Benim Doğrum!
Doğru olan seçeneğin, diğer seçeneklerden bir farkı ya da üstünlüğü yok artık.
Bankacılık sektörünün popüler ifadelerindendir: “Bankaya on bin lira borcun varsa sen düşün; on milyon lira borcun varsa banka düşünsün!”. Doğru-Ötesi (post-truth) dünya giderek bu iki ucu birbirine bağlıyor: Bankadan on bin lira kredi al, doğru-ötesi dünyanın bazı temel ilkelerini hayata geçir, banka sana on milyon liraya dek kredi versin. Ondan sonra da bırak o düşünsün!
Dünyanın pek çok ülkesinde politikacıların yaptığı bu. Belli sözler vererek ülkelerini yönetir pozisyonlara gelirler. Normal şartlarda görev süreleri içinde verdikleri sözlerin hiç değilse bir kısmını tutarak (on bin liralık borcu biraz olsun kapatarak) bir sonraki seçim döneminde biraz daha borç/oy alabilirlerdi. Oysa doğru-ötesinin sınırsız imkanları sayesinde iktidarda kalıp kalmamak politikacıların değil yönettikleri ülkelerin vatandaşlarının sorunu haline geldi artık.
Doğru-ötesi denilen olgu nasıl oluyor da bu tür “sonsuz imkanlar” sunabiliyor? Anlaşılan ortadan kaldırdığı (kalkmasına sebep olduğu) iki temel zorunluluk sayesinde. Bunlar “tam doğru söyleme” zorunluluğu ile “tutarlı olma” zorunluluğu. Artık kimse kamuoyunun karşısında tam doğru söylemek ya da bir önce dediği ile tutarlı olmak zorunda değil. Düne kadar bu tür “yan çizmeler” magazin dünyasına ya da medya mensuplarına özgü olmakla sınırlıydı. Bugün artık ülkeleri yöneten politik ya da bürokratik yöneticiler de aynı yolun yolcusu olmuş durumda.
Peki böyle yapma cesaretini nereden buluyorlar? Bankanın, kasanın kapılarını kendilerine sonuna kadar açmış olmasında mı? Seçimde oy veren bireyler seçtikleri politikacılara böyle bir yetki mi vermiş oluyorlar? Eğer öyleyse hayatlarının sosyo-ekonomik açıdan kötüye gidiyor olmasından neden şikayetçi oluyorlar? Vermiş olmuyorlarsa bu döngüyü neden kısırlaştırıyorlar? Yoksa denildiği gibi ülkeleri yönetmeye talip olan politikacılar (hangi partiden olması önemli değil) birbirinden farksız mı?
Eğitim düzeyi ne olursa olsun bireylerin doğruyu yanlıştan ayırt etme ve buna göre politik tercihlerini yaparak oy verme iradesi-imkânı vardı. Doğru-ötesi dünya bu olgular arasındaki değeri ortadan kaldırdı. “Doğru” ile “yanlış”, bir olay ya da hususla ilgili eşdeğerde iki denk olasılık haline geldi. Doğru olan seçeneğin, diğer seçeneklerden bir farkı ya da üstünlüğü yok artık. Doğru-ötesi dünya bunu tüm seçenekleri doğruymuş gibi tedavüle çıkararak sağladı. Sosyal medya ve trol orduları buna lojistik altyapı desteği verdi.
Doğru ile yanlışın ayırt edilmesi gereken dünyada devreye “sorgulayıcı akıl” becerileri giriyordu. Oysa doğru-ötesi dünyada artık “kafayı çalıştırmaya” gerek yok. Onun yerini inançlar almış durumda. Doğru-ötesi dünyanın fertleri neye inanıyorlarsa onunla paralellik oluşturan söylemleri “doğru”, ötekileri “yanlış” kabul ediyor artık.
O nedenle A partisinin taraftarları, ülkenin başına gelen tüm kötü şeyleri B partisinden, tüm iyi şeyleri ise A partisinden biliyor. Politikacılar da gerçeğin ne olduğuna bakmaksızın söylemlerini buna göre belirliyor. Dolayısıyla doğru-ötesi dünyanın aktif bir üyesinin “erdem”den, “değer”den, “anlam”dan, “maneviyat”tan bahsetmesi ne kendi vicdanını ne de kamu vicdanını ikna edebilir. Daha kötüsü bu hal, gerekirse temizlenebilecek geçici bir leke olmaktan çıktı; kalıcı bir karakter özelliği halini aldı. Bakalım doğru-ötesi dünya vakti geldiğinde bu günahlarından kendisini arındırabilecek mi?