Hal-i Pür Melalimiz!
Altı yıl önceydi sanıyorum. Anadolu’nun bir dağ köyünde, epey yüksek bir köyde, binbir zahmet ağaçlandırma yapmıştık.
Özenli bir çalışmaydı, fidanların çevresini çitle de çevirmistik, ardından ta oralara tankerle su yollayıp, ilk bir kaç yıl suladık da …
Artık orman olmuştur, bir gidip görelim ormanımızı dedik.
Dağ yılları kıvrım, kıvrım … “Bu cografyada bir ağaç bulanı Trump öpüyor” dediler, ondan mıdır, nedir hiç ağaç yok.
Ama bizim ormanımız var.
Muhtar bizi köyde bekliyor, heyecanıyız.
Gittik ki, muhtar yok.
Muhtar da yok, orman da… çitler bile yok.
Alo muhtar…!
Alo buyur …!
Alo nerdesin, biz geldik sen yoksun?
Alo yoldayım, geliyorum, 10, 15, 20 dakikaya oradayım.
Üçünü bir anda söyledi ki, bu toplamda 45 dakika eder, anlamı şu “bir saatten önce sen beni rüyanda görürsün”.
Bir saat sonra yine aradık.
Alo muhtar …?
Alo buyur?
Nerdesin?
Geldim, aha ordayım.
Aha ora nere?
Aha ora işte, bak işte, aha geldim…
Belki ruhu aha burada ama, beden yok.
On dakika da böyle geçti, ama hazret de geldi.
Geçtik evine.
“Serdar bize üç çay söyle”.
Muhtar hatırlar mısın, altı sene önce şu tepeye çam fidanı dikmiştik?
“He he …he hatırlamam mı? Serdar yengene söyle yumurta kırsın.”
Yemek işine girmeyelim de, sen söyle hele ne oldu o fidanlar? Hani çukurları birlikte kazdıydık, ellerimizle diktik fidanları…?
“He … heee valla, de mi? …. Serdar söyledin mi oğlum, balla yağ da katsın yanına.”
Yağı balı sonra da yeriz muhtar, sen şunu anlat hele nerde bu fidanlar? Çevrelerine direk dikip, tel de çekmiştik hani?
“Heee… deemi direk … ya ya yaaa … Serdaaaar, çayları nerde kaldı laaaan….!”
Belki bin tane fidan vardı burda…?
“Heee abey, şeker alin mi çaya?”
Boş ver şekeri muhtar, sen söylesene şunu, üç yıl da tanker yollayıp sulamıştık o fidanları.
“He valla demi? Bak bu peyniri yengen yaptı…”
…
Biz fidan diyoruz, muhtar peynir, biz fidan diyoruz muhtar yumurta… belli ki fidanları da, çitleri de kesip yakmışlar, ama bu ısrarımız ve ağaç sevdamızı da zihinde bir yere koyamadan, şaşkın şaşkın dinliyor, içinden de “şu dangalak bir an önce sussa da rahatlasak” diyor.
Yazık değil mi muhtar, kesmeseydiniz şimdi ormanınız olacaktı, altında sincaplar, üstünde kuşlar … gölgesine masa kurup oturacaktınız, o ağaçlar size burada nefes aldıracaktı, yazık olmadı mı şımdi muhtar…?
“Heee beyim yazıktır elbet, onlar de insan.”