Yaşar Kemal ve Ölümsüzlük…
Geçtiğimiz günlerde Edebiyat Dünyası’nda büyük bir çınar devrildi ve biz Yaşar Kemal’i kaybettik. İnce Memed, “Demirciler Çarşısı Cinayeti”ndeki güzel atlara binip giden iyi insanlar, “Çocuklar İnsandır”daki Zilo, “Yer Demir Gök Bakır”daki Taşbaş ve daha nice kahramanlar yetim kaldı o gidince. Kitapların o masalsı bulutlarının arasında kocaman bir yıldız kaydı bu hafta ve bu sefer bir dilek tutulmadı…
Sene 1923, yer Osmaniye… İleriki doksan yıl boyunca halkı için mücadele edecek, Toroslar’ın sesini dünyaya duyuracak, yazdığı kitaplarla edebiyatseverlerin gönlünde Nobel alacak bir bebek geldi dünyaya; Kemal Sadık Gökçeli. Anadolu’nun çetrefilli, dik ve yorucu coğrafyası onu da ezmeye çalıştı önce. Babasını camide namaz kılarken elinden aldı, sağ gözünü en olmadık şekilde ve belki de “kaza” olarak nitelendirilen bir olay ile görmez kıldı, açlığın, yokluğun, olmazları olur etme çabasının bin bir çeşidini bonkörce sundu. Kısacası hayat hiç de altın tabakta sunmadı yaşamı ona. Ama yaşar Kemal güçlüydü; bir kahraman değildi belki ama güçlüydü. Hatta kahramanlık konusundaki sözlerini de paylaşmadan geçmek istemem: “İnsanların en korkağıyım. Kahramanlardan nefret ederim. Ama insanın bir özelliği de korkuyu yenebilmesidir,” demişti bir röportajında. Çünkü biliyordu; hayatı, insanı, doğayı, kültürü, doğuyu, gerçek ile gerçeküstü arasındaki farkı… Çok iyi biliyordu. Kitaplarında da çok net gösteriyordu bu birikimini üstelik. Bir kitabında halkı köy ağalarına karşı dik durmaları için uyandırmaya çalışıyor, bir başka kitabında üfürükçülerin, hacı, hocaların şuursuzca tesirinde kalan cahil kesimi silkeleyip kendine getirmeye çabalıyor, bir başkasında ise sokaktaki çocuğun dili, yüreği, sözcükleri oluyordu. Her zaman halkın aydınlanması, ileri gitmesi, haklarını bilmesi, kardeşçe yaşamanın güzelliğini fark etmesi öncelikli hedefiydi. Son nefesine kadar da mücadelesinde elinde tuttuğu bayrağı bir an olsun yere bırakmadı. İşte O’nu Yaşar Kemal yapan da buydu… O bizdendi, halktandı, Çukurova’nın bağrındandı… Yerelden evrensele açılmayı keşfetmiş bir halk insanıydı.
Her ne kadar yarış atlarına ödül verileceği tezini savunup bu konuda çok hevesli olmasa da; yaşamı boyunca aldığı sayısız ödül de onun ismini Edebiyat Dünyası’nda altın harflerle yazmak adına etkili oldu. Ödül konusunda yakın dostu Zülfü Livaneli’nin aktardığı bir anısını sizlerle paylaşmak isterim: “Yaşar Kemal 1984 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’dan Elyesee sarayının görkemli salonunda Legion D’Honneur (Lejyon Donör) madalyası almıştı. Törenin ciddi havasını Yaşar Kemal samimiyete dönüştürdü ve madalya takan Mitterand’a sarıldı. Miterrand’da “Yaşarrr” diyerek ona sarıldı. Ve birden o resmi ortam neşeli bir havaya dönüştü.”
Yine ödüllerle ilgili bir başka anıya değinecek olursak; Yaşar Kemal Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş olmasına rağmen çıkan asılsız bazı söylentiler sebebiyle ciddi bir karalama kampanyasına maruz kalmıştı. Yaşar Kemal’in Türkiye’de beşinci sınıf bir yazar olduğu konusunda çirkin dedikodular yayıldığı için, entrikaların gölgesinde geçen bir sonuç ortaya çıkmış ve Sezar’In hakkı Sezar’a verilmemişti. Ancak 2 Mart 2015 günü Yaşar Kemal’in cenazesini adım, adım takip ederken gördüm ki, aslında bu dev Edebiyat Çınarı zaten yüreklerimizde ödüllerin en güzelini aldı. Ölümsüzlük Ödülünü…
Kitaplarını hayranlıkla okuyan biri olarak, İngiltere’nin Shakespeare’i ile denk saydığım değerli büyüğüm Yaşar Kemal’i saygı ve rahmetle anıyorum. Işıklar içinde uyu büyük üstad…
İlk yayın: www.oncuhaberler.com (Mart 2015)