İnanmanın Dayanılmaz Cazibesi
Sosyo-ekonomik toplumsal koşullar dünyanın her yerinde bireyi hayata tutunabilmek için daha tutucu olmaya zorluyor. Peki ötekiler ne yapıyor? Tek sorumlulukları eleştirmek (ve ötekileştirmek) mi?
Doğru olduğuna inandığınız bir şeyin yanlışlığı somut gerçeklerle ispat edilirse tepkiniz ne olurdu? İnandığınız şeyden vaz mı geçerdiniz, yoksa tam tersine onu daha da güçlü şekilde savunmaya devam mı ederdiniz?
İngiltere’de yapılan akademik bir araştırmaya göre insanlar ikinci yolu tercih ediyor. İnandıkları şeyi terk etmiyor; tersine ona sıkı sıkıya sarılıyor. Bu tür olguları teorik olarak değerlendirirken “doğru” olan çözümü tespit etmek ve o yönde tercih bildirmek kolay; ancak başa geldiğinde aynı kolaylıkta tepki vermek zor. Öyle olsaydı geçen senenin en popüler ifadesi post-truth (gerçek-ötesi ya da doğru-ötesi) olmazdı.
Bu anlayıştaki insanların neden böyle yaptığını derinlemesine araştırmak gerek. Kişinin yaşam şartlarından izole edilerek yapılacak bir değerlendirme tam sağlıklı olmayacaktır. İnsan neden bir şeye körü körüne inanmayı tercih ediyor? Bu soruyu metafizik olgularla ilgili tercihleri konu dışında tutarak ele almakta fayda var ki gereksiz yere polemik oluşmasın. Metafizik boyutta dileyen dilediği şeye inanır. Ancak fizik boyutta. Örneğin nasıl oluyor da bugün milyonlarca insan dünyanın düz olduğuna inanabiliyor?
Bir liste yapılsa, eğitim bu tür dışavurumların nedenini oluşturmada başı çekerdi herhalde. İster okul vs marifetiyle sistematik olsun, ister yetişilen çevre bünyesinde rastgele. Buna Maslow’un istekler hiyerarşisindeki işgüdüsel gereksinimler ve sosyo-ekonomik boyut da eklendi mi liste tamamlanıyor gibi. Birey en temel gereksinimlerini karşılama konusunda kendini güvende hissetmiyorsa (yaşadığı toplum ona böyle bir teminatı sağlayamıyorsa), becerilerini ortaya çıkaracak imkanlara erişemiyorsa (kendisini tanıyamıyor, bilemiyorsa) sarıldığı yılanlardan birisi de kendini güçlü yapacak, güçlü hissettirecek yollara sapmak. Her ne kadar yöneldiği o yollar yanlış ya da başkalarına zarar verecek olsa da.
Önce ana akım medya (gazete, radyo, tv) şimdi de yeni medya (internet, sosyal medya) bireyin bu zaafından doğrudan ya da dolaylı olarak istifade etti-ediyor. Sanayi toplumu refleksiyle kullanıldığında, bu araçların (kamu ya da özel) sahiplerinin tek motivasyonu ise daha çok (para) kazanmaktır. O sırada topluma, bireye ne oluyorsa olsun!
Bitti mi hayır! Kendisini bu tür tuzakların pençesinden (güya) kurtarmış bireyin, kurtaramamış olduğunu düşündüğü diğerlerini bu sebepten dolayı eleştirmesi, onu küçük görmesi, ötekileştirmesi de var. Bir tür yangına körükle gitmek! Yukarıda anılan araştırma, eleştirel düşünme becerilerine sahip bireyler için bir gösterge olabilmeli. Karşısındaki kişinin bu tür bir formasyonda olduğunun “bilinciyle” ona yaklaşabilmeli. “Ne yapalım canım, o da benim gibi kendisini geliştirsin, karşıma öyle gelsin” diye kenara çekilmemeli.
Bu açmaz bana yıllar önce İngiltere’de gördüğüm bir duvar yazısını anımsattı. “Göçmenler defolun!” grafitisinin altına bir başkası şöyle yazmıştı: “Elinde olsa, gidecek”. Sorunun özünde yatan şey zaten bu. Birey kendisini o formasyondan kurtarabilse pek çok toplumsal sorun da çözüme kavuşmuş olacak. Hem ülkemizde hem de dünyanın pek çok yerinde!