Empati
Empati…
Sanırım, son zamanlarda en çok prim yapan kelimelerden biri bu…
Eh, hakkını yememek lazım, evet “cafcaflı” bir kelime”…
Telaffuzu da melodik, ağza güzel oturuyor…
Kullanana biraz “entel” bir hava da vermiyor değil hani…
Şu durumda, dilimize bu denli pelesenk olmasına şaşırmamak lazım…
***
Yunancadan geliyor empati kelimesi…
Bir Yunan dilbilimci dostum var, kendisi de benim gibi sever
etimolojiyi, kelimelerle oynamayı…
Tam olarak ne anlatmak istediklerini sordum ‘empati’ ile…
Pati (patheia) hissetmek, birisinin acısını yüreğinde duymak anlamındaymış…
“Em” ise “önceden, önceki” manasında…
Yani Yunanca “empati dediğimizde, birisinin hissettiğini o daha ifade
etmeden önce içimizde duymaktan, hissetmekten bahsediyoruz…
***
Empatiye dair birçok tanım duydum…
“Başkasının gözleriyle görebilmek, başkalarının kulağıyla işitebilmek ve
başkasının gönlüyle hissedebilmek” şeklinde bir yaklaşım okudum ki, evet
işte empatinin tam karşılığı bu oluyor bence de…
Ama en güzel yorum bence Pakistanlı yazar Muhsin Hamid’e ait.
Hamid şöyle bir tanım yapıyor: “Empati bir başkasının yankılarını kendi
içinde duymaktır.”
Ama bu tanımda dahi bir şeyler eksik değil mi?
Yankı farklı şey, sesin kendisi farklı şey…
***
Empati olgun insanlara has bir yeti bence…
Düşünün ki, empati yaparken “özümüzü” içimizde adeta dondurup,
kendimizi koyduğumuz kişiyi yaşamaya başlıyoruz.
Egomuzu, öznel bakış açımızı, bireysel kriterlerimizi vs. askıya alıp;
bir başkasının gözünden aynı durumu analiz etmeye çabalıyoruz…
Yani “gördüğümüz”ü gör(e)mediğimiz bir açıdan algılamaya çalışıyoruz
Bu da kanımca vizyonla alakalı, hoşgörüyle bağlantılı ve açık
görüşlülükle mümkün.
Birisi ters bir laf ettiğinde herkesin ilk reaksiyonu tepki göstermek
olur değil mi?
“Evet, karşımdaki bana bu lafı etti ama acaba niye etti, benim de bu
durumda bir kusurum var mıydı?” diye düşünebilmek kolay mı?
İşte bu yüzden, herkesin harcı değil empati yapabilmek.
Bazı şeyleri aşabilmiş olanlara mahsus bir yeti “empati”…
Çok zor bir şey…
Hatta belki de imkânsız…
Ve en mükemmel empati bile bir yerden sonra yetersiz….
***
Karşımızdakinin bizi anlamadığını hissedersek hemen çıkışırız, “empati
yapmaya çalış biraz.” deriz.
Yani aslında “kendini benim yerime koymaya çalış” deriz özetle…
Peki, koyabilir mi?
Kolay mı?
Nereye kadar mümkün empati?
***
Bilim insanlarının açıklamalarına göre dünyanın nüfusu 7,6 milyara dayanmış…
Bu şu anlama geliyor bence, tüm duyguların tam 7,6 milyar farklı tanımı
ve anlamı var.
Her duygunun karşılığı olan bir kelime vardır tüm dillerde.
Örneğin aşk, örneğin kin, örneğin yas…
Duyguların kelime karşılıkları aynı olabilir.
Ama bunlar sözcük karşılığından öteye geçmez…
Bir grup harfin yan yana gelmesinden oluşmuş genel ve yalın ifadelerdir
alt tarafı…
Duyguların da, kelimelerin içini insanlar doldurur, biz doldururuz…
Ve herkes, her kelimeyi kendince doldurur.
Her duygu kişiden kişiye değişir…
Ve duygulara yüklediğimiz anlamları da sadece biz biliriz.
Herkes aşkı yaşar mesela…
Ama herkes kendisine göre yaşar…
Herkesin aşk acısı da farklıdır.
Gelin empati yapın bakalım, yapabiliyor musunuz?
Siz de önceden aşk ya da aşk acısı yaşamış olabilirsiniz.
Ama karşınızdakinin yaşadığının tıpatıp aynısını yaşamış olamazsınız.
Zira 7,6 milyar farklı tanımı vardır aşkın, aşk acısının
Sevdiğiniz birisini yitirmişsinizdir, yasını tutuyorsunuzdur örneğin.
“Seni anlıyorum” diyenler olur yanınızda.
Anlamıyorlardır aslında, anlayamazlar…
Anlamaya çalışırlar sadece…
7,6 milyar farklı şekli vardır yasın da, özlemin de, acının da…
***
Nasrettin Hoca bir gün ağaca çıkmış elma topluyormuş.
Dalın ucunda kıpkırmızı, pırıl pırıl parlayan bir elma görmüş.
İnat etmiş koparmak için.
Bastığı dal kırılınca hoca aynen yere çakılıvermiş…
Kafa, göz kan revan içinde…
Hocanın halini gören ahali üşüşmüş başına.
“Hocam iyi misin, hocam su ister misin?”
Hoca, kalabalık arasından birisinin koşmaya başladığını görmüş.
Bağırmış arkasından “Nereye gidiyorsun çocuk?”
“Doktor çağırmaya gidiyorum hocam.”
“Bırak doktoru” demiş Nasrettin Hoca, “Sen bana daha önce ağaçtan düşmüş
birini çağır.”
***
Fıkra gerçi, ama Nasrettin Hoca’nın yaklaşımı son derece akılcı…
“Derdi hekime değil, çekene sor” ifadesi boşu boşuna türememiş…
Ağaçtan düşenin çekeceği acıyı belki tahmin edebilirsiniz…
Ama önceden ağaçtan düşmediyseniz asla bilemezsiniz.
Diyelim sizin de ağaçtan düşmüşlüğünüz var önceden.
Aynı yükseklikten mi düştünüz peki?
Aynı zemine mi düştünüz?
Birebir bilebilir misiniz, hissedebilir misiniz ağaçtan düşenin yaşadığı
acıyı?
Asla…
Belki ve ancak tahmin edebilirsiniz…
***
“Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda; dokunabilir misiniz,
gözyaşlarıma ellerinizle?” diyor şiirinde Orhan Veli.
Şair aslında bu dizeleriyle, bir anlamda hissettiklerini kimsenin
anlayamayacağına vurgu yapmış olmuyor mu?
Yine bir başka büyük şair, Özdemir Asaf “Yalnızlık paylaşılmaz;
paylaşılsa yalnızlık olmaz.” diyor o meşhur şiirinde..
Aslında Asaf da bir şekilde empatinin imkânsızlığına dikkat çekmiyor mu?
***
Sonuç olarak empati bence, uğrunda çaba gösterilen bir eylem…
Kelime anlamındaki gibi, kişinin bir başkasının hissettiğini aynen
hissedebilmesi tamamen ütopik bir beklenti.
Ve kanımca imkânsız…
Ama yine de denemek, başarmaya çalışmak çok önemli.
İnsanın sadece kendini yaşaması “bencillik”tir…
Başkalarının de hissettiklerini anlamaya çalıştıkça…
Diğerlerinin de hislerine saygı duymaya çabaladıkça…
Ve dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini fark edebildiğimiz oranda
“insan” oluruz…
Her empati çabası “yetersiz” kalmaya mahkum olsa da….
Yine de “denemek” önemli.
***
“Bir ben var bir de benden içeri” demiş Yunus Emre…
Empati ancak o “ben”i hissedebilme çabasıdır bence…
Ama “benden içeri” kısmına geldiğinizde, durum farklı…
İşte onu sadece “yaşayan” hisseder…
Sadece biz biliriz.
Kalabalıklar içerisindeyken bile hissettiğimiz yalnızlık işte bundan…
Herkes “kendi yaşadığıyla, kendi yalnızlığıyla” baş başa…
Karpuzu gördüğünde yeşil sanırsın ya hani…
Oysa içinden bakanın gördüğü “kırmızı”dır mesela…
Düşen tüm kar tanelerini aynı sanırsın ya hani…
Oysa hiçbir kar tanesi benzemez birbirine…
“Ben de geçtim bu yollardan” dersin ya hani…
Aslında herkesin geçtiği yol ayrıdır…
“Seni çok iyi anlıyorum” dersin ya hani…
Aslında, sadece anladığını sanırsın!