felsefe taşı

Zaman Bana Ne Öğretti?

Zaman Bana Ne Öğretti?
Ekim 10
14:33 2016

“Kardeşlerimi Tanrı yarattı; fakat dostlarımı ben buldum.” Goethe

Kendi ile zaman zaman yüzleşen, kendi ile hesaplaşan insanın, yaşanmışlıktan edindiği tecrübeden (demden) ve farkındalıktan çıkarımlarının bir kısmıdır bu sorunun cevapları…
“Zaman bana ne öğretti?”

En yakın çevren için bile, ne kadar çabalarsan çabala yolunun sadece kendine özgü olduğu ve sadece ama sadece senin bu yolda değişip, yenilenebildiğini…

Hayal kırıklığı denilen lanetin, eğer sen izin verirsen senin kanını emerek ömür boyu senin başucundan ayrılmayacağını ve onu yüreğinden, benliğinden söküp atmanın gerekliliğini…

Mumun dibini de aydınlatmasının zor olduğu gerçeğini, sözün eyleme dönüşmesindeki güçlüğü ve onu yenmek için amansızca verilen mücadelenin sonucu ulaşılan yeni farkındalık düzeyinin hazzını…

Bilinçli, kişilikli bireyin farklı, hür ve kendine özgü yolunda yürümesinin verdiği mutluluğu ve bu ince, dar, asla ve asla sıradan ve sürüden olmayan, meşakkatli yolda yürüyebilmenin güçlüğünü…

Kitle ile birlikte iyi, doğru ve güzele doğru yürümenin hazzı ile gerektiğinde onların tamamını karşına alacak şekilde onlara aynadaki çirkin yönlerini keskin bir biçimde gösterebilme cesaretinin dengesini…

Asla! Ki bu asla demektir; popülist, halk dalkavuğu olmamayı, bunu yapanların acınası hallerini…

Günü kurtarmacının iğrenç felsefesizliğinin, karaktersizliğin, acizliğin, zora gelince derhal salya sümük duvara sırtını verip kıvrılmanın, duygu ajitasyonunun, her devrin adamlığının kişiyi acınası derecede küçülttüğünü…

Saygının kazanılan bir değer olduğunu, “Bana saygı göstermiyorsuncu”nun ilk yapacağının ağlaşmak, sızlaşmak değil o saygı için emek harcayıp onu kazanması gerekliliğini…

Onaylanma, beğenilme güdüsü ile başkalarının kişiyi değerlendirdikleri ölçütler uğruna yaşamını tarumar etmenin ne kadar genel olduğunu…

“Benim ondan neyim eksikçi” her daim yarışmacı “Ben de, ben de” söylemine sahip avamdan mümkün olduğunca uzak durulması gerekliliğini…

Seçmenin, kendi hayatının iplerini elinde bulundurmanın önemini, “fark etmezci”nin yanyana dizilmiş sıradan bir kitledeki herhangi biri gibi hiçbir zaman fark edilemeyeceğini…

Hayatın adam gibi adamın kendini gerçekleştirebilmesi için bir fırsat olduğunu ve bu yolda zamanın çok ama çok kıymetli olduğunu…

Sevginin yaşamın anahtarı olduğunu ve açılmaz denilen bir kapı bile olsa onun her kapıyı er ya da geç açtığını…

Sevginin dile getirilmesi ve hissedilip gösterilmesi gerektiğini, kimsenin onu bulmak için arkeolojik kazıya çıkmasının zorunlu olmadığını, “Aslında o seni çok sever”ci halk arası zırvalığı toprağın dibine gömmenin gerekliliğini…

Gözlerin ruha açılan birer pencere olduğunu ve çok şeyler anlattığını…

Birisi için “O çok saftır, çok duygusaldır, çok zayıftır, dokununca ağlar, çok narindir… Vs” dendiğinde söylenmek istenenin o kişinin klinik bir vaka olduğu ve uzak durulması gerekliliğini…

Zerdüşt’ün dediği gibi kötünün bilinmediği yerde iyinin de tanımlanamayacağını ve kötünün aranacağı yerin kişinin kendi içi olduğu ve ona direnmenin, kendi kendinle baş edebilmenin zorluğunu ama asla ona yenilmemenin ve pes etmenin gerekliliğini…

Kendini dinlemenin, kendi ile aynada yüzleşmenin gerekliliğini, beğenmediğin pürüzleri düzeltmek için yaşam boyu verilen savaşı, hayat boyu kendinden yine kendine sefer eylemenin gerekliliğini…

İlim sahibi olmanın, bilgilenmenin önemini, aklın ve hikmetin önderliğinde sezgiye de gerektiğinde danışmayı, anlamlı bir yaşamın hedef olduğunu ve bir feylesof gibi yaşayabilmenin güzelliğini…

Hayatın bir yol olduğunu bu yolun özenle yürünmesi ve özel olması gerekliliğini, görev bilincini ve görevin üstün geldiğini, hakikat arayışının süreceğini…

Güzel söz söylemenin ya da yazmanın ancak bu doğrultuda eyleme dökebilme ile bir arada olunca kıymetinin olduğunu…

Çareyi kendi dışında aramanın boşunalığını ve hariçten gelmediğini, her zaman çarenin bireyce bulunması gerekliliğini…

“Keşke”lerin akıl sağlığı bozukluğunu “iyi ki”ler ile kırmanın gerekliliğini…

Güven duymanın ürkek bir ceylan gibi olduğunu, merhametten maraz doğması olasılığının yüksek olduğunu ve kimsenin kendini “acayip kertenkele” zannetmemesi gerektiğini…

Mevlana şöyle diyor: “Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir.” Sevginin de bilginin de hak edene verilmesi gerekliliğini, aksi halde kıymetinin bilinmediğini…

Tekâmülün hayatın temeli olduğunu…

Umutsuzluğun, karamsarlığın, çaresizliğin yüreklerden sökülüp atılması gerekliliğini…

Mazrufu merak etmeden zarfa bakıp onun ile yetinmenin genel kabul gördüğü kitlenin aksine, ezoterizmden öğrenilecek çok şey olduğunu…

Ucuz insanlık, vicdan, gözyaşı pazarlayıcısı, eksik akıllı ağzı açıkların kakofonisinin bıkkınlık getirdiğini…

Başkasının hayatına gelenek, örf, adet, töre, ilkel yaşam biçimi dayatması kullanarak taarruz etmeye kalkmanın kepazeliğini…

Her öğrendiğini “Uygulaması çok zor, ben böyleyim… Beni böyle kabul etsinler vs…” diye yan çizip yengeç gibi yan yan uzaklaşanın, ömür boyu kaçtığı bu değerlerin kendisini bıkmadan usanmadan kovalayacağını…

Korktuğun, çekindiğin ne ise onun, er ya da geç sonunda dönüp dolaşıp anlının tam ortasına yapışarak gerçekleşeceğini…

“Beklerler” diye içinden gelmeyerek ezber davranışlar yapmamak gerekliliğini…

“Aslını inkâr etme, topraklarının kokusunu unutma” kisvesi ile değişime, gelişime savaş açıp kütük gibi kala kalmanın duygu sömürüsü ile teşvik edildiğini…

Hür olarak düşünmenin, sorgulamanın, görgünün önemini ve kibrin en büyük zehir olduğunu…

Egosal krizler sonucu geçirilen havalelerde çırpınan sözde kendini paye, etiket ve makamca önemli gören dev aynası müdavimlerinin her daim içine düştükleri trajikomik durumlarda tüm atımlık barutlarını kullanarak çırpındıkça batmalarını…

Yolda olanın, farklı seslerin, yeni görüşlerin, birey olabilenin çoğunlukla kitle tarafından anlanamayacağını…

Kurban rolünü oynamaya bayılan yığının son nefesine kadar kurban olacağını…

“Akıllı insanın ağzı kalbinde, akılsız insanın kalbi ise ağzındadır.” der Hz. Süleyman. Düşünerek, planlayarak hareket etmek gerekliliğini, söz söylemeden önce de iki düşünüp bir söylemeyi, ele, bele ve dile hâkim olmanın önemini…

Hakiki insanın yolunun “Herkes gibi” değil “kendi gibi” olabilmenin yolu olduğunu; bu yolun pazarlanmayıp paylaşılabileceğini ve yolda asıl hedefin yolculuğun kendisi olduğunu…

Az da olsa öğrenmeye çalıştım…

4.836 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • İlerlemenin (Olası) Metafiziğiİlerlemenin (Olası) Metafiziği İrfan geleneği ile ilerleme kuşun iki kanadı haline geldiğinde öteden beri süregelen yalpalama da sona erebilir. İlerleme geldi şimdiki zamanı sonsuzlaştırmanın kapısına dayandı. […]
  • YaşYaş OL- Neye ağlıyorsun yine? AĞ- Yok bir şey... OL- Ne demek yok bir şey? Var bir şey ki akıyor yine... AĞ- Yok bir şey dedim! OL- Yokmuş... AĞ- ... . . . OL- Hep böyle […]
  • Felsefeden KorkmakFelsefeden Korkmak Dünyadaki tüm dilleri inceleyin, hiçbirinde “Felsefe yapma lan!..” şeklinde bir cümleye rastlayamazsınız… Bu, ne yazık ki sadece Türkçeye has bir kalıp... Kişi lafı uzatırsa, […]
  • Işık, Karanlıktan Doğar!Işık, Karanlıktan Doğar! Dünyada iki çeşit insan yaşar: 1. Anne karnından doğanlar. 2. Anne karnından doğmakla yetinmeyip defalarca kendisinden doğanlar… Herkesin iyi-kötü, yarım-yamalak bir şeyleri öğrenmek […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler