Osmanlı Padişahı Osmanlı İmparatorluğu’nun en muktedir (en güçlü) kişisi miydi?
Reşat Ekrem Koçu bana Osmanlı tarihini sevdiren kişidir.
Üstadın “Topkapı Sarayı” isimli eserinin 53. sayfasında Padişahın gücünü şöyle tarif eder:
“Hükümet demek padişah demekti. Memleketin bütün işlerinin çevrildiği Divan-ı Hümayun, padişah başkanlığında toplanırdı. Ve Divan üyeleri padişahın sadece müşaviriydi (yani basit danışmanlardı AG.), hüküm ve irade mutlak surette padişahtaydı.”
“Memleket, bir bütün halinde padişahın mülküydü. İmparatorluk sınırları içinde şahsi mülkiyet padişahın bir ihsanı bilinirdi… Bir padişah, kendisinin ve kendisinden evvelki padişahların bu ihsanını iptal edebilirdi. Ve bir kimsenin bütün malı ve mülkü müsadere olunabilirdi (yani hiç kimsenin malı aslında kendisini değildi ve padişah istediği malı, mülkü sahibinden alıp, sebepsiz yere bile başkasına verebilirdi AG).”
Tüm yazılanlar Padişahın gücünü gösterir gibi gelebilir size; acaba hakikaten böyle miydi?
• Örneğin yeni tahta çıkmış bir padişah, Eyüp Camiinde kılıç kuşanarak padişahlık icazetini/iznini kimden alırdı?
Şeyh-ül İslam’dan
• Örneğin padişah bir savaşa gideceği zaman izni kimden alırdı?
Şeyh-ül İslam’dan
• Örneğin Yeniçerileri ortadan kaldıracaktır, kimden destek alırdı?
Şeyh-ül İslam’dan
• Örneğin padişah kardeşlerini boğdurtacak, kimden fetva alınırdı?
Şeyh-ül İslam’dan
Biz biliriz ki Yavuz Sultan Selim, halifeliği araplardan almış, İstanbul’ a taşımıştır yani padişah aynı zamanda İslam’ın en büyük kudretini temsil etmektedir.
Peki, mademki kendisi İslam Halifesi, neden bir İslam Şeyh’inden izin alır?
Bu size tuhaf gelmiyor mu?
Bana geliyor; hem de çok..
Hiçbir Osmanlı taraftarı, sözde İslam bilginleri, tarihçiler bu konuya değinmez.
Hatta daha ileri gidip, Lale Devrini sonlandıran Patrona Halil İsyanından daha acı bir örnek vereyim:
Patrona Halil, İsyan için önce İstanbul Kadısı Paşazade İbrahim Efendi’den fetva almak ister; lakin onu yerinde bulamayınca, hiddetinden İbrahim Efendi’nin konağını yağma ettirir! Bu arada olayları duyan, Sultanselim civarında oturan ve sözde müderris olan Deli İbrahim isimli esrarkeş biri isyancıların ayağına gelir ve fetvayı müftü bile olmayan bu kişi verir!
Daha da acısı: Deli İbrahim’ in fetvası ile 29 Eylül 1730 Cuma günü ezan okunmaz ve dahi Cuma namazı kılınmaz!
Diyeceğim o ki, isyan zamanlarında kabadayılar fetvayı almak için, Şeyhül İslam’ a bile gerek duymaz, basit bir din adamından aldıkları yazıyı fetva, Osmanlı Padişahının kellesini kopartmaları için yeterli sayılırdı..
Siz, hala Hilafeti elinde bulunduran Osmanlı Padişahlarının İmparatorluğun en güçlü kişisi olduklarını mı zannediyorsunuz?
İmparatorluğun parçalanmaması düşüncesiyle Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu ve kardeş katlini vacip gören kararnamesinden sonra, Osmanlı İmparatorlarından çoğunun geceleri yataklarında huzur içinde uyuyabildiklerini mi sanıyorsunuz?
Aslında padişahın, ancak basit diye niteleyebileceğim konularda gücü vardı. Lakin kendini dahi içeren önemli konularda bana pek muktedir görünmemektedir. Belki de ilerde suçu başka birine atabilmek için bu yola başvurulmuştur. Ama ne yazık ki, kendine bile faydası olmadığı çok zamanlar olmuştur.
• Genç Osman’ ı hatırlayın: boğulurken “Ben sizin padişahınızım, ben sizin Halife’nizim.” demesine rağmen boğdurulmuştur!
• Halefleri tarafından idam ettirilen 3. Selim ve 4. Mustafa’ yı hatırlayan var mı?
Yazımı yine Üstat Reşat Ekrem Koçu’ nun aynı kitabının 55, sayfasındaki bir bölüm ile sonlandırayım:
“Osmanlı saltanatı merasimi arasında “ alkış” denilen çok manalı bir şey vardır….. Elleri birbirine çarparak yapılan alkış, Türk adab-ı muaşeretine, Avrupalılardan alınarak XIX. Asırda, Tanzimat Devri dediğimiz münevver mutlakıyet devrinde girmiştir. Tarih kaynaklarımız muhtelif vesilelerle, mesela alaylarda, cülus merasiminde, ata binip inerken kayığa girip çıkarken, padişahın saray kulları, asker ve halk tarafından alkışlandığından bahsederler. Bu alkış, el çırpma değil, bir duadır, duanın metninde:
“Uğurun hayır ola!.. Yaşın uzun ola!.. Yolun açık ola!..
Saltanatına mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!..’’
Sonsuz salahiyet ve kudrete sahip bir faninin her vesileyle bu sesi işitmesi, zannederim ki pek manalıdır.”
Tabii, bu arada padişahı tahta çıkarmadan önce Şeyh-ül İslam’dan alınan fetvayı unutmamamız gerekir; yani her durumda padişahın üstünde Şeyh-ül İslam’ın fetvası, Demokles’in kılıcı gibi sallanırdı..