Markette Delirmece!
Dün alışveriş yaptığım markette insanın doymak bilmeyen tamahının ve arsızlığının cinnet geçirdiği bir gündü… Biraz ilerimde hazırlanmış, tartılmış, fiyat etiketi de konmuş zeytinyağlı dolmaların olduğu bölüme hunharca saldıran bir yaşlıca hanımefendi görevlinin gözlerinin içerisine baka baka bu paketten bir tanesini almak için kutuyu açtı, parmak içeri dürtme metodu ile bir tanesini içe kanırtıp bir diğerine de aynı testi yaptıktan sonra ikinciyi gövdeye indirdi. Sonra da her şey normalmiş gibi paketi kapatıp yoluna devam etti. Parmağındaki yağı köşedeki kutu süte sıvazladıktan sonra gözden kayboldu.
Görevli elinin değdirdiği diğer dolmayı ayırıp kutuyu tekrar tarttı.
Meyve sebze reyonunda yeni bir macera daha bekliyordu bu fakiri… Gelişmemiş ülke vatandaşlarının sıkça yaptıkları küçük bir menfaat için ezilme büzülme ve iki duvara dizilme tavrı ile karşılaşılıyordu yine. Bir çift, epeyce dolu olan alışveriş sepetleri ile birlikte muzlara sevecen sevecen bakıyorlardı. İçlerinden erkek olanı atılarak görevliye: “Muz alacağız da tadına bakabilir miyiz?” diye sordu. Şaşıran ve eş zamanlı kasaları boşaltmaya devam eden görevli bir an bir şey diyemedi. Çiftin dişi olanı bu sefer sazı alarak: “Tıdına bakabilir miyeez!” tarzı decoder cihazım olmadığı için tam olarak çözemediğim bir şey söyledi. Ne yapacağını bilemeyen görevli amca: “Buyurun buyurun…” diyerek bir adet uzattı. Avını havada kapan çift saniyeler içerisinde ikiye böldükleri muzu midelerinde huzura erdirdiler. Sonra da “2 tane muz” alıp yola devam ettiler…
Kendi kendime “Algıda seçicilik bu, negatif örneklere odaklanma, güzel şeyler de olur, hepimiz kardeşiz…” hissiyatına yıllar sonra dönmek için tam motivasyonumu arttırmıştım ki son kalan salça için uzattığım elim bir kağıt parçasına çarptı. Rafın karanlık derinliklerinden bana gülümseyen büyük çoğunluğu kemirilip sonu paketinde bırakılarak rafın dibine dürtülmüş fiyat etiketi epey yüksek olan bir marzipanlı çikolataydı bu… “Ya sabır” diyerek, katıksız pollyannacı, olumlamacı tipleri düşünerek “bu son olsun dedim…” “Bak bu tipler sonra sen çekiyorsun hayatına bu denyoları vs… diye bıd bıd bıd ezber konuşuyorlar” diye düşünerek market macerama son vermeyi düşünürken yanımda benimle senkronize hareket eden bir kafa fark ettim. Aniden durdum, durunca o da diğer tarafa baktı… Sonra çaktırmadan çok sevdiğim makarna reyonunda sepetimi kendimden biraz uzak bir noktaya konuşlandırarak avcının avının ben mi sepet mi olduğunu öğrenmek için tuzak kurdum…. Yan gözle izleme uzmanı olarak durumu çözmeye çalışırken baktım ki hedef ben değilmişim, içime su serpildi. Bu basit bir “market arabası tarama” olayıydı. Tüm araba ve içindekiler gümrük görevlisi tarzı bir detay ve merakla “avcı tüketici” tarafından tarandıktan sonra yoluma emniyetle devam edebilirdim artık…
Güvenle kasalara ulaşmama az kalmıştı ancak böyle bir gün bu kadar kolay bitemezdi değil mi? Günün finali kasada tam da önümdeydi. En fazla 15kg. taşıyabilen market arabasına nasıl bacakları sığdırıldığı bilinmeyen iki katı kiloda bir çocuk annesi ile kavga ediyor bir yandan da burnunu sildiği mendilleri market arabasının içine atıyordu. Bu olayda bu noktaya kadar bu topraklarda çekilebilir, katlanılabilir yanlışlar sınırını aşmamıştık lakin sümüklü tosuncuk kasa yanındaki herhalde içinde elli tane lolipop şeker olan lolipop paketini görünce kriz geçirdi. Kadın önceleri umursamadı sonra “Bak amcalar kızar” dedi olacak gibi değil döndü bana: “Bak amca kızıyor” dedi ama ne mümkün. Çocuk başka bir gerçeklikteydi…
Geçmişteki tecrübelerinden biliyordu ki: “ısrarla ve vazgeçmeden istediğimi avazım çıktığı kadar bağırarak istersem sonunda benim olur” diye.Gerçekten de bir süre sonra anne kıvamına geldi. Tam alacak artık ve bu ızdırap sona erecek derken daha akıl almaz bir fikirle çıka geldi hanımefendi. Kasiyere yarı ağlak yarı neşeli; küçük çocukların bir gösteride şarkı söylediği gibi eller önde parmaklar birbirinin içine girmiş kendi ve elleri eşzamanlı sallanarak bir şirinlik abidesi oluşturur biçimde söze başladı. “Ablası çok canı çekmiş paketten bir tane alsın mı?” diyerek yerin dibine girerek sözlerine son verdi. Görevli alışık olduğundan bu tip geri zekalı sorulara, yüzsüz isteklere, üç kuruşluk insanlara onu kibarca reddetti. Çocuk tüm olup bitini bu sırada sessizce bir yırtıcının avını izlediği gibi izliyordu. Sonuç alınamadığını anlayınca çocuğun sesi farklı bir oktavdan çınlamaya başladı. Sonuç elbette ki kaçınılmazdı, o şeker bu eve girecekti ve girdi…
Park yerine doğru giderken içinde debelendiğimiz toplumu düşünüyordum… Bir baktım ki yine tüm engelli vatandaşlara ayrılmış park yerleri dangalaklarca kullanılmış.
Kafalarımızın üzerine yerleştirdiğimiz renk renk hunilerimiz var artık, hayırlı uğurlu olsun!
Halimiz budur maalesef, ne eksik ne fazla…
Goygoyu, sürekli rezilce övünme halimizi bırakıp
kendimize ayna tutmamanın hazin sonu…
Yazık!