznel analiziyle ulaşır doğruya…
Hal böyleyken felsefe eğitimini sadece müfredatın zorunluluğu kıldığı bilgileri vermekle sınırlı sayan bir anlayış felsefeyi sevdirmez.
Bilakis, öğrenciyi soğutur felsefeden…
Tıpkı “mefailün failün” ezberleyerek büyüyen bir neslin edebiyattan, okumaktan soğuması gibi…
***
“Bildiğim yegâne şey hiçbir şey bilmediğimdir” der Sokrates…
Engin bilgi birikimine rağmen aslında tüm bildiklerinin ne kadar yetersiz olduğunu itiraf eder büyük düşünür…
Platon’a göre felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır.
“Felsefe düşüncenin mikroskobudur.” der Victor Hugo…
Düşünmeyi sevmediğimiz için, bize sunulanı direkt kabullenme özelliğimizden ötürü felsefe gelişmemiştir Türkiye’de…
Hep birilerinin bizim yerimize düşünmesini tercih ederiz…
Başkalarının bizim adımıza karar vermesini yeğleriz…
Düşünmek yorucu gelir bize…
“Düşün düşün b… işin” deyimi boşuna mı yerleşmiştir dilimize?
Yine sadece Türkçede mevcut olan bir ifade vardır :”Düşünce suçu”
“Düşünce”nin suç olarak görülebildiği bir toplumda felsefenin ilgi görmesini nasıl beklersiniz?
***
Birey özgürse toplum özgürdür…
Bireyin özgürlüğüyse özgürce düşünebilmesinin, sorgulayabilmesinin sonucudur…
Felsefeden korkmak, düşünceden rahatsız olmak devekuşu gibi kafayı kuma gömerek yaşamaktan farksızdır…
Sorgulamayı öğrenemezsek hatalarımızdan ders alamayız…
Aynı yanlış(lar)ı tekrar ederiz…
Platon “Toplumlar filozofların kral ya da kralların filozof olacakları güne kadar rahat huzur yüzü görmeyeceklerdir.” der…
Elbette ütopik bir düşüncedir…
Ama yöneten konumundakilerin sorgulanmayı, eleştirilmeyi kabullenmesiyle mümkündür bir toplumun ilerlemesi…
***
“Bana felsefe yapma lan!…” yaklaşımının sadece Türkçede var olması trajiktir aslında…
Peki, “Uyandırma kerizi, bulandırmasın denizi” tarzı bir söz var mıdır başka dillerde?
Yoktur…
Bu da, sadece bizim kültürümüzün ürünüdür…
Bir ulusun dilinde düşünmeyi, analiz etmeyi, sorgulamayı kötüleyen bu kadar çok yaklaşımın yer etmiş olması bir tesadüf müdür?
Hiç de değil…
Her ulusun değer yargıları diline yansır…
“Uyandırma kerizi, bulandırmasın denizi” sözünde gizlidir aslında felsefenin ülkemizde neden sevilmediği sorusunun yanıtı…