felsefe taşı

Alçak Gönüllü Olma

Alçak Gönüllü Olma
Ekim 05
21:12 2013

“Alçakgönüllülük, faziletlerin temelidir”     Konfüçyüs

 

Hayatlarımız birer öyküdür. Hepsinin bir başlangıcı vardır. Bir öykünün aynı zamanda bir ortası ve bir sonu vardır. Çoğumuz öykünün ortasında bir yerdeyizdir. Öykünün nasıl biteceğine ise biz karar veririz…

 

Bütün canlıların ve insanoğlunun ortak ve tek amacı, yaşamak, yaşamını sürdürebilmek olup bu amacı gerçekleştirmek için dünyaya gelirken varolan içgüdüleri ile savaş verirler. Bu savaşa anlam katan ise insan onuruna yakışan biçimde yaşamak; her canlı türüne yaşam hakkı tanımak ve böylesi düşüncelere saygı göstermekten geçmektedir.

 

İnsanoğlu fiziki yapı olarak, doğa karşısında bazı canlı türlerine oranla dünyaya daha zayıf ve güçsüz olarak gelir. Bu yetersizlikten kaynaklandığı için her insanın varoluşunda bir eksiklik duygusu mevcuttur. İnsanoğlu çocukken güçlü insanlar arasında yaşayan güçsüz bir varlıktır. Sonraki yaşamı boyunca ise, daha önce kendisine egemen olan insanlar ve doğal güçler önünde, üstünlük kurmak ve gücünü kanıtlamak isteğinden doğan bu evrensel ve şaşmaz insan özelliği, tutarlı ve gelişmiş bir kişilikle olumlu yönde değiştirilebilir ve düzenlenebilir.

 

Bu yönüyle konuya yaklaştığımızda, kişilik, bireye özgü bir yapıdır. Olgun yaşa ulaşmış bir kimsenin bir başka kimseye benzemesi, onun ile aynı olması için uğraşıp didinmesi, kendi kişiliğini özünden tümüyle değiştirmesi yönünde çaba sarf etmesi boşunadır. Çünkü hiç kimse bir başkası olamaz. Taklitçi bir kişi, olsa olsa bir başkasının kötü bir kopyası olabilir. Örneğin; taklit, maymunlar için fazilet kabul edilirken, insanlar için olumsuz ve arzu edilmeyen bir davranıştır. (Ama gününüzde çoğumuz bu arayış içinde değil miyiz?)

 

Montaigne, insanın, insanlığın ahlâkî değerlerini araç değil, amaç sayan öğretinin kurucularındandır. Denemelerinde kendini inceleyerek algılamaya, anlamaya ve anlatmaya çalışmış, insanın ve insanlığın değerlerine ulaşma çabasını yansıtmıştır:[1]

 

“Kimi insan ile kimi insan arasındaki uzaklık, kimi insan ile kimi hayvan arasındaki uzaklıktan daha büyüktür. Üstelik kafa dereceleri buradan göklere çıkacak bir merdiven basamakları kadar sayısızdır. Ama insanları değerlendirmeye gelince, ne tuhaftır ki varlıklar içinde kendi değerleriyle ölçülmeyen bizleriz. Bir atı güçlü ve çevik olduğu için överiz, kuşamıyla değil. Bir tazı koşmasıyla övülür, tasmasıyla değil. Bir kuş kanadıyla övülür, püskülleri ve çıngıraklarıyla değil. Niçin insanı da kendinin olanla değerlendirmiyoruz? Aradığınız kılıcın değeridir, kının değil. Kınından çıkınca belki de beş para vermezsiniz kılıca. İnsanı kendi değeriyle ölçmeli, süsü püsüyle değil.”

 

İnsanı değerli kılan içinde taşıdığı değerlerdir. İnsanı geliştiren, yetiştiren, yükseltip yücelten öz budur. Her insanın özünde bu gizil gücün bulunmasına karşın, bazıları bunun bilincinde olmadıklarından gelişmemişlerdir.

 

Toplumların büyük bir bölümünce kabul görmüş bazı ahlâkî kurallar, insanlık tarihi kadar eski ve köklüdür. İnsan ve toplumun var olduğu günden beri, yazılı olmasa bile sözlü ve uygulamalı olarak kendisinden söz edilen ahlâk prensipleri ve kuralları vardır. Aslında bunların kâğıt üzerinde nazarî olarak bildirilmesi veya anlatılması pek o kadar da önemli değildir. Esas önemli olan, bu kuralların toplum hayatında uygulanma olanağına kavuşmasıdır. Kuru kuruya ezberletilmiş ve dikte ettirilmiş nezaket kural ve yaptırımlarının insanları erdemli davranışlara yönlendirme konusunda pek de fazla etkili olmadığı bilinen ve yaşanan bir toplum gerçeğidir. Bu bağlamda, ahlâk kuralları ve iyi insan olma yolunda temel girdilerden biri olan alçakgönüllülük ve tevazu, bütün dinlerin ve ahlâkî sistemlerin ödüllendirdiği erdemli davranışların temelini oluşturur.

 

“En yüksek dağın bile ayağının ovada olduğunu vurgulayan özdeyişin de çağrıştırdığı gibi, gururu ve kibiri olan bir insan, bir dağın tepesinde oturan ve her şeye yüksekten bakan bir kimseye benzer. Bu birey de kendi bulunduğu konumdan bir başka söylem ile yukarıdan aşağıya doğru baktığında, aşağıda bulunanları fiziksel olarak çok küçük görebilecektir. Ne var ki, aşağıda bulunanlar da başlarını kaldırıp göreceli olarak yüksekte tepedeki bu mağrur görünümlü kişiye baktıklarında, onu hiç şüphesiz küçük göreceklerdir. Bu analojideki (benzetimdeki) iki temel göstergenin eşiklerinden birinin alçakgönüllülük-tevazu sahibi olmak, diğerinin ise gurur-kibir yüklü olmak olduğu değerlendirilebilir..

 

Kavramsal Boyutun İncelenmesi

 

“Alçakgönüllü ol. Mütevazı insan, meyve ağacına benzer. Meyve dalının yere eğilmesi meyvesinin çokluğundandır.”      Ali Fuat Başgil ( Ord. Prof. Dr.)

 

Sözcük olarak alçakgönüllü,daha aşağı olanları kendisiyle eşit tutan ya da kendi değerini olduğundan aşağı gösteren, mütevazı – tevazu sahibi” anlamında kullanılmaktadır. (TDK)

 

Kavram olarak alçakgönüllülük ise; gurur, kibir ve bencilliği ortadan kaldıran içsel bir olgunluk ve erdem olup, bir bakıma bireyin kendini içtenlikle yargıladıktan sonra bu yargısını ortaya koyabilme yetisidir.

 

Sağlıklı bir kişilik yapısının oluşturulmasında ve alçakgönüllülük erdeminin ifade edilebilmesinde benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vererek gereksizce öğünmemek ve başkaları tarafından da övülmeyi gerektirecek koşulları yaratmamak temel göstergeler olmalıdır.

 

Nasıl ki insanın düşmeden ayakta dengeli bir şekilde durmasının nedeni iki ayağı ile bu dengeyi sağlayan gövdesi ise, alçakgönüllü olmada da kişilik, gerekli bir denge unsurudur. Kişiliğini yeterince kazanamamış ve onu oluşturan değerleri yeterince özümseyememiş kimseler yüzlerinde her gün değişik bir maske oluşturlar ve bu maskelerle yaşamlarını sürdürme gayreti içinde olurlar. Yaşadığımız ya da yaşamaya çalıştığımız zaman diliminde içsel görünümüyle kişilikleri kibir ve gurur ile kaplı, kişiliğini oluşturamamış maskeli o kadar çok insan vardır ki, bunların büyük bir bölümü kendi durumlarını gerçek yönüyle algılayabilmekten acizdirler…

 

Gerek kişilik ve gerek bulunduğu mevkii dolayısıyla kendini farklı gören bir insan, kendisini dev aynasında görme eğilimindedir. Buna karşın, bireysel temelde bizlerin gerçek görüntüsü ise, başkalarının tarafsız tuttuğu aynalardan yansıyandır.

 

Kendimizi tanımıyoruz… İşin kötüsü kendimizi tanımadığımızı da tanımıyoruz. Bilmiyoruz ki; bir buzdağının görünen yüzünden çok daha büyüktür görünmeyen, suyun altındaki yüzü… Bilmiyoruz ki; bizim de kendimizle ilgili bildiklerimizin, aslında bilmediklerimizin ufak bir parçası olduğunu… Kendimizi ne kadar tanıyoruz, ya da kendimizi tanıyor muyuz? Belki de “hiç tanışmamış” bile olabiliriz. Bunu da bilmiyoruz…

 

Kibir ve büyüklenme, bir insana en çok zulüm ve sıkıntı yaşatan kötü ahlâk özelliklerindendir. Tevazu ise, tam aksine, insana huzur ve rahatlık getirir. Kibirli bir insan, her şeyden önce tüm özelliklerinin kendine ait olduğunu zanneder. Örneğin zekâsının Yaradan’ın kendisine verdiği bir nimet olduğunu düşünüp şükredeceğine, zekâsıyla övünür. Bu özelliğini gözünde büyüterek çevresindekileri kendisinden küçük görür ve aşağılar. Bu karakter özelliğinin bir sonucu olarak, çevresindeki insanlar tarafından sevilmez ve itici bulunur. Belki, kibirli tavırlarından dolayı bazı kimseler onun yanında ezilip, saygı gösteriyor olabilirler. Ancak kibirli insana gösterilen saygı içten, samimi, gerçekten o kişiye hürmet duyulduğu için gösterilen bir saygı değildir; aksine onun kibîrinin, azametinin şerrinden kurtulabilmek için uygulanan bir davranış şeklidir. Dolayısıyla kibirli insanların gerçek, samimi, içten bir sevgi ile kendilerine bağlı dostları olamaz. Yakın çevrelerinde, hep kendilerine göstermelik bir ilgi ve saygı gösteren insanlar vardır.

 

Alçakgönüllülerin mutluluğu[2]

 

Ben’in yüceltilmesi olan gurur, sahip olduğumuz bazı niteliklere hayranlık besleyip, bizde olmayanlara sahip çıkmaktır. Bu tutum her türlü kişisel gelişmeye kapıyı kapatır, çünkü bir şey öğrenebilmek için, insanın önce bilmediği şeyler olduğunu düşünmesi gerekir.

 

Alçakgönüllülük kavramı çoğu kez kendini hor görmeyle, yeteneklerimize karşı güven eksikliğiyle, güçsüzlüğümüz karşısında duyduğumuz depresyonla, hatta aşağılık kompleksiyle ya da değersizlik duygusuyla ilişkilendirilir. Bu, alçakgönüllülüğün iyi yanlarını büyük ölçüde hafife almaktır, çünkü kendini yeterli görmek ahmaklara vergidir, oysa alçakgönüllülük, öğrenecek daha ne kadar çok şey olduğunu, kat edeceği yolun uzunluğunu hesap eden kişinin verimli erdemidir bir bakıma. S.K. Singh’e göre: “Gerçek alçakgönüllülük, kendi vicdanına göre özgür olmaktır, bu da alçakgönüllülük bilinci karşısında özgür olmak demektir. Bütünüyle alçakgönüllü olan birinin aklına kendi alçakgönüllülüğü gelmez.”

 

Alçakgönüllüler, kendilerini çirkin ve ahmak olduğuna inandırmaya çalışan güzel ve akıllı insanlar değil, ben’lerini fazla ileri sürmeyen insanlardır. Dünyanın merkezi olmadıkları için başkalarına açıktırlar ve kendilerini karşılıklı bağımlılığın doğru perspektifine oturturlar.

 

“Kendisine yararlı olan eleştiriyi, kendisine ihanet eden övgüye yeğleyecek kadar bilge olan çok az insan vardır” diye yazıyordu La Rochefoucaould, bize şunu anımsatan Tibetli bilgelere yankı olarak: “Eğitimlerin en iyisi, gizli kusurlarımızı ortaya koyandır.”

 

Toplumsal psikoloji alanında yapılan incelemeler, kendi kişiliğini gereğinden fazla yücelten kişilerin, saldırganlığa ortalama insanlardan daha fazla eğilimli olduklarını göstermiştir. Aynı şekilde, alçakgönüllülük ile bağışlama yetisi arasında bağlantı olduğu da ortaya çıkarılmıştır. Kendilerini başkalarından üstün gören insanlar, onların kusurlarını daha sert biçimde yargılar, bağışlamayı fazla hak etmediklerini düşünür.

 

Alçakgönüllü insan, kendine aşırı güven duyabilir ve elde edilebilecek en yüksek düzeyde kendilik değerine sahip olabilir. Ancak alçakgönüllü insan yalnızca kendine hizmet etmeye çalışmaz, diğerlerine de hizmet etmeye çabalar. Çünkü diğer insanlara karşı bir yönüyle verici olmak durumundadır. Uygun düzeyde alçak gönüllülük sergileyen kişi, diğer insanların dikkatini ve çabalarını, iyi niyetini, kendine ve projelerine, mümkün olan en iyi yoldan çeker. Yaşamın keyifli tuhaflıklarından biri, kibirli olarak hep kendini merkeze koymanın, kendi kendini yenilgiye uğratıcı, alçakgönüllülük ve diğerkâmlığın ise kendi kendini gerçekleştirici olmasıdır.[3]

 

Erdem ve alçakgönüllülük arasındaki ortak paydayı değerlendiren Andre Comte-Sponville’nin bu konudaki görüşüne bir göz atalım: Erdemler üzerine düşünmek insanı erdemli kılmaz, hiçbir zaman buna yeterli olamaz. Yine de bu düşünmeyi geliştirmek bir erdemdir: Bu alçakgönüllülüktür; konunun ve geleneğin zenginliği karşısında entelektüel alçakgönüllülük olduğu kadar, bu erdemlerin hemen hemen hepsinden, hemen hemen her zaman yoksun oluşumuz, ama yine de onların yokluğuna razı olamayışımız ve-bizim zayıflığımız olan-onların zayıflığından kendimizi muaf tutamayışımız gerçeği karşısında kelimenin tam anlamıyla ahlaki bir alçakgönüllülüktür”. [4]

 

Hepimizin hamurunda zayıflık ve kusur var; birbirimizin aptallıklarını affedelim, doğanın ilk yasası budur. Bu noktada hoşgörü alçakgönüllülüğe yaklaşır, daha doğrusu ondan kaynaklanır, tıpkı alçakgönüllülüğün de iyi niyetten kaynaklanması gibi: Hakikati sonuna kadar sevmek, aynı zamanda, insan için hakikatin vardığı kuşkuyu da kabul etmektir. Söz yine Voltaire’de: “Karşılıklı olarak birbirimize hoşgörü göstermeliyiz, çünkü hepimiz zayıfız, tutarsızız, değişkenliğe, hataya mahkûmuz. Rüzgârın çirkefe doğru eğdiği saz, ters yöne yatmış komşusuna, ‘Sen de sürün benim gibi, sefil, yoksa senin sökülmeni ve yakılmanı talep edeceğim,’der mi?” Alçakgönüllülük ile şefkat birlikte bulunur ve bu bütün, düşüncede hoşgörüye yöneltir.

 

Alçakgönüllülük ve tevazuu destekleyen birçok doğru yollar vardır. Bunlardan genel kabul gören birkaç örnek vermek gerekirse:

 

·         İnsanın en büyük erdemi, yeteneklerinin sınırlı olduğunu bilmesidir.

 

·         Başkasını aşağı görmek kolaydır. Sadece bakmaktan başka bir yetenek istemez.

 

·         Güçsüz durumda iken tevazu göstermek bir meziyet değildir. Ama zirvede iken, övülürken tevazu göstermek, ender rastlanan bir meziyettir.

 

·         Tevazunun başarılı olması için insanın kendine daha acımasız; başkalarına ise, daha bağışlayıcı olması lazımdır.

 

·         Kendini küçük görenler kibirli olmaya yakın insanlardır.

 

Modern anlamda kendini aşağılamanın dinamiğindeki en hassas nokta şudur: Kendimizi küçük görmek, birazcık olsun değerli olduğumuzu hissetmenin yerine geçebilecek bir olgu haline gelmiştir. Değerli bir insan olduğuna inanmayı reddeden, sırf bu yüzden aşağılanmaya, dışlanmaya boyun eğen o kadar çok insan var ki her biri, “O kadar önemliyim ki, insanlar beni aşağılamaya değer görüyorlar!” veya “Ne kadar asil olduğumu görüyor musunuz? Tahmin edemeyeceğiniz kadar yüksek ideallerim var ve ben bunların hepsini gerçekleştiremediğim için öyle utanıyorum ki!” der gibidirler.

 

Haddinden fazla kendini hor görmek ise, kendini beğenmişliğin başka bir ifadesidir. Gururunu aşağılama ile yenebileceğini düşünenler, belki de Spinoza’nın şu söylemine kulak verseler iyi olur:  Kendini hep küçük gören, kibirli olmaya en yakın insanlardır.”

 

Antik çağ Atina’sında ise, Sokrat, son derece pejmürde kıyafetlerle halkın arasında gezinerek işçi sınıfının oylarını toplamaya çalışan bir politikacının maskesini şu sözleriyle düşürmüştü: “İçindeki kibir, paltondaki her delikten dışarı fışkırıyor!”

 

Alçakgönüllülükve tevazu konusunda günümüze yansıyan algılayışın en güzel betimlemelerinden birini yapan Üstün Dökmen’in ünlü yapıtlarından biri olan “ Küçük Şeyler[5] kitabından bir alıntı ile devam edelim:

 

“Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına onulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkileri konusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerine inanmayanlar, bana Küçük Ağaç’taki hindiyi hatırlatıyorlar. İlginç bir roman olan ‘Küçük Ağacın Eğitimi’nde Kızılderili dede ve nine ile Küçük Ağaç adlı çocuk arasındaki ilişki anlatılmaktadır:

 

Küçük Ağacın dedesi, giderek derinleşen, üstü dallarla örtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneli derin bir çukura bağlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içine doğru mısır taneleri serpiştirir. Yaban hindisi başını eğip taneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Başını kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek bir çıkış yolu vardır, başını eğip tünelden gerisin geriye gitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl edemediği için çukurdan çıkamamaktadır.

 

Küçük Ağaç dedesine, ‘Dede, hindi niçin kafasını eğip tünelden dışarı çıkmıyor?’ diye sorar. Dedesi ‘Yavrum, hindi kendini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceği yeni bir şeyler bulunduğuna inanmadığı için, alçakgönüllülük gösterip başını eğemediği için girdiği çukurdan çıkamıyor’ der.

 

Çukurlar içinde kalakalma tehlikesi hepimiz için vardır. Ama eğer tüm insanların onurlarının eşit olduğuna inanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Anadolu’da ‘Boş başak dik durur’ derler. Dolu ve alçakgönüllü bir başak olduğumuzda, yaşam kalitemiz artacaktır.

 

Hangi ortamda olursa olsun-evde veya sokakta-ekmeğe saygı gösteririz. Yerdeyse basmayız, üstünden atlamayız; kaldırıp kenara, yüksekçe bir yere koyarız; hatta öperiz ekmeği. Yerdeki ekmeği kaldırma konusunda, büyük-küçük veya buğday-arpa ayırım yapmayız. Keyfimiz olsa da olmasa da yerdeki ekmeğe basmayız. Kısacası ekmeğe çok saygılıyızdır.

 

Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı birbirimize göstersek çok daha huzurlu yaşarız. Ekmeğe niçin saygı gösteririz? Çünkü nimettir. İyi de eşlerimiz, çocuklarımız nimet değil mi? Öğrencilerimiz, çıraklarımız, komşularımız nimet değil mi? Ben ülkemde yerdeki ekmeğe tekme atıldığını hiç görmedim. Ama yerdeki insana tekme atıldığını çok gördüm.”

 

İnsanın doğru, güzel, iyi ve olumlu davranabilmesi, bilinçli olmasına, davranışlarını denetlemesine ve kendini bilmesine bağlıdır. Ancak “Kendini bilen insan”, doğru, güzel, iyi ve pozitif davranabilir. Böyle davranabilmek için de bireyin kişiliğini geliştirmesi, olgunlaştırması ve bir bakıma “kendini bulması” gereklidir.

 

Kendini bilen insan, bütün davranışlarını kendini tartarak, çevrenin dengesini, düzenini ve uyumunu gözeterek yapar. Davranışlarında bir aksaklık, eksiklik, hata olursa geri denetim ve iç görüyle kendini toplar ve davranışlarını dengeleyip düzeltebilir.

 

Kendimizi anlamak için ayrıca alçakgönüllülüğe ihtiyacımız da var. İşe, “Kendimi tanıyorum,” diyerek başladığımda, kendimiz hakkında yeni şeyler öğrenmeyi zaten bırakmışızdır veya “Hakkımda öğrenilecek pek bir şey yok çünkü ben bir hatıralar, fikirler, deneyimler ve gelenekler toplamıyım,” dersek, o zaman da kendimizle ilgili gerçekleri öğrenmeyi bırakmış oluruz…

 

İnsanın olgunluğunu, kendisine yeterliğini ve kendini aşma yeteneğini betimleyen çeşitli bireysel niteliklerden her biri bir erdemdir. İnsan da, yaratılışından bu güne değin, erdemlere ulaşmak için uğraşmıştır. Bilgelerin bilgesi Sokrates, gerçek erdemin bilgelik olduğunu söylemiştir.

 

Bir insan alçakgönüllülükten ne kadar uzaklaşırsa, kişiliğinin oluşumunda temel etmenler ve erdemlerden de o kadar uzaklaşacak ve yaşamında belli düşünce kalıplarının dışına çıkamayacaktır.

 

Bunun yanı sıra alçakgönüllülük, toplumun temel erdemleri olarak değerlendirilen tolerans, eşitlik, olgunluk, sevgi ve adalet gibi kavramlarla birlikte bireyin ülkesine, toplumuna ve aile çevresine faydalı pozitif bir insan olabilme onurunu oluşturan yapıda, tuğla ve duvarları bir arada tutan ve ana eleman olan harcı oluşturan temel öğelerinden biridir. Bu öğelerden oluşan gerçek erdemin(faziletin) yansıması ve pırıltısı ise ancak insanın kendi içinde bulunabilir. İnsanın gerçek fazileti kendi dışında araması boşunadır. Asıl erdem, kendi içimizdeki iyilik, güzellik ve alçakgönüllülük duygusunun gelişmesindedir.

 

Bu bağlamda, Mevlâna’nın Mesnevi’sinde yer alan şu sözler kayda değerdir:

 

“Bir fili su içsin diye su kaynağına götürürler. Fil kendini suda görür ve başka bir fil sanar, ürker. Bilmez ki, yalnızca kendinden ürkmektedir. Zulmediş, kin güdüş, haset, hırs, insafsızlık, büyüklük taslamak gibi kötü huylar sende oldu mu, incinmezsin. Ama bunları bir başkasında gördün mü, incinirsin. Ama unutma ki, şu anda gördüğün şeyden inciniyorsan, başkaları da senden incinebilir.”

 

Sonuç olarak alçakgönüllülük, bireyi yüce amaçlara doğru yönlendirmenin, devindirmenin ve dönüştürmenin temeli ve yoludur. Bu bakış açısı ile konuya yaklaştığımızda Mevlana, Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol cümlesi ile alçakgönüllü olabilmenin çıkış noktasını vurgulamaktadır.

 

KAYNAKÇA

 

Comte, Andre – Sponville – Büyük Erdemler Risalesi

 

Dökmen, Üstün (Prof. Dr.)– Küçük Şeyler. -Birinci Basım: Aralık 2004/İstanbul

 

Montaigne-Denemeler

 

Morris, Tom Gerçek Başarı (Mükemmellik Üzerine Yeni Bir Felsefe)

 

Richard, Matthieu -Mutluluğa Övgü / Plaidoyer pour le Bonheur

 

 


[1] MontaigneDenemeler

[2] Matthieu Richard-Mutluluğa Övgü / Plaidoyer pour le bonheur

[3] Tom MorrisGerçek Başarı (Mükemmellik Üzerine Yeni Bir Felsefe)

[4] Andre Comte-Sponville – Büyük Erdemler Risalesi

[5]Üstün Dökmen (Prof. Dr.)– Küçük Şeyler. -Birinci Basım: Aralık 2004/İstanbul

 

 

31.672 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Gyges’ in YüzüğüGyges’ in Yüzüğü “Mitler, insandaki ruhani potansiyelin metaforlarıdır.” Joseph Campbell   “Hepsine hükmedecek bir yüzük, hepsini o bulacak, hepsini biraraya getirip, karanlıkta birbirine […]
  • Köylü-kentli farkı, İslam-Hıristiyan ayrışmasına dönüşünce…Köylü-kentli farkı, İslam-Hıristiyan ayrışmasına dönüşünce… Derken efendim, 7.6 şiddetinde bir depremin vurduğu Pakistan'da, kahırlardan kahırlara yuvarlanan milyonlarca insan, yıkılan kerpiç evler, silinip giden köyler... Japonya’da köylülük […]
  • Mitolojide Echo ve Narcissus’un HikâyesiMitolojide Echo ve Narcissus’un Hikâyesi Ovidius’un “Dönüşümler”’inde 3.kitap 340. mısradan itibaren anlatılmaya başlanmıştır bu hikâye. Echo diye bilinen yankı ve meşhur Narcissus’un hikâyesi…   “Narcissus doğduğu gün, Kâhin […]
  • Güneşin Durduğu GünGüneşin Durduğu Gün Dünyanın kendi ve güneşin etrafındaki dönüşünün oluşturduğu kozmik olayların, Kuzey ve Güney kutupları arasında oluşan 23.27 derecelik eğimle zaman ekseninde değişimlere yol açtığını, […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler