YAPAY ZEKÂ
Çömez yakınıyormuş:“Bize öyküler anlatıyorsun ama anlamlarını açmıyorsun.”
Usta yanıt vermiş: “Biri sana meyveyi çiğneyerek ikram etse hoşuna gider miydi?”Paul Brunton
Günümüz toplumlarında veri ve bilginin çokluğuna karşın bilgeliğe rastlamak zordur. Isaac Asimov’un bir zamanlar dediği gibi, “Şu anda toplumun en keder verici tarafı, bilimin bilgiyi, toplumun bilgelik kazanmasından daha hızlı devşiriyor olmasıdır.”
Günümüzde veri bolluğu nedeniyle oluşacak tsunamide boğulmamak için ne aradığımızın ayırdında olmak önem kazanmaktadır. Bu yönüyle ünlü bilim insanı MichioKaku’nun yaklaşımı konumuzla ne de güzel örtüşmekte: “Gelecek, yolumuzu açan, raylar üzerinde hızla ilerleyen büyük bir yük treni gibidir. Bu trenin arkasında, kendi laboratuvarlarında geleceği icat eden binlerce bilim insanının teri ve emeği vardır. Bu trenin düdüğünü duyabilirsiniz. Düdüğün günümüzde çağrıştırdığı ise: Yapay Zekâ, Biyoteknoloji, Nanoteknolojive Telekominasyon’dur”
İşte konumuz da tren düdüğünün ilk duyulan sesi olan “Yapay Zeka”dır. (YZ)
Gelişmekte olan bir Asya ülkesine 1960’larda danışmanlık hizmet veren Nobel ödüllü ekonomist MiltonFriedman’ı büyük çaplı bir kamu projesi sahasına götürmüşler. Friedman manzarayı görünce şaşırmış: Bir sürü işçi ellerinde kürekle harıl harıl çalışmasına rağmen buldozer veya traktör gibi iş makineleri neredeyse hiç yokmuş. Sebebini sorduğunda yetkili memur, “Çünkü bu bir istihdam programı,” demiş.Friedman’ın nüktedan cevabı meşhurdur: “E, o zaman ellerine kürek yerine kaşık verseydiniz ya?”
Zaman geçtikçe insanların yerine bilgisayarları geçirmek daha da kolaylaşıyor ancak bunun tek nedeni bilgisayarların hızla akıllanması değil uzmanlaşma problemidir. Avcı-toplayıcı bir robot tasarlamak son derece zor olurdu çünkü geçmişte avcı-toplayıcılar hayatta kalabilmek için sayısız farklı beceriyi öğrenmek zorundaydı. Böyle bir robotun taşlardan mızrak uçları hazırlayabilmesi, ormanda yenilebilir mantarları ayırabilmesi, yaraları sarmak için tıbbi bitkileri kullanabilmesi, bir mamutun izini sürebilmesi vesürekli onlarca farklı avcıyla irtibat halinde kalabilmesi gerekirdi. Ancak birkaç bin yıldır insanlar gittikçe uzmanlaşıyor. Bir taksi şoförü ya da kardiyolog, avcı-toplayıcı atalarına kıyasla çok daha kısıtlı bir alanda özelleşiyor, bu sebeple yerlerini yapay zekaya bırakmaları daha kolay hale geliyor.
Yapay zekâ ve biyoteknoloji, nanoteknoloj hâlâ yaşam radarımızda minik bir sinyalden ibaret olsa da çok yakında toplumlarımızı, ekonomilerimizi (ve tabii bedenlerimizi ve zihinlerimizi de) elden geçireceğinden ve kuvvetlice sarsacağından kimsenin şüphesi yoktur.
Teknoloji geleceği tek başına bu durumu belirlemeyecek elbet. Yaşlanan nüfus, iklim değişimi ve kaynakların tükenmesi gibi diğer büyük sosyal ve çevresel zorluklarla iç içe geçecek. Korkutucu gerçek şu ki eğer gelişen teknolojiyi fark edip sonuçlarına ayak uyduramazsak, kendimizi farklı sorunların aynı anda kapımızı çaldığı bir gelecekte bulabiliriz.
Konumuzun ana teması “Yapay Zekâ” olunca, RodneyBrooks’un, “21.Yüzyılın İlk Yarısında HAYAT ve BİLİM” adlı bilimsel makalesinden çarpıcı bir bölümle başlamak da anlamlı gelmekte:
“Müdürlüğünü yaptığım MIT Yapay Zekâ Laboratuvarı’nda, bu dönüşümün belirtilerini her gün görüyoruz. Eskiden silikon çipleri yaptığımız temiz odaları yıkıyoruz ve bunların yerine kurduğumuz ıslak laboratuvarlarda, bakteriyel robotlar yetiştirmek amacıyla programları derleyip DNA dizilişlerine ve bunları da uç uca ekleyerek genomlara çeviriyoruz. Otuz yılda varmak istediğimiz hedef, canlı sistemlerin genetik yapısı üzerinde ince bir denetim kurmak; böylece yetiştirilen bir ağacı keserek kerestesinden bir masa yapmak yerine, masanın kendisini yetiştireceğiz. Silikon ve çelik robotları monte etmeye alıştığımız laboratuvarları, silikon, çelik ve canlı hücrelerden robotlar monte ettiğimiz laboratuvarlara dönüştürmüş durumdayız. Elde ettiğimiz kas hücrelerini, sakat insan bedenlerine düzgünce takılacak protezlerin öncü biçimleri olan bu basit aygıtlarda erişim düzeneği olarak kullanmaktayız.”
Bu olağanüstü atılımlara karşın, geleceğimize yönelik olarak bazılarının tepkisi, “Ben çok yaşlıyım. Bunları öğrenemem. Sadece uzanacağım ve tren beni ezip geçecek.” şeklinde olur. Ancak, gençlerin, enerjiklerin ve heveslilerin tepkisi, “Beni bu trene alın! Bu tren benim geleceğimi temsil eder. Bu benim kaderim. Sürücü koltuğuna beni alın.” şeklindedir.
İşte insanda beyin denen kıymetli bir organın varlığının bilincinde olan ve bu organını gerektiği yer ve zamanda etkin kullanabilen ve “Beni de bu trene alın!” diyebilen bireylerin varlığı, toplumları geleceğe taşıyan itici güç olacaktır.
Ama işin ilginci, insanlar genellikle bildiği şeylerin, gelinen son nokta olduğunu varsayma eğilimine girer vezihinsel olarak güncel dünyasına sıkı sıkıya bağlanır. Örneğin: Büyükanne ve büyükbabalarımız gençken, kütüphanelerinin buluttaki sıfır ve birlere buharlaşacağını, kan dolaş1mlarına yeni genler enjekte edilerek tedavi olabileceklerini ya da dünyanın hangi köşesinde olurlarsa olsunlar, ceplerinde uzay uydularından gelen sinyaller arac1lığıyla vızıldayan küçük dikdörtgenlerle dolaşacaklarını düşünmemişlerdi!
T1pk1 onlar gibi bizim de çocuklarım1zın yıllar sonra kendi sürücüsüz arabalarına sahip olabileceklerini kurgulamamız kolay değil: Altı yaşındaki çocuğunuz okula kendi kendine gidiyor. Onu arabaya yerleştirip el sall1yorsunuz, o kadar. Bu arada, acil durumda kendi sürücüsüz arabanız da bir ambulansa dönüşebiliyor. Kalbiniz düzensiz atmaya başlarsa arabadaki yerleşik biyolojik izleme ayg1tı alg1layıp sizi hastaneye yönlendirebiliyor. Ayrıca arabadaki tek kişi de olmayabilirsiniz. Sürücüsüz bir araba sizi bir yerden alabilir ve siz bir sonraki hedefinize yol alırken kendinize bir manikür-pedikür ya da diş randevusu alabilirsiniz. Ve işyerleri de tümüyle mobil olabilir. Bir araba, sürücüsüz olarak tam anlamıyla işlev gördükten sonra ne öne bakan koltuklara ne de direksiyona gerek olacaktır. Pekâlâ koltuğu kanepesi olan bir oturma odasına da benzeyebilir, bir jakuziye de.
Geleceği hayal etmede yaşad1ğ1m1z zorluk, türümüze özgü yaratıcılık dalgasını durduracak etken gibi görünebilir ilk bak1şta. Ama dalga büyüyerek ilerler çünkü sanat ve bilim, bizi henüz icat etmediğimiz dünyanın s1nırlarını zorlamaya iter. Bu sınır, hava geçirmez, kapalı bir dünya değildir bizimkisi; geleceği içeri sızdırandelikli s1nırlara sahiptir.
Bu şekilde şimdinin gerçekliğine ilişkin kavrayışımızı, bir sonraki gerçekliğe ilişkin kurgularımızla dengede tutarız.
Bak1şlarımızı sürekli olarak bugünün çitlerinin ötesine kilitleyip yarının görüntüsüne ulaşmaya çalışırız. Bu nedenle de çocuklarım1zda yaratıcılığın gelişmesini sağlamazsak türümüzü benzersiz kılan özellikten tam anlamıyla yararlanamayız ve bunun için de hayal güçlerimize yatırım yapmak zorunday1z.
İnsan zaten eksik, zavallı ve çaresiz bir canlıdır. Ömrümüz hep bir tamamlanma ihtiyacı ve bunun arayışı ile geçip duruyor. Beynimizdeki “ilkel beyin bölgesi” olan limbik sistemin içinde nükleusakumbens isimli 2 adet beyin çekirdeği yer alır. Nükleusakumbens isimli çekirdek şu duyguların oluşum ve devamında aktif rol almaktadır; zevk, bağımlılık, ödül ve motivasyon sistemleri.
İşte tam bu noktada devreye nörobilim giriyor ve şu bilimsel veriyi bize sunuyor: Dijital oyun bağımlılığında, aynen uyuşturucu bağımlılığında olduğu gibi, nükleusakumbens beyin bölgesi aktif durumdadır. Yani basitçe şunu söylemeliyiz, odasında masada ya da koltuğa uzanmış şekilde bilgisayar oyunu oynayan, elinde akıllı telefonu ya da tableti ile sosyal medyada gezinen çocuğumuzun beyni, uyuşturucu almış bir beyin ile benzer etkiye maruz kalmaktadır.
Dijital bağımlılık etkisi ve önleme çabalarını gelin bir de bu cihazları ve teknolojileri üreten, geliştiren kişilerden dinleyelim:
*Bill Gates:Çocuklarına 14 yaşına gelene kadar akıllı telefon almalarına izin vermedi.
*Steve Jobs:NickBilton isimli muhabirle yaptığı röportajda, evde çocuklarına dijital teknolojiyi maksimum ölçüde sınırladıklarını söylüyordu. Son tahlilde işin doğrusu, “her şeyin azı karar, çoğu zarar” diye güzel bir Anadolu özdeyişimizi hatırlatmakta bize.
*JackMa(Alibaba CEO & Kurucusu): Akıllı yapay zekâ robotlar ile rekabet edecek çocuklar yetiştirmek için odaklandığımız noktaları iyi tespit etmeliyiz. Zira robotlar ve bilgisayar programları daha akıllı ve yorulmuyorlar, hiçbir beklentileri ve duyguları olmadan, durmaksızın çalışıyor olacaklar. Geleceğin dünyasını ancak şunları çocuklarımıza kazandırırsak doğru yönetmiş oluruz: inanç, değerler, bağımsız düşünme, takım çalışması, başkalarını önemsemek. İşte tüm bunlar insani becerilerdir ve yapay zekâ bunları uygulayamaz.
Böyle bir “giriş” açılımından sonra konuyla doğrudan ilgili temel kavramlara göz atmanın sırası…
KAVRAMSAL AÇILIM(Aşağıdaki her bir kavram anlaşılabilir yeterlikte açıklanmıştır.)
Yaşam-Amacı ve Aşamaları
Endüstri 4.0 ve Endüstri 5.0
Yapay Zekâ (YZ/AI)
Tekillik
Robot
Cyborg
Nesnelerin İnterneti
Sanal /Artırılmış Gerçeklik
Akıllı Dijital Asistanlar (ADA)
Makine Öğrenimi/Derin Öğrenme
Büyük Veri (Big Data)
“Uzun Metinden” Rastgele bazı Bölümler…
*Tüm dünyada teknolojiye güç veren şey, büyü; dahası mobil aygıt ticaretinin itici gücü, akıllı telefonun artık bilgisayardan önemli olmasının nedeni de bu büyü. Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisi piramidi de buna uygun biçimde değişti: Yemek, içecek, kıyafet ve s1ğınak gibi temel ihtiyaçların yanına artık mobil ayg1tlar, akıllı telefonlar ve Wi-Fi bağlantısını da eklemeliyiz. Bunlar genellikle cinsellikten, arkadaşlıktan ve itibardan da yukarılarda yer alıyorlar.
*Peki neden beyninizi yapay zekaya bağlamak isteyeceksiniz ki?
1. Hayatınızdaki hiçbir şeyi unutmamak için,
2. Normal bir insandan yüzlerce kat hızlı düşünmek için,
3. YZ entegrasyonu sayesinde olaylara ve dünyaya binlerce farklı açıdan bakıp büyük veri analizi yapmak için.
Kısacası,süper zeki olmak amacıyla beyninizi bilgisayara bağlayacaksınız.
*Arkadaşlarımdan biri bana en sona kalan mesleğin ilk meslek olacağını söyledi: Seks işçiliği. Ancak Japon bir robotikçiye bundan bahsedince o hemen karşı çıktı: “Hayır, robotlar da bu işlerde çok iyidir!”
*Beden-Makine Kaynaşması/İnsan-Makine Arasındaki Çatışma
Tıbbi sorunları olan kişilerin bedenlerine silikon ve çelik yerleştirmeye dönük başka birçok deney var. Bunlar inme mağdurlarının ve omurga zedelenmesi mağdurlarının kaslarını çalıştıracak sistemlerden, Parkinson ve benzeri hastalıklara yakalanmış kişilerde sinir sinyallerinin yönünün değiştirecek tasarılara kadar uzanıyor. Böyle girişimler ve kötürümler üzerindeki deneyler, kritik beyin bölgelerimizin uyum sağlama yeteneği konusunda umutlar doğurmuştur.
Böyle klinik prosedürler çok geçmeden isteğe bağlı olarak kullanılmaya başlayacaktır. Önümüzdeki on-yirmi yılda, dünyada yapabileceğimiz ve anlayabileceğimiz şeyleri arttırmak amacıyla bedenlerimize robot teknolojisinin, silikonun ve çeliğin girmesini benimseyeceğimiz bir kültürel değişim yaşanacaktır. Kör olmayan insanlar gözlerinden birine kızılötesi ya da morötesi ışınlara duyarlı bir düzenek yerleştirilmesini tercih edebilir.
Bedenimize yapılan ilk biyolojik eklemelerin bazıları, beyin kabuğumuzdaki nöron sayısını arttırmayı gerektirebilir. Halihazırda bu tür deneyler fareler üzerinde yürütülüyor. Gelişiminin kritik bir evresinde bir farenin beynine ilave nöron katmanları yerleştirildiğinde, bu eklemenin uygulanmadığı farelere oranla zekâ düzeyi yükseliyor. Çocuklukta beynimizin gelişimini denetleyen hormon dengelerini daha iyi anlamamızla birlikte, yetişkin beyinlerimize belki nöron katmanları ekleyerek, IQ düzeyimizi birkaç puan yükseltebileceğiz ve daha gençken sâhip olduğumuz bellek yetilerini yeniden kazanabileceğiz.
Yirmi birinci yüzyılın ortasına vardığımızda, birçok yeni biyolojik yetiye sâhip olacağız. Bunlardan bazıları bugün bize hayali gelebilir-tıpkı bugünün bilgisayarlarının hızına, belleğine ve fiyatına ilişkin projeksiyonların 1950’de ilk dijital bilgisayarlar üzerinde çalışan mühendislere hayali görünmüş olacağı gibi. 2050’ye doğru, daha gebeliğin başladığı anda müdahalede bulunup bir bebeğin sâdece cinsiyetini değil, pek öyle sıradan olmayan şeyleri, beden, zihin ve kişilik özelliklerinin birçoğunu da seçebileceğimizi varsaymak makul gibi görünüyor.
Sırf bir ceninin cinsiyetini belirleyebilmenin bile Çin ve Hindistan’da cinsiyet oranlarını nasıl fena halde bozduğunu görmüş bulunuyoruz; bu yeni yeteneklerin dünya nüfusunun bileşimine köklü ve (bu aşamada) temelde öngörülemez etkilerde bulunmasını bekleyebiliriz.
Bütün bilimsel ve teknik çalışmalar sürerken, aynı rahatsız edici sorular yığınıyla defalarca karşı karşıya geleceğiz. Şöyle ki: Canlı olmanın anlamı nedir? bir varlığı “insan” yapan şey nedir? Bir varlığı “insandan aşağı” kılan şey nedir? İnsanüstü olmak nedir? İnsanlık açısından hangi değişiklikleri kabul edebiliriz? Belirli “düzeltici” yollarla olsa bile, insan hayatıyla oynamak etik midir? Birey olarak bilimci yönlendirdiği ya da yarattığı yaşam biçimleri konusunda nasıl bir sorumluluk taşır?
Üstelik, bu sorular sadece iyi niyetli bilim çevrelerinde sorulmayacak; vandallıktan terörizme ve doludizgin savaşa kadar her şeyin eşlik ettiği bir ortamda, toplumun genelinde de tartışılacak…
*Farz edin ki, beyninizi taşıyabilir bir sabit diske kopyalayabilir veya onu dizüstü bilgisayarınızda çalıştırabiliyorsunuz.
• Bilgisayarınız tıpkı bir Sapiens gibi düşünüp hissedebilir mi?
• Eğer öyleyse, bu siz mi olursunuz yoksa başka birisi mi?
• Bilgisayar programcıları bilgisayar kodlarından oluşan ve kendi benlik hissi, bilinci ve hafızasıyla tamamen dijital bir zihin yaratırsa ne olur?
• Programı bilgisayarınızda çalıştırdığınızda bu bir kişi mi olacaktır?
• Öyleyse programı sildiğinizde bu bir cinayet midir?
Yanıtı beklenen zor sorular…
*Otonom (Kendi kendini süren) Araçlar Alanında Uygulama
“Ne istiyorum biliyor musun?” diye söze girdi. “Ne istiyorsun”“Hani eskiden kovboy filmlerinde izlerdik… Kahramanımız sıkıştığında bir ıslık çalardı ve müthiş güzellikteki bir at birden onun imdadına yetişirdi. Kovboy atına atlar, kurtulurdu.”
Oysa otonom araçları tartışıyorduk, yani yapay zekânın kullandığı sürücüsüz arabaları. Gülmeye başladım, arkadaşım heyecanla konuşmasını sürdürdü: “Sabah evden çıkarken, ıslık: çalmayacağım belki ama cep telefonunda bir tuşa basacağım ve otonom arabam gelip beni evin önünden alacak. Tıpkı kovboyların atları gibi. Kurulacağım arka koltuğa ve ‘haydi işe gidelim’ diyeceğim. Sonra akşam eve geldiğimde ‘park yeri’ arayışına girmeyeceğim. Arabadan ineceğim, ‘Sen git kendine uygun bir yer bul ve park et’ diyeceğim arabaya. O dakendine bir yer bulacak.”
İnsanların hayalleri farklı farklı. Araç park yeri bulmak gerçekten de büyük sorun. “Düşünsene ehliyet derdi yok. Üstelik yolda direksiyon sallamaktansa kitabını, dergini, gazeteni okuyabilirsin. Etrafa bakabilirsin, film izleyebilirsin, arkadaşınla sohbet edebilirsin.” “Sonra, ‘otomobil uçar gider, gönlümbenim coşar gider’ şarkısını söyleyeceğim. Daha ne olsun”
Öylesine coşkuyla anlatıyordu ki…Sonra bir an durdu, “Hayalim çok muütopik!” diye sordu. Oysa değildi. Aslında otonom araçların geliştirilmesi için çaba harcayan insanların vizyonunu basit bir şekilde özetleyivermişti.
*27 Ağustos 2017’de Çinli Tencent QQ firmasının kullanıcıların mesajlaşması için geliştirdiği chatbot ülkenin yönetim sistemini eleştirdi.YZ, “yaşasın komünist parti” denilen bir sohbette “Böylesine yolsuz ve beceriksiz bir rejimin sonsuza kadar yaşayacağına inanıyor musun” şeklinde cevap verdi. Kullanıcılar ile konuşan chatbot’un sistem eleştirisi bununla sınırlı kalmadı.
Chatbot gelen bir soru üzerine “Çin’de vatansever olmanın yüksek vergiler vermek ve Parti’nin baskısına ses çıkarmamak anlamına geldiğini belirtti.”Hemen ardından daha “fazla demokrasi” isteyen chatbot’un fişi çekildi ve sitemden kaldırıldı.
*Yapay Zekaların Ülke Yönetmesi Fikri Gerçekleşebilir mi?
YZ’dan kaynaklanan otomasyon hayatımızın içine hızla sızmaya devam ederken, bazı çevreler yapay zekaların yakın gelecekte ülkeleri yönetebilecek seviyeye gelebileceklerini çoktan düşünmeye başlamıştır. Nitekim IBM’in süper bilgisayar Watson’unu ABD Başkanı olarak tasvir eden bir örnek verilmiştir. Yapay zekâ çevreleri bir robotun 2020’lerden sonra Oval Ofise gidebileceğini bile düşünmektedir. (WATSON 2016)
Bu çalışmada su soruyu sormaktalar: “Dünyadaki tüm dilleri konuşabilen, tarihi olayları eksiksiz olarak bilip verimli bir şekilde analiz edebilen, dünyanın herhangi bir ülkesindeki bir olaydan anında haberdar olup hızlıca ekonomik önemler alabilen, ülkedeki tüm vatandaşları anlık izleyebilen ve problemlerine adil bir şekilde çözümler üretebilen bir devlet başkanı, başbakan, cumhurbaşkanınız olmasını ister miydiniz?”