Hazır Ol Hayat… “BEN” geliyorum…
Şöyle bir geriye bakınca görüyorum ki bugüne kadar yaptığım ettiğim her ne varsa aslında hepsi sevilmek, kabul edilmek, takdir görmek böylece de kendimi var edebilmek üzerineydi. Kafası kopuk tavuklar gibi bir oraya koştum bir buraya. Beni sevin, beni kucaklayın, beni onaylayın istedim hep. Çünkü cidden değerim hakkında, ne kadar sevilmeye layık olduğum hakkında, ama temelinde kim olduğum hakkında hiç bir fikrim yoktu. Aslında vardı da sadece yazılı bilgiden ibaretti bu.
Çocukken anne babamın sevgisini alabilmek için çabaladı durdum. Onların istediği gibi bir çocuk oldum. Toplumun sevdiği çocuktum hep. Aferin Hasan, çok akıllı uslu çocuktur, sözlerini duydum hep. Böylece kendimi mutlu hissediyordum. Benden “daha güçlü” olanlar beni onaylıyordu. Beni seviyordu. Demek ki ben sevilebilirdim.
Sonra ergenlik geldi. Karşı cinsi keşfettim. Ama işin aslı kendimi hiç beğenmiyordum. Sevmiyordum. Şişman, hafif bıyıklı, colormatic gözlüklü çocuklardandım ben. Kim niye beğensindi ki beni… Gerçi hoş arada hoşlananlar olmuştu, söylemişlerdi ama ben inanamamıştım. Zaten benim hoşlandıklarım benden hoşlanmamışlardı ki. Sonra bir gün Ankara Gençlik Parkı’nda yarış arabasına bindim. Orada iki çocuk bana baktı ve işaret ederek güldüler. Şişkoya bak sen şeklinde. O anda karar verdim, ben şişko oldukça sevilemezdim ve ne neşelenmeye, ne oynamaya hakkım vardı.
Sonra Lise geldi, aşık oldum ama en olmayacakları seçtim kendime. O kadar da saftım ki birbirinin kankası iki kıza birden takılmaya çalıştım. Birisi reddedince diğerine. Bu arada beni arayıp hoşlandığını söyleyen bir kız da oldu, ama hani o kimliğini sakladı ben de üstüne gitmedim. Kaldı öyle. (Halbuki çok da çekici bir kızmış, 20 sene sonra Facebook’ta karşılaştığımızda anladım kim olduğunu) Tabii bu arada ailede hep sevilen, örnek gösterilen bir çocuktum. Okulda da… Ama zaten başka türlüsünü yapmama da imkan yoktu ki… Aslında zincirliydim de farkında değildim…
Üniversite yepyeni bir başlangıç oldu. Yepyeni bir gezegendi sanki. Tabii ben yine gittim gittim olmayacak dualara amin dedim. Olan dualar da bir süre sonra sıkıcı geldi. Sık sık ağladım, üzüldüm. Sonra gidip kendimden 4 yaş küçük birisine aşık oldum. O zamanlar ben üniversite 2’ydim, o Lise 2. Benim sevsin diye her türlü bildiğim numarayı yapıyordum. Oldu da… Sevgili de olduk. İlk kez biriyle çıkıyordum. Ama o sonrasında öyle bokunu çıkarmıştım ki olayın, ben üniversiteye hazırlanacam, sıkıldım bundan deyip tepiği koymuştu. O gece işte spiritüel yolculuğum başlamıştı. Tekmeyi sağlam yemiştim, ama kendimi tanıma yolculuğum da başlamıştı.
Zaman ilerledi ve ilk ciddi ilişkimi yaşadım 3 sene sürdü. Bildiğim ilişki modelini yarattım, annemle babamı. Ama elbette ki benim versiyonumla… Daha çok paylaşım vardı, ama elbette ki çekişme… Esasında hayatıma giren tüm kadınlarla geçmiş hayatlarımızdan bağlantılarımız vardı. Bunu yıllar sonra anlayacaktım. Zaten sevgili görücüm Gül bana demişti ki “Olm sen manyaksın. Kendine öyle bir yaşam planı seçmişsin ki geçmişindeki karmaları temizlemek istemişsin her adımında. Bu yüzden kendini bilmeye başladığından itibaren hep geçmiş hayatlarınla bağlantılı kişiler girmiş hayatına…” Nitekim o da öyleydi, diğerleri de… Hatta anaokulumda canıma okuyan öğretmenim Gülten de… Birbirimize harika hediyeler sunmuştuk.
Üniversiteden sonra artık kartvizitlerimi çoğaltma zamanı gelmişti. Esasında bunu sadece istenirliğimi arttırmak için yapmıyordum. Ruhumdan gelen şeyleri yapmayı seviyordum, ama dünyevileşince yan getirilerini de fark etmiştim. İçimdeki boşluk kocaman halde yerli yerinde duruyordu. Kimim, neyim bilmiyordum. Ama bilmemem demek yok olduğu anlamına da gelmiyordu. Sadece kendimin farkında olmadım hiç. Kendime içsel aynamda bakmadım. Hep çevremden istiyordum sevilmeyi, kabullenilmeyi. Çünkü benim aynam çevremdi. Onların beni sevmesini isterken, aslında isteğim sadece kendimi sevmekti. Kendi tarafımdan sevilmekti. Bunu şu satırları yazarken anlıyorum.
Evliliğimde benzer şekilde kadersel ve karmikti. Eşimle daha önce 19 hayatı birlikte yaşamıştık ve birbirimizin hocası ve öğrencisi olmuştuk. O muhteşem bir rol üstlendi benim için ve bana enfes armağanlar sundu, benim de ona sunduğum gibi, farkında olmasak bile aslında ne yaptığımızın… Görünen de birbiriyle anlaşamayan iki kişi vardı. İki dik kuyruk. Ama sonrasında anladım ben kendi adıma ne yaptığımızı. Birbirimize nasıl armağanlar sunduğumuzu. Onun sayesinde o kadar çok geliştim ki…
Tabii bu arada rahat durmuyordum ben işin esasında. Kendi değerimi ve sevilebilirliğimi anlamak durumundaydım, çünkü içimde kocaman bir boşluk olduğu gibi duruyordu. Artık daha olgunlaşmıştım, tecrübem artmıştı ve dilimi iyi kullanıyordum. Kendimi sevebilmem ve değerli hissedebilmem için başkalarının özellikle de kadınların ilgisine ihtiyacım vardı ve alıyordum da… Sonra daha çetrefilli bir oyuna başladım. Aynı ortamdaki birkaç kadını birden baştan çıkartıyordum. Hepsi de doğal olarak birbirini fark ediyordu ve içten içe bir rekabet başlıyordu. Ben de bu rekabeti görüp zevk alıyordum. Vay be Hasan, görüyor musun fıstık gibi kadınlar senin için rekabet ediyorlar, deyip kendimi tatmin ediyordum. Halbuki bu koca bir yanılsamaydı. Kimse benim için rekabet etmiyordu. Herkesin kendini daha değerli, daha sevilebilir olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı. Çünkü kimse kendinin kim olduğunu bilmiyordu ki aslında. Bir oyun oynuyorduk hepimiz ve birbirimizi besliyorduk.
Sonra bir de üzerine Facebook çıktı. Artık yazdıklarım sosyal medyada yayılıyordu. Her ne kadar o anda kendim için yazsam da sonradan gelen ilgi beni besliyordu, hoşuma gidiyordu. Hatta yazılardan sonra beğenlere ve yorumlara bakıyordum özellikle. Başkalarının benim kim olduğumu söylemesine bayılıyordum. Buna ihtiyacım vardı çünkü… Diğer türlü kim olduğumu bilmeden, yok olup giderdim… Kaybolurdum… Yalnız kalırdım… Ölürdüm… Çok korkuyordum bundan…
Kimi zaman başkasının enerjisini emdim, kimi zaman alkış toplamak için yapmadığım şey kalmadı, kimi zaman farkında olarak veya olmayarak sevilme ve değer görme oyununun kralını oynadım, bunu göremeyince küsme oyununa geçtim ki yine sevileyim… Ama odağım hep etrafımdaydı… Hep… Kendimi sevmecilik oynamaya çalıştığımda bile…
Dün gece ilk defa net olarak içimdeki o boşluğu gördüm. Evet, teorik olarak biliyordum hep. Defalarca yazmış ve anlatmıştım da… Ama asla içimdeki o boşluğa bakmamıştım. Boşluk diye anlatıyorum, aslında oranın boş olmasına imkan yok. Boş olsa bu beden hareket edemezdi bir kere… Ama benim gözlerim için boş. Çünkü algılamadığını görmez göz ve o boşluğu hemen başka bildikleriyle örer. Benimkisi dünyevi etiketler ile örülüydü. “İyi çocuk Hasan”, “Efendi Hasan”, “Sevilen yazar Hasan”, “Kadınların beğendiği Hasan”, “Onu yapan Hasan”, “Bunu yapan Hasan”… Gerçi hoş sevilme, takdir görme arzum sayesinde dünyaları devirdim. Tek başıma yapmadığım şeyi bırakmadım neredeyse. Bu bağlamda bu duygu bana müthiş hizmet etti. Bu yüzden hiç kızgın değilim.
Fakat boşluğa baktığımda hissetiğim şuydu. İçimdeki koca bir boşluk varken bunları yaptım. Peki burasının doluluğunu keşfedip hissedersem hayat nasıl bir deneyim olurdu?
Şimdi bundan sonrası bunu keşfetmenin zamanı…
Odağım şu ana kadar hep dışarı dönüktü. İçimdekini dışarıda arayıp durdum. Ama şimdi dışarısı içimden yansıyacak, aslında hep olduğu gibi. Daha önce boşluğumu yansıtmıştım, şimdi OLAN’ımı ve BEN’i yansıtacağım… Elbette ki BEN’imle kucaklaştıkça…
Hazır Ol Hayat… BEN geliyorum…