Mekanımız Neresi?
Mekanımız neresi?
Bana sorsalar, duraksamadan “insanın mekanı düşüncedir” derdim.
Çünkü insan düşüncede vardır.
Düşüncede büyür, düşüncede küçülür.
Gel gör ki insan, düşüncesini madde ve zamanda bir varlık biçimi olarak tezahür ettirme derdiyle, kalkmış kendini “beden” diye bir mekana sıkıştırmıştır.
Böylelikle nesneler dünyasının “doğa” sı üzerinden insan kendi doğasını tanımlama zorunluluğuna sıkışmıştır. Bu durum düşünceyi ve elbette bilgiyi katılaştırıp, mekanı sabitlemiştir.
Hal bu olunca da, mesele bilginin ve düşüncenin, mekandan özgür kalması meselesi olmuştur.
Yolun bir ucunda madde ve zamanda biçimlenerek katılaşan insan-mekan ilişkisi varsa, öte ucunda bütün imkanın uçsuz bucaksız okyanusunu sunan bir zihin vardır; lakin insan o zihni bilmek isteyecek kadar düşüncesini serbest bırakacak cesarete sahip değildir.
Çünkü insan içine gömüldüğü kabirin konforunu “düzen” bellemiş, onun temellerini acı, duvarlarını da dramla kapladığı kibir dolu kuburuna yerleşmiştir.
Bu gözle bakıldığında insanın yegâne mekanı içinden çıkamadığı mezarıdır.