Evet, Herkes Dünya Barışı İstiyor. En Çok da Pazarlamacılar
Yılın markası, bir şeyi, süper insanı seçilenlerin, ödüllendirilmeden önce, değerlendirilmeye alınmak için bir giriş ücreti ödediklerini biliyorsunuzdur. Bu her yarışma için geçerli olmayabilir, ancak aynı gün 50 şirketten, aynı yarışmadan ödül aldığıyla ilgili bülten geldiğinde, doğal olarak şüpheleniyorsunuz. Ödülün alındığı yer aynı, ancak kategoriler çeşitli, farklılaşma sıfır.
Kürsülerde, konferanslarda da genelde aynı insanları görüyoruz. Bir basın toplantısında, yan yana dikilmiş, gururla poz veren, dünyanın bir sorunuyla ilgili duyarlılıklarını beyan edenlerde de. İnsanlar kendi fotoğraflarının altına, o ana kadar binlerce kişinin ettiği benzer sözleri yazarak, önemli bir düşünür edasıyla, sosyal medyada boy göstermeye de başladılar. Adına web sitesi açmak zaten kolay, hatta kitabını yazıp, bastırmak da. Yani artık çok önemli ve görünürde üretken insanların dünyasında yaşıyoruz. Biraz para harcayarak, kendinizi bir isim haline getirebiliyorsunuz.
Yıllar önce, yabancı bir ”headhunter”, (Türkçe’ye kelle avcısı olarak çevriliyor) şirketlere üst düzey yönetici yerleştiren birisinin röportajını okumuştum. ”Biz her yerde boy gösterenlere bakmıyoruz. İşine odaklanmış, ofisinde çalışanları arıyoruz.” diyordu. Etkilenmiştim yaklaşımından. Kendisini pazarlayanları değil, işini parlatanları seçiyorlardı. Oysa bize tam tersi söylenmişti. Eğer kendini gösteremiyorsan, sesini duyuramıyorsan, ”önemli” biri değilsen, fark edilmen de zordu. Ya da üst düzey pozisyonları kolaylıkla kaptırabilir, hayatın boyunca hak ettiğinden daha azıyla yetinmek zorunda kalabilirdin.
Halbuki iş dünyasında gittikçe sayıları artan Y ve Z nesliyle birlikte, yönetici profilleri de değişime uğramaya başlamıştı. 90’lar ve 2000’lerin havalı ve ukala yuppilerinin yerini, alçakgönüllü, kendini değil insanları yükselten ve becerikli profesyonellerin alması bekleniyordu. Çalışanlarda işe bağlılık düşmüş, sadakat sıfır noktasına yaklaşmış, bir-iki yılda değiştirilen yönetimle, stres herkes için tavan yapmıştı. Durum böyle olunca da herkes kendini parlatmanın yollarını aramaya başladı. Tabi çok azı bir profesyonelden destek almayı düşünebildiğinden, görünür yöntemleri seçtiler. Bir konuşma hazırla, oradan buradan tanıdıklarla çeşitli örgütlere yaklaş, etkinliklerine çık konuş. Bir-iki ödül al, bir kaç röportaj ver. Bir ”isim” ol.
Tüm bu şaşaa, alıcısı olduğu için var. İnsanlar da karşılarında önemli birini bekliyor. Pasif ve alıcı bir şekilde oturacak, dinleyecek, zamanlarını ayıracaklarsa; karşılarındakinin alalade birisi olmasını istemiyorlar. Kimin yanında, peşinde veya karşısında oldukları, kendi benlik duygularını da güçlendirdiğinden, ne kadar yukarıda olursa bu kişi o kadar iyi. Sorun görünürde olanla, gerçeğin birbiriyle çakışmadığında ortaya çıkıyor. Aslında buna sorun da diyemeyiz, çünkü alıcıyla verici buluşmuş oluyor. Pırıltı ve gösteriş beklentisinde olan birisinin, bunu sunanla bir araya gelmesini benzer frekansların eşleşmesi olarak da düşünebiliriz.
Birisi geçende Linkedin’de şu yorumu paylaşmış. ”Adam tüm konuşmasında insanlıktan, yakınlıktan bahsetti. Sonra ona mail yazdım, cevap bile vermedi.”
Kendini parlatmak kolay. Zor olan, ismini sürdürebilmek çünkü o samimiyet, kararlılık ve profesyonellik istiyor.