felsefe taşı

Gerçek ve İllüzyon

Gerçek ve İllüzyon
Eylül 10
13:07 2015

Denizi hiç görmemiş birisine “yerdeki su birikintisini” göstererek denizi tasvir edebilir misiniz?
Bir yere kadar evet…
Sizi dinleyen, hayal gücünün sınırları oranında canlandırabilir belki usunda denizi…
Peki, denizi hiç görmemiş birisini, “göl”ü göstererek ve “deniz budur” diyerek kandırabilir misiniz?
Bu da mümkün…
Eh, deniz nedir bilmeyen birisi pekâlâ kanabilir bu aldatmacaya…
Ama yıllarca denizleri, okyanusları seyretmiş, yaşamış olan(lar)?
Kanarlar mı onlar bu illüzyona?…
Çok zor, hatta imkânsız…
Bilirler çünkü neyin ne olduğunu…
Veya ne olmadığını…
“Bilen”i kandırabilmek imkânsızdır…
***
Kavramların içi öylesine boşaldı ki günümüzde…
Yükselen değerler alçalmakta hızla…
Kavramlardaki bu erozyonla birlikte kavramların vücut bulduğu örneklerin de sayısı gittikçe azaldı…
Ve azalmaya da devam ediyor ne yazık ki
Gerçek sanatçılar…
Gerçek sporcular…
Gerçek devlet adamları…
Gerçek değerler…
Özetle, “gerçek”ler öyle uzaklaştı ki…
Meydan “gibi”lere kaldı…
Kırk yaşın üzerindeki kesim(ler) gerçekleri gördü, yaşadı…
Gerçeklerle büyüdü…
Bu yüzden kanmıyorlar “gibi” sunulanlara…
***
1980 sonrasında başladı değerlerdeki bu çürüme…
Erdemlerini yitirdi toplum…
Bir an önce köşeyi dön de nasıl dönersen dön…
Bir an önce bir yere gel de nasıl gelirsen gel…
Machiavelli’nin başarıya giden yolda her şeyi mubah görmesi gibi…
Kural yok…
Değer yok…
Toplumun çimentosundan çalınmaya başlandı…
Yeni nesil bu defolu zihniyetle yoğruldu…
Ve bu zihniyet kendi kültürünü yarattı…
Kendi sanatçısını…
Kendi sporcusunu…
Kendi siyasetçisini…
“Fast food” bir beslenme biçimi olmaktan çıktı, adeta bir “toplumsal duruş” halini aldı…
Ye ve git…
Üret ve tüket…
Kalıcılık?
Boş ver…
Evrensellik?
Geçiniz…
Sorumluluk?
Ne gerek var ki!
***
Dario Moreno’yu, Zeki Müren’i, Barış Manço’yu dinleyerek yetişen bir nesil biliyor gerçek “yorumcu”nun kim olduğunu…
Müzik insanının nasıl olması gerektiğini…
Ama bugün?
Potansiyeli ve alt yapısı ancak mahalle arasındaki düğünlerde şarkı söylemeye yetecek kimseler şarkıcı veya yorumcu olarak yutturulmak isteniyor…
Ayhan Işık’ın, Adile Naşit’in, Kartal Tibet’in filmlerini izleyerek yetişenler gerçek “oyuncu”nun kim olduğunu biliyor… Onların ne emeklerle o noktalara geldiklerini de, şöhretin bozamadığı tevazularını da…
Ama bugün?
Günümüzde alt tarafı bir kaç oyunda küçük bazı roller oynayan kişiler “büyük oyuncu” veya “sanatçı” olarak sunuluyor topluma…
***
Artık çok kolay “bir şey” olmak…
Bedel ödemeden…
Çile çekmeden…
Sebat etmeden…
“İyi yemek kısık ateşte pişer” demiş eskiler… Çabuk pişsin diye açarsan ocağı, ya yemek yanar, ya da dibi tutar tencerenin…
Ama artık gecekondu gibi pırtlıyor pek çok alanda yeni isimler…
***
Örneğin eskiden gazeteci olabilmek sebat edebilmenin sonucuydu…
Bir köşeyi hak etmek yıllarca süren emeğin ve çabanın sonucuydu…
Yıllarca deneyim kazanarak, pişerek…
Ama artık çok kolay…
Birkaç yerde yazısı yayınlanan hemen “köşe yazarı” ilan ediliyor…
Muhabirlik yapmış mı?
Fotoğraf çekmiş mi?
Hiçbir haber takip etmiş mi?
Ya deneyim?
Kişiler artık kendisine çok kolay “gazeteciyim” diyor…
Eski üstatları tanıyanlar bilenler kanmıyor gerçi ama, yeni nesil pekâlâ yutuyor bu zokayı…
Abdi İpekçi’lerle, Uğur Mumcu’larla yetişen nesil kabul edemiyor bugünkü fikirsel fırıldaklığı…
***
Kalite, vizyon, evrensellik kayboluyor…
Gazetelerin manşetlerinde, televizyon programlarında gördüklerimizin birçoğu su birikintisi…
Denizi gözden yitirmek üzereyiz…
Ve yerdeki su birikintileriyle avutuluyoruz…
Birileri bize olması gerekeni değil “olan”ı kabul ettirmeye zorluyor ısrarla… İllüzyonların peşinden gidiyoruz…
Gerçeğin eksikliğinde, sahtelere kanıyoruz…
Ya da yeni sahteler yaratıyoruz…
Geçmişe duyulan özlemin bu kadar yoğun hissedilmesi bu yüzden…
“Aslı”nı gören, nüshasıyla ya da taklidiyle tatmin olmuyor…
Çünkü biliyor ki gerçek bu değil…
***
Şimdi unvanları almak da çok kolay…
Yanında birkaç kişi istihdam eden alt tarafı bir küçük esnafa “işadamı” demeye başladık…
Bir iki yerde oryantal yapana “koreograf” Bir taşra siyasetçisinin vizyonuna bile sahip olamayan politikacılara da “devlet adamı”
Eskilerin ağır, deneyimli ve sözü geçen siyasetçilerinden eser var mı?
Gerçek sanatçılar teker teker köşelerine çekilmedi mi?
Zamanında her yazdığı ses getiren büyük kalemler nerede?
Nerede o duayen tiyatrocular?
Nerede o eski sanayiciler?
Nerede şarkıları yüreklerde yer eden yorumcular?
***
Çok bol keseden dağıtır olduk takdiri ve saygıyı…
Sonuçta ne oldu?
Kavramların içini boşalttık!
Birçok “değer”in değersizleşmeye başladığını gördük…
Erdemlerin altını oyduk…
Bileşik kaplar formülündeki gibi her alana sirayet etti bu kokuşma…
Sanattan siyasete, ekonomiden spora hangi alana baksanız bir yüzeysellik…
Bir sığlık…
Bir vizyonsuzluk…
***
“Dün”ün içi doluydu…
Timur Selçuk’lar, Tanju Okan’lar “gerçek” birer sanatçıydı…
Münir Özkul’lar, Müşfik Kenter’ler “gerçek” birer oyuncuydu…
Lefter’ler, Metin Oktay’lar “gerçek” birer sporcuydu…
Çetin Emeç’ler, İlhan Selçuk’lar “gerçek” birer gazeteciydi…
Bülent Ecevit’ler, Rauf Denktaş’lar “gerçek” birer devlet adamıydı…
Hepsi de hakkını vererek almışlardı bu unvanları…
İçini doldurarak…
Ve örnek olarak…
Bu yüzden unutulmuyorlar…
Bu yüzden ölümsüzler…
Bu yüzden yerleri dolmuyor…
Bu yüzden gelenler gidenleri fersah fersah aratıyor…
Çünkü bu isimleri efsaneleştiren erdemler prim yapmıyor artık…
***
Biz, denizleri görerek büyüdük…
Biliyoruz denizin ne olduğunu?
Kimse kandıramaz bizi…
Ama yeni yetişen nesil?
Yazıktır ki hep su birikintilerine bakıp hayal edecekler denizi…
Acıdır ki birilerinin kendilerine “deniz’’ diye yutturmak istediklerine kanacaklar…
Denizler kuruyacak…
Bizler sadece anılarımızda anımsayacağız eskileri…
***
Biz toplum olarak değerlerimize sırtımızı döndük ne yazık ki…
Küstürdük onları…
Değerlerimizin değerini bilemedik…
Ve yerine başka kavramları koyduk bilinçsizce…
Ama dolmadı…
İçi boş kaldı…
Bugüne baktığımızda, işte bu yüzden hep özlemle anıyoruz dünü….
Bu yüzden geçmişi anımsamak acıtıyor içimizi…
Eski fotoğraflara bakarken yutkunmamız da bundan…

İlk Yayın: http://www.mavisehirdergisi.com/index.php/yazarlar/gercek-ve-illuzyon.html

4.047 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Ne Bileyim Kardeş!Ne Bileyim Kardeş! "Ne bileyim kardeş." Adlı mahsun eser. Kula'daki tarihi lokantanın vitrininde güveç kabında mis gibi kuru fasulye. Yanında güveçte sarma dolma, güveçte kavurma, güveçte türlü… […]
  • HemşehricilikHemşehricilik "Kime oy vereceksin?" diye sordu bir vatan sevdalısı dostum. "Ne bileyim ...?" Adı, mesela 'meşe palamutu' olana vermeliymişim, çünkü o hemşehrimiz imiş. Milletvekili adaylarının […]
  • Dolarla…Dolarla… “Maaş değil ama naaş dolarla” adlı mahsun hikâye. Amerikan bezi lazım, giderayak. Saracaklar malum, üstüne gül suyu. Dokuması yerli de pamuk nerede? Tövbe tövbe… Onu sormuyorum, […]
  • ZerreZerre Döndü... Kepçesini tekrar daldırdı... Kocaman bir havuzdan ala ala bir tek zerre aldı. "O"na "ol"acakları üfledi... Bilincini kapattı... Sonra "ol" dedi... "Ol"du... Döndü... Kepçesini […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler