Öngörü mü? Ne olacak ki!
Yaşadığımız pek çok sorunun altında kıra bağlı (çakılı) akıl olduğunu düşünürüm.
Kır (adı üstünde) insana gelecek öngörüsü yapma fırsatı vermez.
Kır, belirsizlik alanıdır.
Anlıktır.
Kırda öngörü olmaz.
“Allah ne verdiyse” halinin süreklilik kazanmış formudur.
Bir saatlik yağmur, bir dakikalık dolu, rüzgar…bir tırtıl… gözü dönmüş komşu…
Bir yıllık emeği, beklentiyi silip süpürür.
Kırın koşulları zorlaştıkça (iklim, topografya, vb.) gerginlik katsayısı artar.
Dağlara dpğru çıktıkça gerginlik yüksektir mesela, hem kıraç, hem soğuk hem dağ ise, of of offff…
Ovaya indikçe durum biraz daha değişir, üretim koşulları daha yönetilebilir olmuştur ama sonuçta yine kır kırdır…
Yarını öngörmemeyi nesiller boyu öğrenmiş akıl, bu bilgiyi genlerle gelecek kuşaklara aktarır.
O kişi adına kent denilen kalabalık köylere gitse de, orada üç beş kuşak geçse de akıl pek değişmez.
O, gittiği her yerde, yüzlerce yılın belleğinin ürünü olarak yaşar.
Öngörüsüz akıl, plan diye bir nane ruhundan habersizdir.
Öğretsen de inanmaz, çünkü onun gerçeklik aleminde karşılığı yoktur.
O aleme hakim olan endişe ve korkudur.
Sürekli gerilim, sürekli çatışma.
Güven diye bir kavram da gelişmez.
Kime, niye güvenesin ki…?
Hele de dipte korku varsa.
İnancın karşılığı “bu dünyadan bir cacık olmayacak, belki ötekinde… ” şeklinde tezahür eder.
Bizde reankarnasyon yok, olsaydı, o da işe yarardı.
Burada anahtar sözcük “öngörü”.
Kentli insan geleceği öngörebilen insandır.
Veri toplar, bunları işler, bilgi üretir.
Arşiv tutar mesela, düzenli kayıtları vardır, izleme yapar… bunlardan disiplinler üretir.
Plan yapar, yasa yapar, kural koyar, düzen oluşturur.
Kurumsal yapı oluşturur.
Bunun geleneğini kurar.
Böylece geleceğini de kurgular.
Ama sende kır aklı varsa, ne kadar yasa yaparsan yap, bir karşılığı yoktur.
Sözleşmenin, anlaşmanın, hadi daha da ötesini söyleyelim yazının bir karşılışı yoktur.
“Ne olacak ki…?” dendiğinde, akan sular durur, ne olacak ki..?