Şaman Şifacılığı ve Jung
Özel otların karışımından oluşan tütsünün dumanı ve kokusu etrafa yayılırken, davul sesinin eşliğinde trans halindeki Şaman kâh fısıldayarak kâh çığlık çığlığa bağırarak, ateşin önünde oturan kişiye sesleniyordu:
– İçindeki “siyah cüce” ruhu bastır, siyah cüce ruhu bastır, vur tepesine, güçsüz bırak, öldür onu. Yumruklarını sertleştir, vur yere yatır, karanlığın derin mağarasına kapat, ört kapısını taşlarla, kötü ruh çıkamasın dışarıya.
– “Beyaz kartal” ruhundan yardım al, beyaz kartal güçlüdür, senin içindedir, ona güven, onun yardımıyla kötü ruhu yenebilirsin.
– Bunları başarırsan, sonraki mücadelelerinde sana yardımcı olması için “mor tilkiyi” göklerden indirip senin içine yerleştireceğim. Mor tilkinin ruhsal güçleri hep yanında olacak.
Bu töreni ve içeriğini; “Avcı-toplayıcı toplumlarda, doğayla mücadele ederken karşılarına çeşitli hayvanlar çıkmış. İnsanın da içerisinde hayvanlar olduğu zannına kapılıp, oradan şifacılık üretmeye çalışmışlar. Her yerde, dağda, taşta, ağaçta, insanın içerisinde bol bol Tanrılar ve ruhlar olduğuna inanmışlar. Modern toplumun bilimi ve bakış açısıyla, ilkel ve çocukça. İlkel Şaman saçmalığı ve paganların hayvan odaklı şamanik törenleri işte” … Şeklinde değerlendiren önemli bir çoğunluk çıkacaktır… Peki, öyle mi gerçekten?
Anlattığımız hayali ritüelik tören sahnesini, günümüzün anahtarıyla açmaya ve incelemeye çalışalım:
– “siyah cüce”; şeytandır, cindir, karanlık yanımızdır, komplekslerimizdir, anlam veremediğimiz sıkıntılarımızdır, travmamızdır, ruhumuzun hastalıklı olan kısmıdır, negatif enerjidir.
– “beyaz kartal”; bize destek ve yardımcı olacak “iyilik meleğimizdir”, iyi yanımızdır, mücadeleci tarafımızdır, pozitif enerjimizdir.
– Vaat edilen kişiye özel “mor tilki” ise; bireyselleşmenin, artık “herhangi biri” olmaktan kurtulup “belirli, özel biri” olma ihtiyacını karşılamaktadır. Bu özel olma durumu, kişinin yaşamına bireysellikle birlikte anlam ve güç katacaktır. Böylece birey olmayı başarabilen kişi, ruhsal olarak iyileşecek veya iyileşme yoluna girecektir.
Şaman tarafından tedavi edilen kişiye; kendine güven, mücadele gücü, birey olma, pozitif enerjisini ön plana çıkarma telkinleri yapılmaktadır. Kişinin, bilinç dışını temsil eden ruhlar dünyasıyla bağlantı kurması sağlanmaya çalışılır. Şaman hastalarına; hastalıklara ya da ölüme karşı giriştikleri savaşta duygusal ve ruhsal olarak yalnız olmadıklarını gösterir. Şaman, derin bir düzeyde kendi özel güçlerini hastasıyla paylaşır (veya öyle hissettirir). Hastasını, başka bir insanın ona yardımcı olmak için kendisini feda etmeye hazır olduğuna ikna eder.
Şamanlıktaki ruhlar dünyası, yani içsel dünya; analitik psikolojide ortak(kolektif) bilinçdışıdır. C.G.Jung; “İnsanlığın temel sorunun bilinçdışıyla bağlantı kurmak, onu kabullenmek olduğunu” söyler. Ve nevroz dediğimiz şeyin yine temelde bu bağlantıdaki derin kopukluğa işaret ettiğini ısrarla vurgular.
Jung; en derin şifacılık kavramlarının Şamanlıkla pek çok ortak yönü olduğunu kavramıştır. Görünüşteki farklılıklarına rağmen hem şamanlığın hem de analitik psikolojinin; psişenin gelişmesi(bireyselleşmesi) ve şifa bulması üstüne odaklandığını anlamıştır. Jung’a göre şaman bir arketiptir. Bazı kişilerde ve yerlerde diğerlerinden daha çok kendini gösteren, fakat her zaman orada ve kullanılmaya hazır olan, insan psişesinin sürekli ve evrensel parçasıdır. Jung bu modeli bireyselleşmenin (gelişmenin içsel psişik sürecinin) bir yansıması ve şamanlığı da analitik psikolojinin mirasının bir parçası olarak görmektedir.
Şamanlıkla analitik psikoterapi arasındaki bir başka paralellik ise; her ikisinin de derin psişenin çift cinsiyetli olduğunu imgelemiş olmalarıdır. Analitik psikolojide anima erkeğin içindeki kadın imgesidir, animus ise kadının içindeki erkek imgesi. Hem anima hem de animus sadece imgeler olarak değil, aynı zamanda psişede özerk bir varoluşa sahip olan oluşlar (Karmaşalar) olarak düşünülür.
Şamanlığın anavatanının Sibirya olduğu düşünülmektedir. Şaman sözcüğü bir kuzey Sibirya kabilesi olan Tunguz’lardan gelmektedir ve son zamanlara dek orada şamanlık basit biçimleriyle uygulanmaktaydı. Bir yoruma göre: Sha=kadınlık, Man=Erkeklik, Şaman da kadınlıkla erkekliğin, aşkın birlikteliği olarak ta yorumlanır. Şaman kelimesi genellikle erkek uygulayıcı ile ilgilidir, şamanka kelimesi ise kadın şamanlar için kullanılır.
Bir klasik olan; “Şamanizm: Eski vecd teknikleri (1964)” adlı eserin yazarı Mircea Eliade bize Sibiryalı erkek şamanların törenlerde çoklukla bir kadının giysilerini ve tavırlarını takındıklarını hatırlatır. Japonya’da ve Çin’de kadın şamanlar bazen ruhsal kocalarıyla (ya da animus ile) evlenebiliyorlar. Bu törenler gizli bir bütünlüğün üstünü açmak için yerine getirilir. Sembolik olarak sadece kadınla erkeğin değil, maddeyle ruhun da içsel evliliğini temsil ederler (Eliade 1964).
Benzer şekilde analitik psikolojide de anima / animus daha derin psişeye, bütünlüğe giden geçidi temsil ederler.
Bu içsel evlilik, bir Navajo kum resminde çok güzel bir şekilde canlandırılmıştır. Törenlerde toprağa kum ile çizilen bu resimde; Baş taraflarından bir polen (en kutsal madde) çizgisiyle ve kuyruklarından da gökkuşağı ile birbirlerine bağlanmış olan Toprak Ana ve Gök Baba betimlenmektedir. Dışarıdaki doğanın makro evreniyle, içerideki psişenin mikro evreni arasındaki bağlantıyı simgeler. Bu sembolizma aynı zamanda üç kısma ayrılmış şaman evreninin bir tasviridir. Bizler Toprak Ana ile Gök Baba arasındaki orta dünyada yaşıyoruz. Toprak Ana’nın altında ölüler diyarı ve Gök Baba’nın üstünde ruhlar dünyası vardır.
Toprak ana’yla Gök Babanın kozmik evlilik imgesi; bir kadınla bir erkeğin dünyevi evliliğini sembolize etmektedir. Keza aynı zamanda Jung’un animayla(erkeğin dişil yanı) animusun (kadının eril yanı) içsel uyumu kavramını da çok güzel bir şekilde kapsamaktadır. Her seviyedeki bu birlik veya dualite, Jung psikolojisinin temel fikrini oluşturur. Toprak Ana’yla Gök Baba’ya bölünen, sonra tekrar ve tekrar kadınla erkeğin kucaklaşmasında birleşen ebedi tek evrendir bu. Hem şamanlıkta, hem de analitik psikolojide bu birleşme, içte ve dışta bir bütünlük, birlik durumunu temsil eder.
Kartal tüyleri ile kaplı Toltek’lerin yılanı Quetzalcoatl, maddi dünya ile manevi dünyanın, ayrıca içsel – manevi dünyadaki eril – dişil enerjilerin birleşiminin sembolüdür. Yılan sürünmeyi ve maddi dünyayı temsil eder. Kartal ise uçmayı, ruhu temsil eder. Dolayısıyla kartal tüyleri ile kaplı yılan sembolü; ruh ile maddenin birliğinin sembolüdür.
Şamanlık ve acı, sıkı bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır. Şifa sürecinin oluşması için, hem şifacının hem de şifayı alanın, değişik bir bilinç durumuna ulaşması gerekir. Acı; bu bilinç durumlarına ve “öteki dünya”ya giden kapıyı açan anahtardır. Acı; acıyla farklı bir şekilde baş edebilen başka bilinç durumlarına –başka dünyalara- girmeyi öğretir. Şamanlar ve şamanlığa kabul törenleri bundan yararlanırlar.
Zayıf bir genelleme ile şamanın dünya görüşünün bileşik bir resmini çizmek mümkündür. Evren çok boyutludur, her boyutunda kendine uygun ruhsal hükümdarlar ve diğerlerinin ikamet ettiği göksel bir üst dünya ve ölü ruhlara ait bir alt dünya bulunur. Aynı zamanda temel yönetim veya bölge hükümdarları bulunur. Evrenin boyutları merkezi bir aks ile birleştirilmiştir, bu “axis mundi” (Yer’in ekseni) dir, ve sema merdiveni veya dünya ağacı olarak ortaya çıkar. Bu merkezi aks ile Şaman, evrenin tüm boyutlarına girmeyi başarır.
Arkeolojik ve etnolojik kanıtlar, Şamanik yöntemlerin en azından yirmi ya da otuz bin yaşında olduğunu bildirmektedir. Şamanik varsayımlar ve yöntemlerle ilgili dikkate değer şeylerden birisi, bunların Avustralya yerlileri yani Aborjinler, Kuzey ve Güney Amerika, Sibirya ve Orta Asya, doğu ve kuzey Avrupa ve güney Afrika’da dâhil olmak üzere dünyanın birbirinden ayrı ve uzak bölümlerinde olmasına rağmen, birbirine çok benzer olmasıdır.
Modern dünyada “büyücü doktor” olarak da adlandırılan Şamanlar, kendilerinin ve topluluklarının üyelerinin sağlığı ve esenliği için geliştirdikleri ve kuşaktan kuşağa devamını sağladıkları son derece olağanüstü kadim tekniklerin taşıyıcıları ve koruyucularıdır.
Günümüzde Şamanlığa olan ilgi yeniden artmaya başladı. Bunun nedeni; her zaman dış gerçekliğin en ince detayına bu denli odaklanmış olan modern zihne bir rahatlama getiriyor olmasıdır. Şamanlık zihni odaklamaz, Egoyu sıkı dış bağlarından kurtarır ve öz psişeyi kendi iç gerçekliğine inmesine yönlendirir. Bu deneyim, yeryüzünde rastlamadığımız, sadece efsanenin içsel psikolojik gerçekliğinde bulunan hayvan ve insan biçimleriyle dolu açık bir evrenin derinliğini, zenginliğini ve görüş açısını yeniden bize kazandırır.
Modern hastalıklarımızı tedavi etmek için, her biri parçalanmış özün sadece bir kısmına odaklanan üç çaresiz meslek gurubu çaba gösterir: beden üstünde tıp, zihin ve duygular üstünde psikoloji ve ruh üstünde de din.
Bir din olmayan, fakat bugün hala yaşayan şamanlık, ruhsal gerçekliğin doğrudan doğruya kişisel olarak algılanma modelidir. Deneyüstü boyut parçalanmış değil bütün olduğu için, bu algılama şekliyle kazanılan bilgi doğal olarak birbiriyle bağlantılıdır ve zihni, bedeni ve ruhu tek bir bütün olarak etkiler.
Demek ki otuz bin yıldan fazladır, Şamanlardan başlayarak aynı yerde mi dönüp dolaşıyoruz, yani “kendini tanı” söyleminin etrafında?
“Kendini tanıyınca” neler olacağını yine C.G.Jung’un görüşleriyle açıklayalım: ‘’Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler, gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder’’
Jung’un bir başka sözü ise, kendini tanıma yolculuğunda karşılaşılacak şeylerden bahsediyor: ‘Işıktan varlıklar olduğumuzu imgeleyerek değil, ancak içimizdeki karanlığı bilinçli hale getirerek aydınlanabiliriz.’
Demek ki, içimize baktık, kendimizi tanımaya başladık. İçimizdeki güzelliklerle birlikte, karanlık noktaların da bilincine varmaya başladık, daha derin “kendimizi tanı”ma yönünde yolculuk devam ediyor. Ee, sonra? Yine Jung’un bir sözüyle cevaplayalım:
“Bilinç ve bilinçdışı çekişmesini şöyle de betimleyebiliriz: Örs ve çekiç arasında ‘demir hasta’, kırılmaz bir bütün, bir birey durumuna gelir. Bireyleşme sürecinden anlaşılması gereken, kaba çizgileriyle budur. Bireyleşmeyi sağlamış kişi, kendi özgün kişiliğinin farkında olmasıyla ve bilinçdışını kabullenişiyle, tüm canlılarla, hatta inorganik madde ve evrenle olan kardeşliğini gerçekleştirmiştir. (Jung; Analitik Psikolojinin ana hatları s:97).
Kendimizi tanıdık ta ne mi oldu? Daha ne olsun, avazımız çıktığı kadar yüksek sesle bağırabiliriz; “Durun, yapmayın, doğaya ve birbirinize kıymayın; siz hepiniz kardeşsiniz”.