Acıya alışmak mı?
Herkes nefret etse de acı ya da ağrı insanın hayatta kalmasını sağlamak amacıyla ortaya çıkmış gelişmiş bir savunma mekanizmasıdır. Bize bu kadar sıkıntı yaratan bir his nasıl hayat kurtarıcı olabilir? İşte cevabı:
İnsan vücudunun dayanıklılığının net sınırları vardır. Cildiniz belli bir ısıya kadar dayanır, kas ve kemikleriniz ancak belli bir basınç ya da ağırlığa duyarlıdır. Bu sınırların üstüne çıktığınızda dokularınız hasar görür. Yani cildiniz yanar, iç organlarınız zarar görür ya da kemikleriniz kırılabilir.
Acı duygusu insanın dayanabileceği sınırlar içinde kalmasını sağlar. Mesela yanlışlıkla sıcak bir nesneyi tuttuğunuzda da hemen onu bırakmak isterseniz. Çünkü çok canınız yanar. Ekmek keserken, görmeden bıçak az da olsa elinizi keserse hemen yaptığınız şeye son verirsiniz. Bir de acı hissetmediğinizi düşünün. Gittiniz ve içinde su kaynayan metal bir kabı çıplak elle tuttunuz. Canınız yanmadığı için onu bırakmanız gerektiğini anlayamayacak ve elinizin yanmasına neden olacaksınız.
Acıyı bir de duygusal yönüyle ele alalım. Hatta bireysel acıları geçip toplumsal acılara değinelim… Bütünsel olarak baktığımızda daha kolay idrak edebiliriz…
Bir toplum düşünelim. Acı eşiğisenelerce yüksek tutulmuş bir toplum… Türlü travmalardan geçmiş bir toplum… Bir kısmı acıyı hisseden, ancak kaynağını algılayamayan bir toplum. Kısacası hastalıklı bir toplum.
Acının kaynağını algılayamayan kitlenin de acı çekiyor olması aslında kördüğümün ta kendisi. Toplumun kollektif beynine giden sinirlerin tıkandığı nokta da denebilir… O kitleye kangren muamelesi yapamayız elbette… Çünkü problem kitle değil… Problem kitlenin bu hale gelmesinde…
Topluma her gün verilen düzenli acılar tepkisizliği doğurur… Nasıl mı? Size babanızın her gün tokat attığını düşünün. Eve ekmek getiren, yuvanızın direği babanızın. Ve bu tokadın kaynağı olarak kardeşinizi gösterdiğini düşünün… İlk gün üzülür ağlarsınız. Kalbiniz acır, yanağınız acır… Ve bu bir süre devam eder… Eğer haksız otoriteye ‘dur’demezseniz, uzun vadede olası sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz: Kardeşinize beslediğiniz haksız düşmanlık, Yanağınızda ölen hücreler yüzünden hissizlik veyuvaya sevgisizlik…Toplumlarda da durum pek farklı değil… Kendinden olmayana haksız düşmanlık, beyinde ve kalpte hissizlik ve vatana sevgisizlik… Sonuçta çekirdek neyse, genel de öyle olur…
Peki ne yapılabilir? Veya ne yapılmamalı?
Eğer toplumlar bölünerek çoğalsaydı elbet kitleyi kesip atmak iyi bir çözüm olabilirdi. Ancak ne yazık ki bölünmek hastalıklı toplumlar için bir tedavi yöntemi değil… Bölünmek toplumu engelli hale getirendir…Sevgi engeli olan toplumlar da ilerleyemez…
Çözüm çekirdek ailede otorite tarafından birbirine düşman edilmiş iki kardeşi eşit sevmekte… Düşünemez olanı düşünmeye teşvik etmekte… Bahsettiğim hedef göstermek değil. Çünkü otoriteye inanan kitle için hedef otorite olamaz… Açlık sınırında da olsa karnını doyuran bir otorite. Canını acıtsa da “kardeşini değil en çok seni seviyorum” diyen otorite… Sevgiyi bilmeyen eğitimsiz toplumlar için yegane nimet… Hedef göstermek hatalıdır…
Kollektif beyni tekrar işlevsel hale getirmek için kördüğüme inatla bilinçli uyaranlar gönderilmelidir. Bu uyaranlar kısa vadede işe yaramaz gibi gelse de hastalıklı kitleye ulaşamanın tek yoludur. Toplumun bilinçli kesiminin hatası istenildiği üzere nefret tuzağına düşmesidir. Bu hataya düşmek için de acının dozunu yükseltmek yeterlidir… Bilinçli kesim nefret yanılgısını bırakıp sevgi gerçeğiyle kardeşine kucak açmadığı sürece haksız otoritenin zaferi engellenemez…
Yılmadan sevmek… Acılara alışmak değil çözüm. Gözünün yaşıyla kardeşine sarılmakta. Aynı düşünmek gereksiz. Düşünmeyi ve sevgiyi öğretmek yeterli… Kördüğümü beraber çözmek ve toplumsal kanseri iyileştirebilmek hala mümkün. Bölünmek değil bütünlüğe hizmet etmek. Çok acısa da düşmanın kardeşin olmadığını görebilmekte… Zor, evet… Ancak imkansız değil. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin kardeş olmak imkansız değil.
Herkes nefret etse de acı ya da ağrı insanın hayatta kalmasını sağlamak amacıyla ortaya çıkmış gelişmiş bir savunma mekanizmasıdır. Bize bu kadar sıkıntı yaratan bir his nasıl hayat kurtarıcı olabilir?
Düşün ve hisset… Ancak bu şekilde acı, toplumun da bireylerin de kurtarıcısı olabilir…
Düşün, düşündür. Hisset, hissettir… Yılmak bir seçim değil… Özellikle de toplumu yuva bilenler için.