Alışkanlıklar, tekrarlar
Epey oldu, belki beş, belki dört yıl.
“En iyi paça burada” diye, bir dostum sürüklemişti.
Anlaşılacağı üzere, lokanta ağırlıklı olarak sakatat üzerine kurumsallaşmış.
Çok önemserim, bu devirde derinliği olan başka ne kaldı?
Neyse, oturduk bir masaya.
Önce çorba…
Müthiş, “usta bu arkadaş hangi bağın bülbülü?”
Yanak abi…!
Bu…?
O gözünün yağı abi, biz onu karabiber içinde uzun süre kurutuyoruz, kuruduktan sonra limon, hardal ve doğal elma sirkesinde yeniden hayata döndürüyoruz.
Ya Rabbiiii… bu kulunun sınavı da bu mudur?
Ertesi hafta yine gittim, aynı masa, aynı sandalye.
Aynı garson geldi, “buyurun, ne alırsınız?”
Aynısından … hani geçen hafta aldıydım ya, kuzu gözü ızgara ve yanak çorba.
…
Üç beş gün sonra, yine aynı yer, aynı sandalye, ayni garson, bu defa tanıdı, “hoşgeldin abi, aynısından mı?”
…
Bu ritüel bir yıl içinde yerine oturdu ve kendi döngüsünü yarattı. Ne zaman kapıda görünsem, o sandalye çekilir, kuzu gözü gelir, sulh ve sükûn içinde ilişki derinleşir.
Geçenlerde gittim, baktım o masada üç kişi oturuyor.
Öylece kaldım.
Hayvan oğlu hayvan… bu kadar boş masa varken, bu ne?
Baktım kelle yiyor yamyamlar.
İnsanın özü bu işte, vahşi yaratıklar.
“Abi buyur…” aklınca başka masa açıyor zibidi.
Bilmiyor ki, hayatı anlamlı kılan alışkanlıklar, tekrarlar …
Arkadaşım “boşver, bir sürü masa var, gel cam kenarına oturalım” dedi, ama artık o anlam buhar olup, uçmuştu.
Neyse, koluma girip, ite kaka bir masaya oturttular.
Yerimde oturan sidikliye baktım, kim bilir ne zamandır gözlüyordu orayı?
Garsona rüşvet de vermiştir kesin.
“Abi yanak çorban…”
Bana kuru ile pilav getir, sakatat yemem” dedim.