felsefe taşı

Çağı Yakalamak, Çağa Yakalanmak

Çağı Yakalamak, Çağa Yakalanmak
Ağustos 28
08:42 2019

Çağı yakalayanlardan mısınız?

Çağa yakalananlardan mı?

Hayır, hiç de aynı şeyler değil aslında.

Çağı yakalamak, yeniliklere vakıf olmak, günün koşullarına uyum sağlamak
demek.

Çağa yakalanmak ise, yeni düzenin hayatınızı ele geçirmesi…

Adeta sizi zorla kendisine uyarlaması.

Tüm eski zevklerinize, alışkanlıklarınıza format atıp, metazori, yeni
bir kalıba sokması…

***

Çağı yakalamak zorunluluk…

Çağa yakalanıp yakalanmamak ise bireysel bir tercih, bir duruş.

Misal, günümüzün “Olmazsa olmaz”ı, interneti kullanabilmek, çağı yakalamak…

Fakat internetin yokluğunda apışıp kalmak, çağa yakalanmak.

Cep telefonu kullanmak çağı yakalamak mesela.

Ama ergenler gibi, tüm gün cep telefonuyla oynamak, çağa yakalanmak…

Çağı yakalamak çağa hâkim olabilmek…

Çağa yakalanmak ise çağın hayatınızı eline geçirmesi…

***

Kendi adıma, elimden geldiğince, çağın gerisinde kalmamaya çalıştığımı
söyleyebilirim…

Çağı ne oranda yakalayabiliyorum, bilmiyorum.

Ama ve lakin çağın önüme geçmemesi, bana tozunu yutturmaması bağlamında
başarılı olduğumu düşünüyorum.

Deyim yerindeyse, “Direniyorum.”…

Bugün ile kâh barışığım kâh kavgalı.

O beni kendi sınırları içine çekmeye çalışıyor sürekli.

Bense öznel duvarlarımı örmeye çabalıyorum bugün ile aramda.

Kendi kurduğum dünyamı yutmasına izin vermiyorum içine ittirildiğim
dünyanın…

***

Sevemedim örneğin kot pantolonu hiç.

Karton bardakta çay, kahve içmeyi de…

Self servis sisteminden, fast food restoranlarından da uzak durdum hep…

Mecbur kalmadıkça, gelişmemiş bir kültür ürünü addettiğim, şehirlerarası
otobüs terminallerine has, plastik masalı sandalyeli mekânlara gitmem.

Ne CD çalar, ne iPod; hiçbir yenilik sarsamadı radyonun gönlümdeki yerini.

Kullanıp atılan pratik tükenmezleri de sevemedim hiç.

Hiçbir kaleme değişmem misal, her hafta düzenli bakımını yapıp,
mürekkebini doldurduğum dolma kalemimi.

Hazır çakmakları sevmem, ille de gazını kendim koyduğum çakmağımı tercih
ederim.

İtiraf etmeliyim ki, ne zaman trafikte “Kaplumbağa” tabir edilen bir
Volkswagen görsem içimden “Temiz bir tane bulsam da, alsam” diye
geçirmiyor değilim.

Eski moda mı oldum, dinozorlaştım mı, bilmiyorum.

Önemsemiyorum da açıkçası.

Zira insanın yaşı ilerledikçe, eski zevklerine sahip çıkarak daha mutlu
olduğunu fark ettim.

***

Çağın elimden almasına izin vermediğim zevklerimden biri de mektup yazmak.

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
diyor ya hani Özdemir Asaf…

Bütün güzel geleneklerin içi boşalıyordu ve mektup feda edildi önce…

Mektupla vedalaştıktan sonra başlar samimiyetten de uzaklaşmamız aslında.

İçtenlik vardı mektupta, emek vardı, özen vardı.

İlk cümlesi beğenilmeyince yırtılıp defalarca yeniden yazmaya başlanan…

Bazen gözyaşlarının mürekkebe karıştığı…

Bazen kokunun kâğıda geçtiği…

Her bir harfin kıvrımından ayrı bir mana çıkartılmaya çalışılan
mektuplar tarih oldu.

Soğuk, ruhsuz, içi boş, donuk elektronik postalar, sosyal medya
mesajları aldı o doğallığın ve içtenliğin yerini.

Kokusuz, cansız, plastik çiçekler misali…

Hatırlayan kaldı mı acaba yalarken dilimize oturan, pulun arkasındaki
yapışkanın tadını?

***

Dünyaya bir çivi çakmaktı aslında mektup yazmak.

Arkamızda bıraktığımız bir izdi…

Boşuna değil edebiyatın en etkili eserlerinin hep mektuplarda yaşıyor
olması.

Nazım’ın Piraye’ye, Kafka’nın Milena’ya, Napolyon’un Josephine’e yazdığı
mektuplar örneğin.

Sigmund Freud nişanlısı Martha’ya tam 900 mektup yazmış.

Her biri ayrı bir sanat eseri…

Her bir satırı ayrı bir baş yapıt…

Küçük Prens’in yazarı Antoine De Saint Exupery’nin, savaştayken
sevgilisi için kaleme aldığı mektup geçenlerde, açık arttırmada, 240 bin
500 avroya alıcı buldu.

İşte mektubun değeri burada.

***

Sabretmeyi öğretirdi mektup bize…

Mektup arkadaşları vardı biz internet çağı öncesi gençlerinin.

Mektubumuzu postaya verdiğimiz andan itibaren sabırla postacının yolunu
gözlerdik.

O bekleyişin de, sonunda alınan cevabi mektubun da ayrı bir keyfi vardı.

Hiç sormazdık “Aldın mı mektubumu?” “Neden hala yanıt yazmadın?” diye.

Sabırla beklerdik satırlarımızın bulacağı karşılığı.

Bekleyiş uzadıkça ruh dünyamızda iniş çıkışlar yaşardık.

En nihayet, sabrımızın ödülü mektup elimize geçtiğinde her bir
kelimesini ayrı bir değer vererek, bir daha bir daha okurduk.

Bir iki saniyede okunup tüketilen o soğuk elektronik postalardan, sosyal
medya mesajlarından çok daha değerliydi el yazısıyla kaleme alınmış o
cümleler.

Yanıtsız kalırdı bazen mektuplar…

Olgun bir kabulleniş içine girerdik o zaman.

Ne engellerdik, ne de arkadaş listemizden çıkartırdık yanıt alamadığımız
kimseyi.

Saygıyı öğretirdi aslında mektup bizlere.

***

Anıya değer vermekti aynı zamanda mektup.

Elektronik posta kutunuz dolduğunda silersiniz size gönderilmiş eski
emailleri…

De…

Kaçınız yırtıp atabilirsiniz size özel yazılmış bir mektubu, ya da notu…

Hele ki yazarıyla ebediyen vedalaştıysanız…

40 yıldır sakladığım mektuplar, el yazısıyla kaleme alınmış notlar
vardır evimde.

Bir peçetenin üzerine yazılmış birkaç kelimelik notları dahi saklarım,
atamam, hepsi “değer”dir benim için.

Yazarını ölümsüzleştirir o minik notlar içimde.

Keza o satırların yazarına duyduğum sevgiyi, saygıyı, hayranlığı.

Mumyalarım, ruhumda zamanında hissettiklerimi…

Yüzlerce kitap dizilidir örneğin kütüphanemde…

Ama yazarlarının adıma bir iki cümleyle imzaladıkları hep gözümün
önündeki raflarda durur.

Bazılarının yazarları çoktan toprak olsa da, yaşamaya devam ederler
benim için o bir iki satırlık hitaplarında..

***

Mektupla vedalaşan yeni nesil kalemi de çoktan rafa kaldırdı ne yazık ki.

“Kaleme almak” deyimi anlamını yitireli o kadar uzun zaman oldu ki.

Öğrencilik yıllarının ardından el yazısını kullanan kaç kişi kaldı?

Bu yüzden artık herkesin el yazısı bir felaket, estetikten fersah fersah
uzak.

Soğuk klavyeleri soktuk kelimelerle, duygularla aramıza.

Nerede kaldı verdiğimiz hediyelere iliştirdiğimiz o küçük notlar.

Boyutu küçük olsa da değeri hediyenin kendisinden bile büyük o minik
pusulalar…

İnternet üzerinden çiçek gönderilen siteleri sevmiyorum bu yüzden.

Birisinin benim duygularımı bilgisayar yazıcısından çıkartmasını kabul
etmiyorum.

Mutlaka el yazımla yazmak istiyorum gönderime iliştireceğim notu.

***

Mektup, benim için çağa teslim olmamanın, başkaldırının bir sembolü.

Bu yüzden inadına, hala çok seviyorum mektup yazmayı.

El yazımla, sevdiklerim için küçük notlar kaleme almayı.

Düşünün bakalım, en son ne zaman mektup yazdınız; hatırlıyor musunuz?

Ya da ne zaman heyecanla bir mektup açıp okudunuz?

Daha da zor bir soru var sorulacak…

Kaç kişi var hayatınızda oturup da mektup yazabileceğiniz?

***

Çağın gerisinde kalmamak, değişmek önemlidir.

Bu gerçek inkâr edilemez…

Ama değişmenin yanında bir de dönüşmek var.

Asıl tehlikeli olan bu.

Değişmek mevcudun revizyonudur.

Eskinin rötuşlanması, günümüze adapte edilmesidir değişmek.

Dönüşmek ise eskiyi yok edip yerine apayrı bir şey koymaktır.

Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi…

Dönüşmeyi kabul eden geçmişine sünger çeker.

Çağa yakalanmanın acı bir etkisi işte bu dönüşüm.

Hayatı pratikleştirirken içini boşaltıyoruz farkında olmadan.

Sözde kolaylaştırırken yaşamı, anlamsızlaştırıyoruz yaşadıklarımızı.

Duvardan duvara led televizyonlarda seyrettiğimiz aslında kendi
yalnızlığımız.

Otomobili park ederken ekrandan görmesine görebiliyoruz geriyi…

Ama geride bıraktıklarımızı fark edemiyoruz maalesef…

Çağı yakalamak değişimdir…

Çağa yakalanmak ise dönüşüm…

Değişirken dönüşmeyenlere, çağa yakalanmayanlara selam olsun…

3.491 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • İçindekiİçindeki Günlerdir karnında bir ağrı vardı... Düzensiz yemek ve uzayan mesai saatleri ile fast food'a boğulmuştu. Sabah kahvaltısı bir kahve, bir sigara ve eline geçen bir ekmek arası öğütülecek […]
  • Bugün Kalbiniz İçin Yeni Bir Başlangıç YapınBugün Kalbiniz İçin Yeni Bir Başlangıç Yapın Kalbiniz için doğru adımlar atın ve sağlık planları yapın. Kalbinizi yoran tüm sorunları geride bırakın ve sağlıklı bir yaşam için, kalbinize daha iyi bakmak için kesin kararlar alın. […]
  • “Yaş 71” !“Yaş 71” ! Loş ışıklı gece klubünün kapanış saati. Müşteriler ayrıldılar. Barın arka tarafındaki çalışma alanlarının ışıkları açıldı. Çalışanlar bir an önce evlerine gidebilmek için koşar adımlarla […]
  • Zihnin ÖzgürlüğüZihnin Özgürlüğü İnsan doğduğu andan itibaren çevresi göreve başlıyor: Önce ailesi, yakın akrabalar... dünyaya geldiği ülkenin egemen zihniyeti; kültürü, gelenek ve görenekleri, politikası... toplumu, […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler