Üç tarafı deniz hatta bir de iç deniz..! Ama neye yarar ki denizi kullanmadıktan sonra…
“Zaferi, denizi kontrol altında tutan, ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere ulaştırabilen ülke kazanır.” Atatürk
Deniz yolu kullanılmayan hiçbir faaliyet başarıya ulaşamaz. Tarih boyunca savaşı denizden kontrol edenler zafere ulaşmışlardır. İstiklal Savaşı’mızın kazanılmasında daTürk denizcileri fedakarlık ve kahramanlıkları ile zafere çok önemli katkıda bulunmuşlardır. Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da; kulağım İnebolu’da.” sözü denizden gelecek lojistik desteğin önemini göstermektedir. Bu hizmet o kadar değerliydi ki, savaş sonunda cephede çarpışanlar kadar, bu hizmette görev alan ve görevini başarıyla yapan kaptanlar da İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmişlerdir. Çok sayıda deniz subayı arasında, ticaret kaptanları da vardı. Lojistik destek yanında, Kuva-yi Milliye gemileri nadiren de olsa başarılı taarruz faaliyetleri de yaptılar.
Cumhuriyet Donanması
Yeni devletin neredeyse olmayan donanmasının ilk resmi faaliyeti Ege’deki iki adanın teslim alınmasıydı. 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması gereğince İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) adalarının teslim alınması gerekiyordu. İki gambot, Gökçeada ve Bozcaada kaymakamları ile idari personelini eylül ayı sonlarına doğru bu adalara ulaştırdı. 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin donanması hurda denilecek bir durumda, Haliç’te bulunuyordu. Yavuz gemimiz ise üç kocaman yarası ile Tuzla’da idi. İçlerinde yalnız, okul gemisi olarak görev yapmakta olan Hamidiye kruvazörü ile Ertuğrul yatı seyre çıkamaz, fakat az da olsa kullanılabilir olarak korunmuştu. Cumhuriyetin ilanını kutlama maksadıyla selamlık atış emri geldiğinde 101 pare atışın yarısı Hamidiye, yarısı da Ertuğrul gemisi tarafından yapılabildi.
Atatürk ve Deniz Politikası
Atatürk, denizin ne kadar önemli olduğunu Çanakkale Savaşı sırasında anlamıştı. Bunu Çanakkale Savaşları’ndan hemen sonraya ait ifadesinde vurgulamıştı: Biz Çanakkale’de İstanbul’u kurtardık. Ama karşımızda denizlere hakim olmanın sağladığı üstünlükle, manevra kabiliyetini daima elinde bulunduran ve bundan geniş ölçüde faydalanan bir düşman vardı. Keza Alman tarihçisi E. Jöckh’e verdiği şu demeçte de: Boğazları ve Çanakkale’yi tıkamakla Rusları Karadeniz’e kapatmış oldum ve eninde sonunda çökmeye mahkum ettim. Ama biz de, Kızıldeniz’in ve Hint Okyanusu’nun eteğinde olduğumuz halde, aynı nedenden ötürü çökmeye mahkumuz. Herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz kuvvetlerinin yardımından yoksun olan bir kara kuvveti olarak, yarımadamızı, kendi kara kuvvetlerini çekinmeden getirecek bir düşmana karşı hiç bir zaman savunamayız.
Atatürk’ün etrafında gerek deniz hukuku, gerek deniz stratejisi ve diğer deniz konularında bilgi verecek, analiz yapacak bir danışman yoktu. Bu yeni cumhuriyetin en zayıf yönlerinden biriydi. Bu sıkıntı Lozan görüşmelerinde de yaşanmıştı. Deniz kuvvetlerini kara ordusunun bir parçası gibi görme hastalığı yeni cumhuriyete de aynen sirayet etmişti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, donanmayı Bursa’daki kolordunun emrine verip Marmara dışına çıkmasını yasaklamıştı. Ayrıca donanmaya sadece denizaltı ve hücumbotunun yeterli olacağını savunuyordu. Nitekim dışarıdan alınan ilk gemiler, Birinci ve İkinci İnöünü adı verilen iki denizaltı gemisi olmuştu. Türk denizcileri, bunun ne denli yanlış olduğunu Atatürk’e anlatma fırsatını, Atatürk ve beraberindeki heyetin 11-21 Eylül 1924 tarihleri arasında Karadeniz seyahati sırasında buldular. Hamidiye gemisi ile yapılan bu seyahat esnasında Atatürk, deniz kuvvetleri mensuplarını daha iyi tanıdı, fikir alışverişi yaptı, onların istek ve değerlendirmelerinin birini ağızdan dinledi ve denizcilerin görev bilincini yakından gördü. Bu seyahat, Türk denizciliği için bir dönüm noktası oldu. Ayrılırken Hamidiye’nin hatıra defterine şunları yazdı: “Hamidiye kruvazörü eskiden hatıra kalan, donanma içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerde faaliyet geçen ilk gemisi oldu. Beş seneden beri özlediğim deniz hayatını bana yaşatan bu gemi oldu. Türk donanmasını bu gemide ve ona refakat eden Peyk-i Şevket torpido kruvazöründe tanıdım. Temas ettiğim, ruhu genç, fikri genç bu gelecek komutan ve subayları izde bahriyemiz için güçlü umutlar uyandırdı. Bu kıymetli, çok arzulu heyeti, hatıralarla dolu bu gemi içinde bırakmakla yetinilemez. Onları, uygun ve hak ettikleri kadar gelişime ulaştırabilmek için bugünün gereklerine kavuşturmak lazımdır…”
Nitekim Atatürk hemen harekete geçmiş ve 2 Kasım 1924 günü meclisin açılışında yaptığı konuşmada bahriyenin modernize edilmesinin gereğini vurgulamıştır ve 30 Aralık 1924’te Bahriye Bakanlığı kurulmuştur. İlk bakan Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı emekli kara binbaşı İhsan Yavuzer olmuştur. Başta Fevzi Çakmak ve ordu komutanları olmak üzere bir çok kişi buna karşı çıkmıştır. Bahriye Bakanlığı üç yıl sonra lağvedildi. Buna rağmen ilk ve son bakan İhsan Bey, ideolojik ve doktriner anlamda önemli gelişmeler sağladı. İki kruvazör, iki denizaltı, iki torpito kruvazörü ve üç küçük muhripten kurulu ilk donanma bu dönemde denize çıkarak savaş eğitimine başlamıştır. Ayrıca Yavuz gemisinin onarımı kararı da alınmıştır. Yavuz gemisinin onarımının 1928 yılına kadar geciktirilmesi, Türk Genelkurmayı’nın denizcilik vizyonunun ne kadar körleşmiş olduğunun açık bir göstergesidir. Bunu ancak denizci bir devlet anlayabilirdi. Enosis politikasından vazgeçmemiş Yunanistan’ın Savunma Bakanı Kiryako: “Türkler, Yavuz’u onarırlarsa bizim donanmamız kuvvetsiz kalır. Eğer şimdiden aklımızı başımıza alıp da Yavuz’un karşısına aynı kudrette bir donanma çıkaramazsak, sonradan bunun parasını, çıkacak bir savaşta Türkler’e veririz.” şeklinde konuşmuştur.
Dünyanın İlk Seyyar Sergisi
Atatürk, ülkenin kültür ve ekonomisinin yabancı devletlerde tanıtımını yaptırmak üzere deniz yollarının Karadeniz adlı ticaret gemisini 1926 yılında seyyar bir sergi biçiminde düzenleterek Helsinki’ye kadar bütün Akdeniz ve Atlas Okyanusu limanlarında dolaştırmıştır.
12 Haziran 1926 tarihinde İstanbul’dan demir alan Karadeniz, 12 ülkede 16 şehri ziyaret etti. 86 günde 10 bin mil yol alıp yüzbinlerce insanla karşılaşan gemi, hareketinden 3 ay sonra, 5 Eylül 1926 Pazar günü İstanbul’a döndü. 95 kişilik sergi heyeti ve memurlarının yanı sıra, 47 kişilik Riyaset-i Cumhur Orkestrası da görev aldı. Gemide 16 balo düzenlendi, hariçte 36 ziyafete katılım sağlandı. Bütün limanlarda gemiyi ziyaret edenlerin 65 bin kişiye ulaştığı ifade edildi. Türk milletini deniz sorunlarına yaklaştırmak için iki deniz subayına en büyük soyadlarını vermişti. Eski Donanma Komutanlarından Koramiral Şükrü’ye, Okan, Kurmay Binbaşı Fahri’ye, Korutürk soyadını vermişti. Bu da gösteriyordu ki, Atatürk, dünya çapındaki gelişmelerde de donanmayı birinci araç olarak kullanmıştı. Bu konuda deniz personeline o kadar güvenmişti ki şapka devriminde verdiği özel emirle ilk önce deniz personeline şapkayı giydirmiş, bundan altı ay sonra şapka kanununu çıkarmıştır. Onun aziz naşını taşıyan Yavuz gemisine refakat etmek üzere, bir kaç devletin savaş gemisi göndermeleri devlete deniz yoluyla yaptığı saygınlık hizmetinin başka bir kanıtı olmuştur. Sen ne ileri görüşlü bie devlet adamıymışın Atatürk…
1 Temmuz Kabotaj ve Denizcilik Bayramı 93 yaşında anlayana…