Birinci
Hayat boyu…
Hiç birinci olmadım.
İkinci de olmadım… Üçüncü de…
Çünkü, öyle bir isteğim olmadı.
Sıralamadan da, sınıflamadan da, kategorize etmekten de, edilmekten de hazzetmedim.
Bu nedenle hiç yarışmaya katılmadım.
Bilgi yarışmaları dahil, spor karşılaşmalarından da uzak durdum, politik ortamlardan da…
Hayatı yenmek – yenilmek oyunu dışında algılamaya çaba harcadım.
Zafer duygusu ile beslenmek istemedim.
…
Bu sabah Kars Havaalanında uçağa bineceğim, biniş kartımı aldım, kapıya geldim. Baktım biniş kapısında bekleyen yolcu yok, bir görevli yolcuları almak üzere hazırlık yapıyor.
Gittim ve kapıda durdum.
Birden fark ettim ki, birinciyim.
Ya Rabbi, bunu da yaşamak varmış.
Kapıdan ilk çıkan, uçağa ilk binen yolcu ben olacağım.
Hoş bir duyguymuş.
Küçük de olsa bir sevinç oluşuyor.
Ne kadar da insani bir durum şu önde olmanın yarattığı hoşluk.
Hemen kimyasal tepkime başlıyor.
Merak ettim, bu tepkimeyi ve çıktıları olan kimyasalları serbest bıraksam, hatta biraz da tepkimeyi katölizör ile kışkırtsam, acaba ürün neye dönüşür?
…
O sırada elinde biniş kartıyla bir yaşlı teyze görevliye yaklaştı “kızım uçağa buradan mı biniliyor?”
“Buradan teyzem, sen biraz bekle şöyle şimdi alacağım”.
Teyzem önüme geçti.
Haydiiiii…. Bizim birincilik gitti.
Sen misin tepkime mepkime isteyen? Rabbim şakkadanak düşürüyor önüne.
Al sana tepkime, al sana katalizör…!
Teyzem epey yaşlı, şimdi kimya deneyi yapıyoruz diye onu da tüpe koyup kaynatmayalım.
Ahlak var, kültür var… “insanlık namına” var, iyilik var, merhamet var… Neler var neler…!
“İkincilik de önemli bir derece diyorlar, demek bu defa nasip değilmiş” diyerek beklemeye başladıydım ki teyzem arkasını dönüp, oturan yolculara doğru el salladı, “amcam” kalkıp geldi.
Olduk mu üçüncü..!
Üzüldüm tabii… Bu lanet hayat bir bataklık gibi, bir adım atınca, hüüüp… koldu bacaktı… çekiyor seni.
Tüpün altındaki alevi yükselttim, ateş güçlendi.
“Olsun, bu da fena değil, belki yarışmacıları yaşlara göre sınıflandırırlar.” diye avunmak istediysem de, içimden bir şey buna direndi.
“Hem bunlar epey yaşlı, önceden binmeleri çok anlamlı…. ” dedim.
Olmadı… açmışım bir kere ateşi, kaynıyor da kaynıyor mübarek.
Oturan yolculardan genç bir kadın, genç bir erkek ve üç çocuk geldi yanlarına.
Teyzemin kızı, damadı, torunlar.
Tepkime fokur fokur… safi kimyaya dönüşmek üzereyim.
Zafer fırsatı kaçtı, kaybediyorum.
Üzüntü ve kızgınlık hali başlıyor.
Okumuştum bir yerde, şimdi bu kaybetme korkusunu, endişe ve nefret izlermiş.
Sonra, zirvede patlama şiddet gösterisiyle ortaya çıkarmış.
Abbbooovvv….!
“Hay lanet, bana mansiyon bile kalmadı, ne bu hal..?” diye söylenmeye başladım.
Güya birinci olacaktım…!
Kapıdaki kalabalığı gören herkes oraya üşüştü. Güruhun itelemesi sonucu kendimi en arkada buldum.
Artık dibin dibindeyim.
Kimyasal tepkime çökmek üzere.
“Yedik bir halt, attık adımı şu batağa, çıkış fırsatı ver şu fakire ya Rabbi” diye seslendim.
Hemen geldi karşılık.
“Ateşi kapa”
“Ne ateşi..?”
“Arzu ateşi… O ateşi bir kez açar, kimyasalları fokurdatırsan, kendine yabancılaşmaya başlar ve bundan haz almayı marifet bellersin”.
İşe bak…!