Vefâ Arıyorum
Vefâ arıyorum gözlerim kapalı,
Güneş batmak üzere, ufuk kızıl renginde,
Ankara akşamları bazen grup güzelliği ötesinde,
Ahmet Haşim’i hatırladım her nedense,
Felsefe, etik, estetik, güzelden anlamak benim işim değil,
Yediyıl üniversitede sanat tarihi, Türk el sanatları dersleri verdimse de,
Ama benimki ne şiir, ne nesir, yeni bir üslup,
Acaba Ziya Gökalp’in Alageyiğinden mi esinlendim,
Fevziye Abdullah Tansel’den mi ?
Şiir gibi konuşan rahmetli Nihat Sami Banarlı’yı da unutmayalım,
Birden aklıma geldi, vefâlı dostlarımı anmam gerek,
Amacım kimseyi üzmek veya yüceltmek değil,
Gerçekleri dile getirmek ve hatırlamak,
Genç nesillere bazı çınarları tanıtmaya çalışarak,
40 yıllık geçmişe bir göz atmak,
Önasya Mecmuası’nı yayımlarken tanıdığım çınarlar arasında gezinirken,
Vefât edenleri de rahmet ve minnetle anmak, sağ olanlara Allah’tan uzun ömür dilemek,
Elimden başka bir şey de gelmez, her birinin adına bir anıt dikemem ki,
Vakıf ta yapamam, zira zengin değilim ki,
Ancak, bâki kalan bu kubbedeki hoş sedâları anarak, ruhlarını şâd edebilirim,
İlim adamlarından aldığımız ışığı doğru olarak, gelecek nesillere yansıtabilirim.
* * *
Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesinde İngilizce Hocam,
Alçak gönüllülüğün, İstanbul efendililiğinin sembolu,
Aslı bir köy öğretmeninin çocuğu,
Kalbi İngiliz Kraliçesinden daha saf ve temiz,
İngilizce tercümelerimi yapardı bana ücretsiz,
Önasya Dergisini 1965 yılında yayımlamaya başlarken,
O zaman doçentti Fakültemizde,
Profesör oldu değişmedi, her nedense,
İmtihanda hoşgörülü idi, sana lisan lâzım Sadi, derdi,
Lisandan sınıf geçirdi, lâkin pes demedi,
Artık benim dersimle ilgin kalmadı, bu kültür Mecmuasını çıkardıkça,
Bu lisan sana lâzım, zira yabancılara kendi kültürümüzü de tanıtıyorsun,
İkili temaslar için bu sana lâzım, yakında Fakülte memurları ve asistanlar için,
Lisan laboratuvarı kuruyorum, öğle tatilinde ders vereceğim,
Mutlaka seni de istiyorum, herhangi bir ücret de vermeyeceksin, diyordu.
Birkaç ay devam ettim bu kurslara, moderndi,
Ancak ticari işlerim daha fazla devama müsaade etmedi,
Hacettepe Üniversitesi kuruluşunda orada da ders verirdi,
İngiliz Dili ve Edebiyatını iyi bilirdi,
Amerikan aksanı ve edebiyatına hâkimdi,
Kimdi bu hoca diyeceksiniz, saygıdeğer Hocam,
Prof.Dr.Ahmet Edip Uysal, soyadı gibi munis, Türk folkloruna aşık,
Türk Halk kültürünü İngilizceye çevirip, zaman zaman yayınlayan ,
Türk halk hikâyelerini Barbara Walker ile Amerika’ya tanıtan Edip,
On parmağında on marifet, spirtüalizm uzmanı,
Motosikletle Ankara-İskenderun seferini yapabilen moto-cross meraklısı,
Eşi bir hanımefendi, dal gibi bir kızı var , o tarihlerde daha on-on bir yaşlarında,
Bize çay-kahve ikram eder, nazik, güler yüzü ile,
Paris Caddesindeki o gönülleri zengin kimselerin oturduğu muhteşem evde,
Girişten bir kat alta inerdik, arka cepheden ikinci kat,
Paraya hiç değer vermezdi O mütevazi insan,
Zira, gönlü zengindi, herkesin eğitimine yardımcı olmam gerekir, derdi,
Zaman geçti, seneler geçti, Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesine gitti,
Emekli oldu, eşi öldü, tekrar evlendi, Balıkesir’e yerleşti, felç geçirdi O insanlık âbidesi,
Vefat ettiğini duydum üç sene önce,
Ne cenazesinde bulunabildim,
Ne bir başsağlığı verebildim, İskenderun’da bulunan evli kızına,
Yeni eşini tanımıyordum, şimdi düşünüyorum,
Acaba biz O’na lâyık mıyız? vefâ nerede, dostluk-ahbaplık nerede?
Kendi kendime isyan ediyorum !
Vefâ duygusunu arıyorum, gündüz elimde fenerle…