ALDATMAK ALDANMAK MI ya da ALDANMAK ALDATILMAK MI?!
Kendi küçük dünyam içinde, artık paranoya misali, devamlı sorguladığım ve cevap bulmaya çalıştığım bir soru bu. Malum o kadar çok çerçeve içine sokabiliyor ki insan bu “aldatma” kavramını.. Özelden genele, duygulardan devlet şartlandırmalarına, okuldan işe, çocuktan erişkine kadar, şekle şemale farklılıklarla giren ama temeli esas olan bu kavram sanki günlük hayatın en kabul gördürülen kavramı oldu. Haberler, televizyon dizileri, filmler, gazeteler, sohbet odaları, sosyal medya, devlet yazışmaları, kararlar, genelgeler, kitaplar, dersler… Sınırları sonsuz…
Aslında aldatan kendini aldatmış olmuyor mu, çünkü aldatanın aldattığı çok büyük bir yüzdeyle bilindiği için aslında kendi aldanıyor. Aldanan ise sadece aldatıldığının farkında olmayan oluyor ki o da uzun süren bir aldanma olmuyor.
Zira artık yaşadığımız çağ düşünme, bilgilenme ve bilgiye kolay ulaşma çağı. Bu sayede aldanan belli bir süre sonra farkına varıp, aldatanın aldattığını bir şekilde ortaya seriyor, ya da o da aldatıyor. Ama işte o zaman olaylar bir kısır döngü içine giriyor. Aslında hayatlarımızda dönen şu hızlı çark var ya iş ve özel hayat dediğimiz ama hiç birini tam yaşayamadığımız, bu döngüyle ivme kazanıyor gibi.. Biri ortaya çıkıp bir söz söylüyor ya da eylemde bulunuyor, ilk anda düşünmeksizin kabul görüyor. Malum reklamın iyisi kötüsü olmaz, iyisi içimize yerleşir, kötüsü de unutulmaz kolay kolay.
Tüm bu olan biteni gözlerinizde canlandırmak için size bir örnekleme yapmaya çalışacağım;
ortaya çıkan aldatan yalan lafları ya da hareketleri,yüklenen bir tren misali o duraktan bir diğerine doğru yön almaya başladığını hayal edin… Her bir durakta inenler binenler oldukça, eklemeler, sorular, tespitler yolculara eklenmeye başlar. Hele bir de aralarında bugünkü teknolojiye hakim biri varsa, ya da algısı diğerlerinden daha kuvvetli biri, farklı gerçeklikler de yolculara dahil olmaya başlar. Yolcular kalabalıklaştıkça insanlar sıkılıp sorgulamaya ve yargılamaya başlarlar. Söylemler çoğaldıkça, tam bir renk karmaşası oluşur yolcular arasında, inananlar ve inanmayanların farklı savlarla çeşitlendirdiği. Son durağa doğru yolcular azalmaya başlar ve yavaş yavaş durulur tartışmalar, daha doğrusu daha çok öze yönelir. Bilgili ve açıklıkla gerçeği görenler baskın karakter olmaya başlarlar yolcular arasındaki. Son durak gerçeğin artık saklanamayacağının kabulü ile hedefe varış misali gelir önlerine. Trenden inenler artık bilirler doğruyu ama yine de bir kısmı kabullenir, bir kısmı kabullenmez.
Sonuç ortadadır ama, ret son çırpınıştır. Malum son deme kadar inkar vazgeçilmez bir kuraldır aldatmada, ama aslında yüzme bilmeyen birinin denizde çırpınarak kendini habire aşağıya çekerek boğulması gibidir. Halbuki, sükunet içinde kabul saygı getirir her ne kadar tersi hak ise de.
Peki aldatmanın cazibesi nerede ki bunca aldatan etrafta devamlı çoğalarak, kabaran omuzlarla ve hayranlarıyla kol geziyorlar?
Sonuçta aldatma ve aldanma süre olarak uzun zamanlara yayılmıyor. Kırılan, üzülen, hırslanan, sinirlenen, köpüren insanlardan oluşan bir eylem bu. Mutluluk ya da başarı yalancı ve geçici bunun içinde sonuçta.
Acaba cazibesi yasak elma misali mi? Şeytanla kısa süreli kankalık mı?
Ego mu?
Her devrin ve her koşulun içinde her şeye sahip olma tutkusu mu?
Açlık mı?
Tatminsizlik mi?
Kendini kendine kanıtlama mı?
Öç mü?
Yaşasın hainlik ve kötülük mü?
Aldatmak özgürlüktür inancı mı?
Yoksa tamamen bilinç dışı, ama içten gelen hastalıklı bir dürtü mü?
Son yıllarda tüm madalyaları silip süpürürdü eğer bir yarışma olsaydı hal ve tavırlarla ilgili, emin olun buna. Tepeden en alt kesime kadar hem de… Yaşadığımız şu süresi belirsiz global tehlike yani pandemi dahi bir şeyleri değiştiremedi.
Artık maskesiz kimse kalmadı şu hayatta. En asil, en donanımlı gözükenin bile etekleri dolu. Kişilerin ünvanları bile umurlarında değil!En mutassıp gözükenlerin odaları taşıyor. En görgülü gözükenlerin kamerası utanç içinde.
Galiba sadece iki elin parmakları kadar kalındı artık ve yeni isimlerimiz var sırtlarımıza yafta, “saf, eski kafalı, bihaber, çağdışı, ezik, nostaljik,…”
Olsun varsın, ben gururla taşır ve bildiğim gibi, dürüst ve dobra yaşamaya devam ederim. Sadece üzüldüğüm şey, çevremi gittikçe küçültmek gerekliliği.. Galiba çoğumuzun kendimizi koruma adına yaptığımız ortak hareket bu. Televizyon kanalları, gidilen kafeler, okunan gazeteler, yeni dostluklar, sosyal medyalar, paylaşımlar, sohbetler, alışverişler bile artık belli bir şahsi denetimimizden geçmeli diyorum ben. Tuzaklar o kadar cazibeli gülümsüyorlar ki.. Gel ve aldan dercesine. En tepeden başlıyor aldatmalar ve aldanmalar özgürlük hakkının birinci kuralı gibi ama aldanacaklara Demokles’in kılıcı…!
Temiz çevre, temiz yaşam. Az ve öz her şeyden…
Sevgi ve saygı her şeyin hala anahtarı.
Aldatmada da öyle.. Seven aldatmaz. Ne eşini, ne sevgilisini, ne evladını, ne halkını, ne işini, ne dostlarını, ne de kendini..
Bence yazıyı bir daha okuyup, elinizi vicdanınıza, gözlüklerinizi kucağınıza koyup, kendinizi ve çevrenizi bir düşünün…
Kırılmayın, sorgulayın lütfen!