Yürümelisin!
Çeşmeye ellerini dayadı ve kana kana içti buz gibi suyu. Yakasından akan suyun verdiği serinlikle kendine geldi. Yıkadı yüzünü defalarca nasırlı kocaman elleriyle.
Ve…
Uzayıp giden sarımsı kahve bozkıra doğru adımlarını atmaya başladı.
Yol çok uzundu. Uzaklar sıcağın etkisiyle titrek titrek gözüküyordu. Ki kendi de çok emin adımlar atacak durumda değildi o titreklikle uyumlu yürümeye devam etti. Güneş onun yanmışlığına aldırmadan tepesinden yakmaya devam ediyordu.
Yavaş adımlarla ufak taşlara vura vura ilerledi.Büyük taşlar onun harcı değildi. Çantasına koyduğu dört eşit parçadan oluşan ekmeğinden birini aldı ısırdı çiğnedi. Tulum peynirinin kokusunu ve ağızda bıraktığı tadı hep sevmişti.
Kulağına bir ses sanki şöyle sesleniyordu.
Yürümelisin, çıktın yola sıcağa aldırma. Hem ileride bir çeşme daha buz gibi sularıyla seni bekliyor.
Döndü, ayrıldığı köyün tek tük sağa sola serpilmiş evlerine baktı. Kafasındakiler gibi her şey dağınıktı. Farklı renklerde boyanan kapılara, pencerelere baktı.
Döndü, uzaklarda bir şeyler var mıydı acaba?
O, yürüdü…
Ama bunu yazan kalem daha fazla yürüyemedi. Yine kısa bir heyecan ve tembelce başka konulara dalış.
Aynı ayrıldığı evler gibi,
Aynı adamın kafasındaki düşünceler gibi
Dağınık.
Bir öğlen arası çayını yudumlarken bu kadar yürüyebildi.