Akıl Oyunları
Yaşamda her şey olduğu gibi var. Onu bizlerin algısı farklı yorumluyor.
Çünkü hemen var olanı kendimize göre yorumluyoruz.
Yaşam kendisi gibi ama bizler kendimiz gibi değiliz.
Çünkü var olanı bilincimize bakış açımıza göre yorumluyoruz.
Yorumlamak istiyoruz, çünkü yorumlayınca akıl sınıflandırıyor,
genellendiriyor ve sorgulama yapma ihtiyacı duymuyor.
İşin kötüsü de aklımız bunu otomatik olarak yapıyor. Kendimizi bilinçli
sanırken bir bakıyoruz ki akıl oyunları bizim özgür sandığımız aklımıza ket vurmuş, aklı köle etmiş. Akıl tutulması halinde kendimizi özgür sanarak yaşadığımızı
sanıyor olmuşuz.
İnsan aklı evrendeki dualite prensibi gereği zıtlıklarla çalışıyor.
Makro kozmosun, mikro kozmosa yansımasının bir hali bu. Akıl sıcak
olmadan soğuğu algılayamıyor. Alçak olmadan da yükseği. Yani zıddı
olmadan bir kavramı anlayamıyor akıl.
Ve sınıflandırıp genellemek istiyor akıl. Çünkü bilinçaltı boşluk kabul
etmiyor.
Böylece akıl geçmiş deneyim, tecrübe, kısıtlayıcı inançlar, bakış
açısına göre kendi açısından olayları yorumluyor.
Bu yorum ise öyle bir yorum ki, herkesin kendi geçmişinde yaşadığı iyi
ve güzel, kötü ve çirkin her tür tecrübenin özellikle çocukluk döneminde
nasıl anlamlandırıldığına bağlı olarak kişiden kişiye değişiyor.
Yani bugünü, bugün olanı eskinin bakış açısı ve duygusal yüküyle
sınıflandırıyoruz. Bir nevi geçmişin yükünü taşıyoruz sırtlarımız, aynı
“Yüzüklerin Efendisi” filmindeki yüzük taşıtıcı “Hobbit” gibi. Ne zor
bir şeydir böylesine cehennem yükü sırtında yaşamak…
Evet.. Her bakış açımız çocukluğumuzda yaşadığımız tecrübeler karşısında
aldığımız çocukluk kararlarının bir ürünü.
Değerlerimiz, hayallerimiz, kişiliğimiz….Hepsi geçmişte edindiğimiz
şeyler.
Peki o zaman, bizler neden hala geçmişin esiri olalım ki?
Neden fikirlerimizi değiştirip, bugünü, şimdiyi, AN’ı olduğu gibi
yargılamadan, eleştirmeden, kıyaslamadan yaşamayalım ki?
Kim engelleyebilir ki bizi bizden başka*?
Nietzche’nin “Hayat” adlı şiirinde dediği gibi “*kim üzebilir seni
senden başka?”
O zaman düşünceni değiştir, hayatın değişsin. Ve de kaderin…
Her şey olduğu gibi güzel ve anlamlı. Evrende rasgele diye bir şey yok.
Her şey bir amaçla oluyor ve yaşanıyor.
Olanı olduğu gibi KABUL etmeyip, kendimize göre anlamlandırdığımız ve
etiketlediğimiz an geleceğimizi geçmişin gölgesinde yaşamaya kendimizi
mahkum ediyoruz. Geleceğimizi gölgeliyoruz.
Hayatta tek bir insanın bakış açısı doğrum olsa bunca farklılığa ne
gerek var? 7 milyar insana ne gerek var?
Demek; çeşitlilikte sırlar ve hazineler saklı.
O zaman, HEMEN, ŞİMDİ hayatı hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi, hiçbir olayı
etiketlemeden yaşayalım. Durumu kabul edip kendimize göre
yorumlamayalım. Çünkü yorum duyguları işin içine sokacak ve konuyu
kişiselleştirecektir.
Aklımız etiketleme oyununu oynadığı zaman bir nefes çekip duralım ve
başka bir şeye odaklanalım. Ve böylece bir süre sonra akıl sussun ve
kalp konuşsun. Aslında kalp her orada ve bizlere olumlu mesajlar
veriyor. Ancak aklın ürünü olan içsel eleştirmen öyle çok konuşuyor
ki, kalbin sesi çıkmıyor.
Kalp konuşsun ki, kalplerimize hakikatin nuru vurunca kalpleriniz gönle
dönüşsün ve aklımızı aydınlatsın.
Dilerim öyle olsun…