Şiddet Sarmalındaki Kadın
Hayatının baharındaki Özgecan’ın hunharca öldürülmesi “kadına yönelik şiddet” gerçeğiyle bir kez daha yüzleştirdi toplumu…
Türkiye’nin bilinen, acı bir gerçeğiydi aslında bu durum…
Ama bu cinayet, bardağı taşıran damla oldu adeta…
Gencecik, masum bir kızın katledilmesi; bir tokat gibi indi insanların vicdanına…
Öfke sele dönüştü…
Sel taştı, tüm ülkeye yayıldı…
Şiddet mağduru tüm kadınların ortak ismi oldu Özgecan…
***
Özgecan Aslan cinayeti bana Guiseppina Pasqualino di Marineo’nun başına gelenleri anımsattı…
Sanat dünyasında “Pippa Bacca” ismiyle, kamuoyunda “Barış gelini” lakabıyla tanınıyordu İtalyan barış elçisi…
Dünyaya barış mesajı vermek için üzerinde gelinliğiyle otostop yaparak dünyayı geziyordu.
Gittiği tüm ülkelerde sevgiyle ve ilgiyle karşılandı…
Başına en ufak bir olay bile gelmedi…
2008’de Türkiye’yi ziyaret etti…
Tecavüze uğrayıp öldürüldü…
***
Sarai Sierra ismini anımsayanlarınız var mı?
ABD vatandaşıydı, Türkiye’ye turist olarak gelmişti…
2014 yılında sapığın teki kendisine tecavüze yeltendi…
Tecavüzcü emeline ulaşamayınca hiddetlenip öldürdü Amerikalı turisti…
Bu iki örnek medyanın çok fazla gündeminde kaldığı için hemen anımsanan olaylar…
Daha bunun gibi ne olaylar var basında yer alan…
Ve basından yer alanların belki de yüzlerce misli de kimsenin duymadığı ve bilmediği taciz, şiddet vakaları
***
Kadına şiddetin tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski…
Arkeologlar, 3 bin yıl öncesinden kalan mumyalar üzerinde bir araştırma yapmışlar…
Erkek mumyaların kemiklerinde yüzde 9-20 kırığa rastlanmış, kadın
mumyalarda ise bu oran yüzde 30-50’miş…
Yapılan araştırmalarda bu kırıkların büyük ihtimalle erkek kaynaklı şiddet neticesinde oluştuğu öngörülmüş…
Kadına yönelik “ikinci sınıf insan muamelesi” sadece Türkiye’de görülen bir durum değil…
Eskiden batıda da kadın hor görülürdü, küçümsenirdi…
Ama rönesans, reform süreçleriyle başlayan aydınlanma döneminden sonra bu çarpıklık tarihe karışmaya başladı.
Kadın hem sosyal yaşamda, hem de iş yaşantısında erkekle eşdeğer konuma geldi.
Türkiye’ye geldiğimizde tanık olduğumuz tablo şaşırtıcı…
Batı karanlıktan aydınlığa ilerlerken kadın özgürleşmiş ama bizde tam tersi…
Nasıl mı?
İslam öncesi Türk toplumunda kadının yeri bugün birçok batılı ülkeden bile ilerideydi.
Düşünün ki, kadınlar orduda komutanlık bile yapabiliyordu.
Hatun, Hakanla birlikte savaşa gidiyor eğer gitmezse, kalıp bizzat ülkeyi yönetiyordu…
Hatta yasalar “Kaan ve Hatun buyurdu ki” ifadesiyle başlıyordu…
***
Peki, kadına böylesine değer veren, saygı gösteren bir toplum bu hale nasıl geldi?
Kanımca, toplumsal yaşantımızdaki en önemli kırılma noktası İslam Dini’ni seçerken, beraberinde Arap Kültürü’nü, Arap örfünü ve değer yargılarını da ihraç etmemiz oldu.
İslamiyet ayrı, Arap Kültürü çok ayrı şeyler…
Hoşgörüyü, insan sevgisini “olmazsa olmaz” öngören bir din İslamiyet…
610 yılında, inzivaya çekildiği Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’nda peygamberliğe yükselen Hz. Muhammed’in bu kutsal görevini ilk olarak eşi Hatice’yle paylaşması çok önemlidir…
Eşine böylesine saygı duyan, eşinin fikrine büyük değer veren bir peygamberin dininde kadına şiddet kabul edilebilir mi?
***
Özgecan cinayetinin ardından toplumun genel talebi cezaların arttırılmasına yönelikti…
Cezaların arttırılması belki caydırıcı etki sağlar, katılıyorum.
Ama eğer sebepleri değiştiremiyorsak, neye yarar…
Kadını sosyal hayattan soyutlamak, cam fanusun içine koyup korumak değildir çözüm yolu…
Buzulun sadece suyun üzerindeki kısmına bakarak rasyonel saptamalar yapmak mümkün değildir…
“Kadına şiddet”in arka planını okuyamazsak bu olgunun önlenmesine yönelik mücadelede başarılı olamayız…
Eğer bir suçun cezasını ağırlaştırırken o suçun işlenme sebeplerini sorgulamazsak…
Suça giden yolu kapatmazsak…
Sadece cezayı arttırmak etkili olur mu?
Tartışılır…
***
Bir toplumu anlamanın en güzel yolu diline yapışmış ifadeleri sorgulamaktan geçer aslında.
Türkçede kadını aşağılayan birçok deyiş vardır…
Sadece “Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” deyişi bile çok şey söyler Türkiye’deki kadının durumuna dair…
Başka örneğe gerek var mı?
Bir dilde kadını küçümseyen bu kadar çok ifadenin mevcudiyeti, sosyal bilinçaltındaki kadın algısının ne kadar vahim olduğunu anlamaya yeter de artar bile…
Kadına yönelik şiddetin önüne geçmek, öncelikle toplumsal bilinçaltını temizlemekle mümkündür…
Önemli olan sinek avlamak değil, bataklığı kurutmak…
Yoksa diğer tedbirler ancak palyatiftir, günü kurtarmaya yarar…
***
Bilinçaltı temizliği çok zor ve uzun zaman isteyen sistemli ve organize bir çaba ister…
Evet, bu bir eğitim sorunudur…
Evet, bu bir kültür sorunudur…
Evet, bu bir medeniyet sorunudur…
Topu sadece bir kuruma atmak yanlış olur…
Okullara da görev düşüyor bu bağlamda…
Ailelere de…
Medyaya da…
Hukuk sistemine de.
Siyasi erk sahiplerine de.
Ve…
Kadınlara da…
***
Önce aileden başlamalı bu eğitim…
Her çocuk anne babasının devamıdır, annesini babasını taklit ederek alır temel eğitimini…
Eşini döven bir babanın oğlu yarınlarda aynı şiddeti kendi ailesinde sürdürür…
Keza gördüğü şiddet karşısında suskun kalan bir annenin kızı da yarın kendi eşinden şiddet gördüğünde sineye çeker, sesini çıkaramaz…
Dolayısıyla önce anne babaya düşüyor görev…
Anne babayı eğitmek önemli…
Bu bağlamda okullara önemli görevler düşüyor…
Okullar sadece öğretim alanı olmaktan çıkmalı bir eğitim kurumu olmalıdır bu bağlamda…
Sadece çocukları değil, anne babaları da eğiten…
Emniyet güçlerinin de kadına yönelik şiddet vakalarına yönelik daha büyük bir hassasiyet içine girmesi gerekiyor artık…
Devletin kadına yönelik koruyucu önlemleri arttırması gerekiyor…
***
Tabii bu bağlamda en büyük görev medyaya düşüyor…
Medyanın kadına yönelik şiddetin önlenmesinde bilinçli ve sağduyulu bir yayınlar yapması şart…
Medyanın ne denli önemli rol üstlendiğini bir örnekle açıklayabilmek mümkün…
Zamanında kadını cinsel obje olarak ön plana çıkartan bazı bulvar gazeteleri vardı…
Ve erkeklerin cinsel açlığıyla paralel bir biçimde büyük tiraj alırdı bu gazeteler…
Yabancı basından ya da erotik dergilerden buldukları fotoğraflardaki yabancı kadınları “Türkiye’ye gelen yabancı turistler” olarak lanse ederlerdi…
Fotoğrafların altına da bir sürü asparagas haberler döşerlerdi…
Bugün turizm bölgelerinde kadın turistlere yönelik tacizlerin sebebini zamanında medyanın izlediği bu sorumsuz yayıncılıkta aramaz lazım aslında…
Türkiye’ye gelen her yabancı kadın turisti seks objesi olarak algılayan o hastalıklı zihniyet, bu dönemin mirasıdır sosyal bilinçaltına…
***
Ve tabii kadına şiddetin önlenmesinde en önemli rol bizzat kadınlara düşüyor aslında…
Türkiye bir “Kadın” Başbakan gördü…
Bir kadının “Başbakanlık” yaptığı Türkiye’de kadın sorunlarının hala mevcut olduğunu görmek kadınların kendi meselelerine ne kadar sahip(!) çıktığını gösteriyor aslında…
Dolayısıyla Özgecan’ın katledilmesinde tepkisini gür bir sesle dile getiren kadınların artık susmamaları gerekiyor.
Nüfusun yüzde ellisi kadınken, hangi hükümet kadınları karşısına almak ister?
Ama kadınların örgütlü olmanın gücünü fark etmeleri şart…
***
Mitolojide bir efsane anlatılır…
Efsaneye göre, Zeus’un buyruğu ile Prometheus toprağı su ile yoğurarak insanları ve hayvanları yaratır.
Bir süre sonra hayvanların insanlardan çok olduğunu gören Zeus, ondan hayvanlardan bir kısmını insan kılığına sokmasını ister.
Prometheus söyleneni yapar.
Halen dünyamızda bazı insanların insan kılığında ama hayvan ruhlu olmaları bundandır.
İşte, kadına şiddet ve taciz uygulayan kesim, insan kılığındaki hayvandan farksızdır aslında…
Hayvanın ehlileştirilmesi zaman alır…
Dolayısıyla kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi de devlet politikası ciddiyetiyle ele alınacak ve kararlılıkla sürdürülecek bir tedbirler bütünüyle mümkündür…
İlk Yayın:www.uguroral.com.tr