Bencil Olma Sanatı
Sanıyor musunuz ki çağlayan misalidir yüreği insanın…
Zannediyor musunuz sürekli akar da akar…
Hiç de değil…
Gün gelir debisi azalır, kurur hatta…
Saygı, sevgi, hoşgörü…
Hepsi tükenebilen kavramlar aslında.
Kabul edin, ya da etmeyin.
Öyle bol keseden dağıtırız ki bu erdemleri.
Bir bakarız, kendimize dahi verecek sevgimiz, saygımız, kendimize dahi gösterecek toleransımız kalmamış…
Vurmuşuz dibe…
***
Şarj edilebilen pillere benziyoruz hepimiz.
Sürekli veriyoruz, sunuyoruz, aktarıyoruz.
Ama adı üzerinde, “şarj edilebilen pil”
Şarj edilmezse tükenir, biter.
Sevgi, saygı ve hoşgörü de zaman zaman şarj edilmeyi gerektiriyor.
Yoksa tükeniyor.
Seven sevildiğini, sayan saygı duyulduğunu görmek istiyor.
Keza hoşgörü gösterebilen bir gün bu hoşgörüye ihtiyaç duyabiliyor…
Ki, bu da öyle doğal ki…
***
Bu demek değildir ki tüm hisler karşılıklı olmalıdır.
İnsan karşılıksız da sever, insan karşılıksız da verir.
Ama bir yere kadar.
Bir gün iflas eder insanın ruhu…
Birebir aynısını olmasa da, verdiğinin hiç olmazsa minik bir yansımasını ister karşıdan.
Minik de olsa bir “teşekkür” bekler.
Ya da, duyduğu saygının karşılığında bir nebze de olsa “adam yerine koyulmak”
Attığı yüz adıma karşı atılmış bir adım bile yeter insanın ruhunu şarj etmeye.
Sabırla ve günlerce suladığı bitkinin minicik bir çiçek vermesi gibi…
***
Vermek, verebilmek bu dünyanın en güzel duygusu.
“Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyen Sait Faik’e sonuna kadar katılıyorum.
Ama gerçekten hak edeni…
Ve hak ettiği oranda…
Hak etmeyene sunduğumuz sevgi ve saygı kendimizi israf etmek aslında.
Atina’da verdiğim bir konferansta bu tezimi dillendirdiğimde dinleyiciler arasında yer alan bir Yunanlı kadın söz almıştı.
“Sürekli insanları sevmeyi öğütleyen suni motivasyonlardan bıktım. Dürüstlüğünüz için teşekkür ederim” demişti.
O gün bugün usumda özel bir yeri vardır bu “Suni motivasyon” ifadesinin.
Sevgiye, vermeye dair güzel sözler paylaşılır sürekli sosyal medyada.
Çiçeği sev, böceği sev vs. vs. vs.
Çoğuna güler geçerim.
Çünkü bilirim ki o sözleri paylaşanlar dahi gereğini yerine getirmez o sözlerin.
Ben, kendi yaklaşımımı Mevlana’nın bir sözünde buldum yıllar önce…
“Verdiğin değerin karşılığını görmüyorsan, gördüğün değeri ver ki; herkes yerini bilsin” diyor Mevlana.
Aynı Mevlana şöyle devam ediyor “Hiç kimseye hak ettiğinden fazla değer verme; ya onu kaybedersin ya da kendini mahvedersin…”
İnsan sevgisinin gelmiş geçmiş en büyük ustasının bile bu sözleri etmiş olması ilginç değil mi?
Benim anlatmaya çalıştığımı yüzyıllar önce çok güzel özetlemiş büyük düşünür…
***
Geçmişinde intihar girişimi olduğunu bildiğim bir dostum vardı.
Kaldı ki, dostumu çok iyi tanırdım.
Son derece verici, fedakâr, insanları mutlu ettikçe mutlu olabilen birisiydi.
Asla ihtimal vermezdim böyle bir delilik yapabileceğine.
Bir gün sohbet ederken, konu döndü dolaştı, zamanında yaptığı çılgınlığa geldi.
“Öyle yoruldum ki yediğim kazıklardan, kendimi sevecek enerjim kalmamıştı” dedi.
Bir psikologdan destek almış.
Görüştüğü psikoloğun önerisini aktardı.
“Sevgisiz yaşamazsınız” demiş gittiği psikolog, “İlle de insanları sevmek zorunda değilsiniz. Bir köpek alın ve o köpeğe aktarın sevginizi. Sevmeden yaşayamaz insan.”
“Sevmeden yaşayamaz insan.”
Ne kadar doğru bir saptama…
Psikoloğunun dediğini yapmış dostum.
O köpek sarmış yüreğindeki yaraları.
O köpekle yeniden keşfetmiş sevmenin ve ver(ebil)menin önemini.
***
Günümüzün maddi ve etik değerleri öyle farklılaştı ki…
Bazen düşünüyorum, sevginin önemine vurgu yapan filozoflar bugün yaşamış olsalardı yine aynı sözleri söyleyebilirler miydi?
“Devir değişti” deriz ya hani.
Devir hakikatten çok ama çok değişti.
Değişen değerler yapısı da kendi kurallarını yarattı.
“Borç yiğidin kamçısı” demiş eskiler.
Günümüzde borç alanın değil, verenin sırtına inan bir kırbaç oldu.
Artık borç verdiğinizde borcunuz size geri ödeneme kadar ölüp ölüp diriliyorsunuz.
Çoğu zaman da dönmüyor zaten, üzerine bir bardak su içiyorsunuz.
Birisinin haksızlığa uğradığı durumlarda insanlar “Aman şahit yazmasınlar” deyip sırtını döner hale geldi.
Güvensizlik öyle bir salgın halini almış ki hiçbir senede sepete imza atmama kararı kişisel anayasalarımızın ilk maddeleri arasına girmiş.
İşsizlik öyle bir noktaya ulaşmış ki, herkes en yakın dostundan bile huylu, “yerime göz koyar mı” diye…
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” öğretisiyle yetişmiş kuşakların yeni temsilcilerinin artık bırakın aç mı tok mu olduğunu; komşusunun kim olduğunu bile bilmediği bir dönem yaşıyoruz.
Öyle kanıksamışız ki bu durumu, hiç ummadığınız bir anda birisinden bir yardım gördüğümüzde farkında bile olmadan “insanlık ölmemiş be” cümlesi dökülüyor dudaklarımızdan…
Şaşırıyoruz birisi bizim için bir iyilik yaptığında…
“İnsanlık ölmemiş be” itirafı günümüzün değerler erozyonun en güzel itirafıdır.
***
Şu durumda tıpkı pili bitmeye yüz tutan bir akıllı telefonun şarjını korumaya alması gibi, insanların da kendilerini koruyabilmesi gerekiyor.
Günümüzün geçerli kuralı bu.
Eğer sevgimizi, özverimizi, saygımızı koruyabilmek istiyorsak; biraz bencil olmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Bencil kelimesi soğuk, itici gelebilir ilk anda.
Ama “ben” demeden “biz” diyebilmemiz mümkün mü?
Kendimizi sevmeden başkalarını sevmemiz olası mı?
Kişi kendisine saygı duymuyorsa başkasına saygı duyabilir mi?
İnsan kendisine dahi bir şey veremiyorsa, başkalarına bir şey verebilir mi?
Bu gerçekle yüzleşme cesaretini gösteremeyiz nedense.
Zira bencil olmak her zaman tukaka, verici olmak yükselen değer kabul edilmiştir sosyal yaşamda.
“İnsanın en büyük yanlışı karşısındaki insana gereğinden fazla değer vermesi değil, kendisine daha az değer vermesidir” der Che Quevera…
Ne kadar doğru bir tespit değil mi?
Tıpkı Mevlana’nın “ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da… Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma” sözünde olduğu gibi…
“Yemedim, yedirdim…”
“İçmedim, içirdim…”
“Saçımı süpürge ettim…”
Bunlar hep yaşanmamışlığın itirafıdır aslında.
Yaşanmamışlıklar bir gün er ya da geç “pişmanlık” ya da “içte kalan ukde” olarak çıkar karşımıza.
Keşke yedirirken biraz da yemeyi; içirirken de biraz içmeyi akıl edebilsek.
***
Bencil ve egoist arasındaki farka benzer fedakâr ve enayi kelimelerinin arasındaki fark.
Egoistliğe dönüşmemiş bir bencillik kişiye kendisini koruma şansı tanır…
Keza enayilik halini almamış bir özveri de insani değerleri ayakta tutar.
“Mutlu olmayan, mutlu edemez”
Kuraldır bu…
Mutsuz eş, mutsuz aileler yaratır.
Mutsuz patron mutsuz çalışanlar, mutsuz öğretmen mutsuz öğrenciler….
Yeni mutluluk kavramının özünde kişinin kendi mutluluğu vardır.
Hiç insan kendinde olmayan bir şeyi verebilir mi?
İşte bu yüzden israf etmemeli insan bu en değerli duygularını…
Sevgimizi, saygımızı, hoşgörümüzü hak eden o kadar çok insan var ki çevremizde.
“Hep bana, rabbena” diyenlerden koruyalım, israf etmeyelim kendimizi…