İyi ki doğdun Annem…
Canım anneciğim, bugün 16 Mart senin kutlayamadığım ilk doğum günün,
Alışmak denen berbat kavramdan ne kadar nefret ettiğimi bildiğinden,
hiçbir şeye alışmayan ben, senin yokluğuna da elbette ki alışamadım…
“Hayat devam ediyor” klişeleri bir kenarda dursun…
Sen yokken “iyi ki görmedin bu günleri” dediğim birçok şey oldu ve olmakta…
“Kurtulduk artık” dediğin ve rahat bir nefes aldığın hegemon irade, gücüne güç katıyor…
Toplum olarak zil takıp oynuyoruz ağlanacak halimize…
1999 depreminde üzüntüden medeniyet hastalığına tutulan, her seçim sonucunda son yıllarda alerjisi azan, kendini haksızca üzen insanlara üzülüp vücudu kabuk bağlayan, insanların rezilliklerine “bu nasıl olur” diye ömür boyu şaşırarak literatürdeki tüm rahatsızlıkları geçiren sen; bugünleri de görsen çok canın acırdı inan.
Yokluğunla bir yarım seninle göç etti annem,
Ruhumun bir parçası burada değil, hissediyorum…
Güçlü olmaya çalışan, prensipli, gerektiğinde katı bile duran
ancak içi can çekişen insanlarız biz…
“Hiçbir şey yansıtmayayım, kimseyi üzmeyeyim” diye çektiğin acının onda birine dayanacak insan tanımıyorum ben.
Şimdi iyi kötü yaşıyoruz…
Yaşamdan keyif almaya da çalışıyoruz.
Akşamüzeri serçe parmak havada çay keyfi, yine akşamüzeri yaş yemiş – kuru yemiş ile cin-tonik keyfi, dünyayı gezme ve görme arzusu, manzara seyretme keyfi, son gününün son anına kadar devam ettirdiğin kitap okuma ve öğrenme arzusu, sana özgün her şeyin şimdi bizimle yaşamakta…
Hep derdin ya:“Çevredekiler gerekirse kıskansın ama acımasınlar” diye
Senin de isteyeceğini düşündüğüm gibi kuvvetli durmaya çalışıyoruz…
Her şeyi bir şekilde göğüsleyebilmek için uğraşan ben senin deyiminle “fındık oğlun” torununun (ki hayatın boyunca bir kere bile “torun” demedin hep “oğlum” derdin) “Babaannemi çok özledim ben” diye üzgünce ve sessizce kulağıma fısıldaması ile yaşarken ölüyorum…
Onun için eğer istese dünyanın eksenini değiştirmek için çabalayabilecek biri olarak bu ortak özlemimiz elimi kolumu bağlıyor, çaresizleştiriyor beni…
“Fındık oğlun” Anka da senin gibi ketum, aylarca bahsini açmadı, beni üzmek istemedi, aslanım benim.
Ölümün de yaşamın bir parçası olduğu ile ilgili ne kadar normalleştirmek için uğraşsam da aylarca bu konuyu açmadı. Yeni yeni cesaret ediyor…
Seni kaybettiğimiz günlerde “sonsuz uykuya yattı…” dedi senin için hem de kimseden bunu duymadan.
Biliyorum ki ölüm de uzun soluklu sonsuz yolculuğun bir parçası, burası da anlık bir durak lakin bildiğini deneyimlemek güç. Bağlar sıkı ise daha da güç…
Yine de yapacak çok iş, üstlenilen birçok görev ve sorumluluk var.
Karanlığın tepemizde zebellah gibi tepin tepin tepinmesine
gücüm yettiğince kalemimle, sesimle, sözümle karşı duracağım.
Umudumuzu da kaybedersek neyimiz kalır ki, değil mi anne?
Senin ağzından defalarca duyduğum “senin gibi bir babam olsun çok isterdim ve seninle gurur duyuyorum oğlum” sözcükleri üzerimdeki yükü hafifletiyor…
Yaşamın boyu hayatı kendine zorlaştırırken, bize kolaylaştırmak için canın pahasına çabaladın annem…
42 yıl yanımda adeta bir kalkan gibi beni gözettiğin için
Benim düşünemeyeceğim incelikte şeyleri bana düşündürttüğün için
En önemli özelliğin olan asaletin ve kibarlığın için
Her koşulda ve ortamda omurgalı duruşun için
Varlığın için, kokun için, sevgin için
Sevdiğini bir ömür boyu hissettirdiğin için
Beni benden daha iyi bildiğin için
Her türlü fedakârlığın için
Annem olduğun için çok mutluyum…
Son sözlerin hala kulaklarımda yankılanıyor,
O kadar acı çekerken, nefes alamazken, sedyede kalkıp bana dönüp:
“Otur, belin ağrımasın oğlum…”
Gücüm yettiğince, olabildiğimce yanlış bulduğum yönlerimi de daha da törpüleyerek,
sözde değil davranışta ve eylemde iyi, doğru ve güzele gitmeye yine söz veriyorum sana.
Bu riyakâr dünyada, “herkes gibi” biri olmadım, asla da olmayacağım…
“İnsan gibi insan” olmaya çabalayacağım.
Rahat uyu, aklın bizde kalmasın koruyucu meleğim,
Bu dünyanın insanı değildin sen,
Yolculuğun her nerede ise seni çok sevdiğimi, sevildiğini bir şekilde hisset annem.
Ruhun şad olsun, seni çok seviyorum…
İyi ki doğdun, iyi ki vardın, iyi ki varsın ve hep var olacaksın…
Çünkü hiçbir şey ölmez, ölemez annem…
Bir gün, bir yerde, bir şekilde, bir zamanda, bir mekânda ya da mekânsızlıkta
kucaklaşmak hasretiyle, ümidiyle…
Senin beni öptüğün gibi yine dokunmaya kıyamaz biçimde
alnından, üçüncü gözünden usulca öpüyorum…