felsefe taşı

Saygının Sorgusu

Saygının Sorgusu
Ocak 25
10:52 2019

Öznesini insanın oluşturduğu her eylemin “olmazsa olmaz”ıdır saygı…

Temel taşıdır…

Aşkın da…

Dostluğun da…

Medeniyetin de…

Barışın da…

Demokrasinin de…

Özgürlüklerin de…

İnsan olmanın da…

***

“Günümüzde, insan ilişkilerinde saygı gittikçe azalıyor,” desem itiraz
eden çıkmaz herhalde…

Birçok sebebi var bunun aslında…

Tek bir sebebe indirgemek, “işte bundan” demek mümkün değil.

Ama bence hata, temel taşını yerleştirirken başlıyor.

Saygıyı yanlış tanımlıyoruz çünkü…

Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, tüm diğer düğmeler peşi sıra
yanlış gider…

Yanlış başlayan her şey yanlış devam eder.

Ve zamanla doğru kendi kendini imha eder.

Tıpkı saygının kaybolması gibi…

***

Bilmiyoruz saygının gerçek anlamını.

Ya da başka kavramlarla karıştırıyoruz…

İşimize geldiği gibi yorumluyoruz belki de…

Örneğin, saygı duymak ayrı şeydir, itaat etmek ayrı şey…

İnsan saygı duyduğuna itaat etmekten rahatsız olmaz…

Ama her itaat ettiğine de saygı duymak zorunda değildir.

***

Albert Camus “Hiçbir şey korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir.” der.

Ki, kesinlikle çok haklıdır Camus…

Çünkü insan korktuğundan çekinir çekinmesine…

De…

Çekindiğine saygı duymaz.

Çekinmek ve saygı duymak da aynı şeyler değildir zaten…

***

Saygıyı çocukken öğrenir insan…

Ailesinden alır ilk dersi…

Ve ilk yanlış düğmeyi o zaman ilikler aslında gömleğine…

Korku temelli saygıyla başlar hayata…

Anneyi babayı saymak, saygı alfabesinin “A” sıdır bu bağlamda…

Ama saygı sadece büyüklerin önünde bacak bacak üzerine atmamaya…

Anne babanın karşısında kahve, sigara içmemeye…

Büyüğe itiraz etmemeye indirgenirse örneğin…

Daha ilk düğmeden gömleğin kaymaya başlaması normaldir.

Ebeveynlerinin yeri geldiğinde kendisinden özür dilemediği…

Çevresinden “lütfen”i duymayan çocuğun saygıyı tanımasını nasıl beklersiniz?

Öz saygısı oluşmamışsa, mümkün müdür bir başkasına saygı duyması insanın?

***

Tanrıya, dine saygı bile hep korku temelli sokulmaz mı bilinçaltına?

“Allah taş yapar ha!”

“Cehennemde cayır cayır yanarsın bak!”

Tanrıyı sevmeyi değil de sürekli tanrıdan korkmayı aşılayarak sağlanacak
saygı ne oranda içtendir?

Sonuçta saygı böyle böyle özünden uzaklaştığında…

İçindeki sevgi nosyonu yerini korkuya bıraktığında…

Geriye kalan “itaattir” sadece.

İlkesiz, samimiyetsiz, ruhsuz bir itaat!

***

“Büyükleri saymak” yaklaşımını da bu bağlamda sorguluyorum ben.

Sadece ve sadece yaşça benden büyük olduğu için saygı duyamam kimseye;
hak etmiyorsa eğer…

Neden duyayım ki?

Saygı nüfus kâğıdında yazan doğum tarihine endekslendiğinde anlamını
yitirir zira…

Yaşa değil yaşananlara, deneyimlere saygı duyarız, duymalıyız…

Peyami Safa’nın da söylediği gibi, zaman insanları değil, armutları
olgunlaştırır.

Kaldı ki burada da bir anlam karmaşası var…

Büyükleri saymak, saygının değil merhametin sonucudur.

Yaşlı birisine otobüste yer vermek, bir büyüğümüzün alışveriş dönüşü
ağırlaşan torbasını taşımak saygıdan değil merhametten,
yardımseverlikten gelir.

***

Alın size bir başka anlam kargaşası…

Tartışma programlarında sık sık duyarsınız…

“Fikrinize saygı duyuyorum ama…”

Ya da…

“Önce karşınızdakine saygı duymasını öğrenin…”

Neden ki?

Benimle taban tabana zıt düşünen bir insana neden saygı duyayım ki?

Bilimi rehber edinen birisi, örneğin dini referans kabul eden birisinin
fikrine nasıl saygı duyar?

Duyarsa kendisini inkâr etmiş olmaz mı?

“Dünya düzdür” diyen birisine saygı duyar mısınız?

İşte buradaki de saygı değil “toleranstır” aslında.

Hatta daha da ötesi; “tahammül”dür.

Farklı görüşleri de olgunlukla dinleyebilen birisi sabırlıdır, hoşgörülüdür.

Ama bunun adı saygı değildir…

Saygı, kabullenmekle bağlantılıdır çünkü…

***

Oldum olası hoşlanmam örneğin “ağabey, amca” hitaplarından.

Sadece bizim kültürümüzde vardır bu.

Yaşça büyük olmayı bir sosyal statüye dönüştürüp, metazori saygı görme
beklentisinin ifadesidir.

Başka dillerde yok bu hitaplar…

Yabancılar, saygı ifadesi olarak ismin başına “Bay” veya “Bayan”
hitaplarını ekler, olur biter…

Ama biz diretiriz…

Öpülen elin zorla alna doğru ittirilmesi gibi…

Ya da kazayla hitaplarında “ağabey” demeyi unutanların azarlanması gibi…

Saygının sadece unvan, yaş, hiyerarşi bazlı geliştiği toplumlarda,
kavramın gerçek anlamını yitirmesinden daha doğal ne olabilir ki?

***

İnsan sevdiğine değer verir…

Değer verdiğine de saygı duyar doğal olarak…

Yani gerçek saygı ancak sevgiyle inşa edilir.

Saygının temel taşı “sevgi”dir…

Onaylamadır…

İnandığımıza, onayladığımıza saygı duyarız.

Saygının özü değer vermektir.

Gönüllü, zorlama olmaksızın kabullenmedir…

Unvana, yaşa vs. gösterilen saygı formalite gereğidir.

İçi boştur…

Şekilseldir…

***

Ve gerçek saygı yaratılır, talep edilmez.

Tıpkı sevgi gibi…

Karşılıklıdır saygı…

“Bana saygı duymalısın” demek abestir; eğer kişi bu saygıyı bizzat
yaratamadıysa…

Eylemleriyle, söylemleriyle, duruşuyla, yaklaşımlarıyla…

Hepsinden önemlisi, “kişiliğiyle”…

***

Saygı göstermeyen saygı göremez.

İşte, zincirin zayıf halkası tam da bu noktada beliriyor…

Paradoksal bir biçimde, saygı duymadan yetiştirdiğimiz bireylerin
ileride saygılı insanlar olmasını bekliyoruz.

Sen diye hitap ettiklerimizi bize “siz” diye hitap etmeye zorluyoruz.

Yaşça bizden büyük birisine bir şey yazdığımızda sözlerimizi
“saygılarımla” diye bitiriyoruz…

Ama bizden genç birisine “sevgiler”i yeterli buluyoruz.

Neden?

Ayıp mıdır insanın kendisinden küçüğüne de saygı duyması ve bunu göstermesi?

***

Sebebi ne olursa olsun; itaat, merhamet, hoşgörü…

“Saygısızlık”tan yeğdir her türlü saygı…

Ama karıştırmamak lazım…

“Saygısızlık etmemek” ille de “saygı duymak” değildir son tahlilde.

Saygı kabullenmedir…

Saygı onaylamadır…

***

Bizler olgunlaştıkça, filtrelerimiz, kriterlerimiz daha da belirginleşir…

Daha seçici olmaya başlarız saygımızı ifade ederken…

Hayallerimizi süsleyen idollerin sayısı giderek azalır…

Örnek aldığımız, öğütlerini baş tacı yaptığımız birkaç kişi kalır
usumuzda son tahlilde…

Belki anne babamız…

Belki hayatımızı değiştiren bir öğretmenimiz, yöneticimiz…

Belki her başımız sıkıştığında fikrine başvurduğumuz bir dostumuz…

Gerçek saygının nesneleri sadece bunlardır işte…

***

Ve saygı tükenebilen bir kavramdır.

İsrafa gelmez…

Herkese ancak hak edene ve hak ettiği oranda verilirse gerçek değerini
bulur…

Ne bir eksik, ne bir fazla…

Aksi taktirde israf etmiş oluruz saygımızı…

Tüketiriz saygımızı cömertçe, önümüze gelene saça saça…

Gerçekten layık mı, değil mi; düşünmeksizin…

Ve gün gelir, kendimize bile gösterecek saygımız kalmaz…

En acısı da budur işte…

5.258 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Elmayı yemek lazım….Elmayı yemek lazım…. Özgür olmaya mahkumuz Mahkumiyetin acısını çekmek Kurtulmak lazım. Ama önce kurtulacakların ve kurtaracaklarını anlamak lazım. Anlamak için bilmek gerek Bilmek isteyen o elmayı […]
  • Dur!Dur! Bir baraj gölüydü sanırım, kıyısında mola verdiğimiz. Üç vakit oyalanmıştık da, iki balıkçı tuttukları bir balıkla çıkagelmişlerdi. Balık ince ve uzun bir sazandı ve kocamandı. Zargana […]
  • Hollanda – AmsterdamHollanda – Amsterdam Amsterdam küçük ama görülmesi gereken bir kent : Schiphol havaalanında uçaktan inince kendinizi tüm dünya merkezlerine bağlayan bir havalimanına geldiğinizi anlıyorsunuz; gelen ve […]
  • DünyaDünya “İnsan, o kadar çok duygusunu gizlemek zorunda kalıyor ki, utançtan yüzü kızarıyor.” Jorge Luis BORGES Dünya kelimesinin kökeninin Arapça olduğunu ileri sürenler var. Bu […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler