felsefe taşı

Rönesans, Aydınlanma ve Floransa

Rönesans, Aydınlanma ve Floransa
Şubat 08
22:44 2014

Felsefe tarihini:
1. Dinlerin doğuşuna kadar olan Antik Yunan felsefesi ,
2. Din baskısının agır bastığı Ortaçağ veya karanlık çağ felsefesi,
3. Rönesans dönemi olarak da adlandırılan 16-18. yy Modern felsefe
4. Son olarakta 20.yy. ile başlayan Fenomenoloji ( gerçekçilik ) varoluşçuluk pragmatizm ve analitik felsefe akımı diye tanımlanan Yeni çağ felsefesi dönem olarak tanımlayabiliriz.

Etimolojik olarak “ Renaissance” Fransızca “doğum” İtalyanca “ Rinascimento” “yeniden doğuş anlamına gelir. Rönesans genelde, 15 -16. yüzyıllarda İtalya’da sanat ve yazın alanındaki canlanış olarak tanımlanır. Canlanma, restorasyon, yeniden uyanış, diriliş, bu isimler de rönesansı anlatmak için kullanılabilir. Rönesans teriminin kökeni Fransızcadır Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış ancak deyimin bugünkü anlamı, İsveçli tarihçi Jacob Burchardt’ın ilk kez 1860’da basılan “İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı yapıtıyla hayat bulmuştur. Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi ve öğrenimi ve sanat ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. Ancak İlk çağda ve orta çağdaki düşüncelerin birebir tekrar incelenmesi ya da tekrar değerlendirilmesi değil, çok daha kapsamlı bir anlamda o zamana kadar tartışılagelen konuların tamamen yeni bir biçimde ortaya konulmaları, önceki çağlardan çok farklı bir insan tipinin ortaya çıkması ve düşünceler geliştirmesi söz konusudur. Rönesans felsefesi aynı zamanda bir geçiş dönemi felsefesi olduğu için önceki çağlar ile daha sonra iyice belirginleşecek olan yeniçağ düşüncesi arasında bir köprü işlevi de görmüştür; böylece önceki tartışmalar yeni formlar ve içeriklerle yeni gelişmelere aktarılmıştır. Rönesans coşkulu, parçalı ve yaratıcı yeniliklerle dolu bir dönemdir.İkinci olarak bu entellektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir.

RÖNESENS FELSEFESİ, Avrupada insancılık (hümanist ), bireycilik, ve şüphecilik akımları ile oluşan felsefedir. Hümanizm insan aklını , etik ve adalet kavramlarını temel alan , batıl inanışları ve doğa üstü olan herşeyi yadsıyan, tüm insanların değerli ve onurlu olduklarını öngören ahlak felseflerinin genel bir kategorisini anlatan bir dünya görüşüdür.
Hermetik düşünce bir taraftan tanrı- insan ilişkilerindeki aracıları kaldırmak yolu ile hiristiyan doğmalarına karşı çıkarak yeniden düzenleme ( reformasyon ) diğer yandanda yeniden doğuş (rönesanas) şeklinde doğmuştur.

Hermetik öğreti şu mesajı vermiştir: dünya tanrı katında tertemiz olan Semavi İnsanının yeryüzüne inmesi sonucu yaratılmıştır. Bu nendenle insanda tanrısal bir töz vardır,bu töz geliştirilerek Kamil İnsan yaratılabilir, Evrende var olan her şey tek bir kaynaktan oluşmakla beraber birbiri ile bağlıdır.Makrokozmos denilen evren mikrokozmos denilen insan ile ilişkilidir. Tekin inayeti ile yukarıda ne ise aşağıdada o odur deyimi bunu betimler.

Rönesans “ medern” felsefenin genelde 17. yüzyılda Descartesin çalışmaları ile başladığı kabul edilir Anglo-sakson dünyada ise Francis Bacon ile başlatanlarda vardır. Temel düşünce bilgiye giden yolun açık tutulmasıdır. Rasyonalizm(akılcılık) empirizm (deneyimcilik), insanın mutluluğu ,bilimsel olma,ve doğayı tanıma ve politika felsefesi başlıca yaklaşımlarıdır.Bu dönemde felsefeyi kotaranlar Tanrı adına konuşan din adamları değil , özgürce düşünüp eylemlerini düşüncelerini söyleyen bireylerdir. Aydınlanmanın temelinde yer alan en önemli unsurlardan birisi de sekülerizmdir. Sekülerizm, insanı ilgilendiren siyasi, hukukî ve toplumsal konularda dini kuralları değil aklı esas alan anlayıştır. Seküler anlayışa göre dinin, toplumu kontrol eden temel bir unsur olmaktan çıkarılması gerekir.. Aydınlanmacılar modernizmi de seküler anlayışın sonucu olarak görürler.
Bu dönemde Spinoza, Hobbes, Leibniz , John Locke ve Descardes gibi felsefeciler özgürce düşüncelerini oraya koymuşlardır.

Peki, İsa’nın doğumundan yaklaşık 1400 yıl sonra ne oldu da Avrupa’da insanlar uyandı ve harekete geçti? Bu soruya tam olarak cevap vermek oldukça zordur.
1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile Roma İmparatorluğu çökmüş, eski düzen biterken hümanizmi de içine alan yeni biriken güç, ortaya çıkma fırsatı bulmuştu. Ortaçağ’ın sonuna doğru, sanat ve bilim İtalya’da yeniden canlanmaya başlamıştı. İstanbul’dan kaçan Yunanlılar da Batı’yı bir kez daha Eski Yunan ruhuyla temasa geçirmişti. O sıralarda İstanbul ve İspanya’da Arapça ve Yunanca, Platon ve Aristoteles yaşıyordu. Modern bir zihnin anlayabileceği dille konuşabilmek için adeta Rönesans’ın çağrısını bekliyordu.

Rönesans döneminde Leonardo da Vinci modern hakikati aramanın temsilcisi sayılabilir. Özgür ve dünyevi kültürün öncülerinden biri olarak görülebilir. O günlerde yayılan güç, hala hüküm süren, hayati önemde kapsamlı bir güçtür ve modern dünyanın ruhunda varlığını sürdürmektedir. Ancak bütün bunlar yeterli değildi. Bildiğiniz gibi gerçek dönüm noktası “düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Descardes’la oldu.

Montesquieu “Kanunun koruyuculuğuna sığınarak ve adalet adına hareket edildiğini söyleyerek yapılan zulümden daha büyük bir zulüm yoktur.” veya “Bir toplumda adalet yoksa, toplumu değil de adaleti sağlayamayan rejimi yargılamak gerekir.
Ficinius’un: kendini tanı,
Galileo Galilei’nin “ ölçülebileni ölç, ölçülemiyeni ölçülebilir yap”
Francis Bacon’un “ bilgi güçtür “
Copernikus ‘un“ güneş dünyanın etrafında değil dünyanın güneş etrafında döndüğünü ispatlaması”
Isaec Newton’un : gezegenlarin nasıl hareket ettiği ve evrensel yer çekimi,çalışması
Luther “İncili Almancaya çevirmesi,”
1776 insan hakları bildirisinin – virginia anayasasıda yayınlanması Rönesans döneminin çarpıcı ve en çok bilinen özellikleri ve olaylarıdır.

Şimdide bu dönem filozoflarını ve onların düşüncelerini kısaca hatırlayalım;
Dante yapıtalarını İtalyanca yazarak ana dilde eser verilmesi ilkesine öncülük etmiş Kutsal Komedide evrende tanrısal bir düzen olduğu ve kutsal gücün tüm olayları mutlu bir sona doğru yöneldirdiği fikrini işlemiştir. Boccacio bir hümanist olarak insan doğasını tüm doğallığı içinde betimlemiş insan yaşamını tüm kilise ve dinsel törelerin baskılarının ötesinde yalın bir gerçeklik olarak ele almıştır.

Dante,Monarchia isimli eserinde Kilisenin görevinin evrensel barışa yol göstermek olduğunu söyler ve papanın kutsal gücü karşısında imparatorun dünyevi gücünü yüceltir. İmparatorun gücünü papadan değil doğrudan tanrının kendisinden aldığını söyleyerek ortaçağın geleneksel anlayışından kopmuştur.

Ortaçag için karanlık çağ ifadesini kullanan Petrarca Augustinustan ruhun üstünlüğü fikrini almış kendi beninden hareket etmek tüm düşünmelerinin kaynağını oluşturmuştur. Ruh kendi kendisinin bilincinde olduğu için doğadaki herşeye üstündür.Buna karşın Petrarca doğayada ilgi duymuş ortaçağın içine dönüklük tutumu ile Rönesansın dışa dönüklüğünü harmanlamış, dış dünyanın insan ruhunun aynı anda keşfedilmesi amacına yönelmiştir.Stoacılığın etkisi altında ideal yaşamın temel ilkelerini belirlemeye çalışmış, insanın kendisini gerçekleştirebilmesinin olanaklarını yalnızlığı seçmekte bulmuş insan yaşamının sonul ereği olarak gördüğü mutluluğun ancak dış etkilerden ve iç dürtülerinden arınmakla elde edebileceğini düşünmüştür.

Boccaccio bir hümanist olarak insanın doğasını duyusal kapasitesini ve duygulanımlarını tüm doğallığı içinde betimlemiş insan yaşamını kilise ve törelerin baskılarının ötesinde yalın bir gerçeklik olarak ele almıştır.

Mirandola yeni Platoncu anlayışla bilgiye ulaşmak için sürekli araştırma yapılmasının önemini vurgulamıştır. Ona göre Tanrı insanı evrenin merkezine koymuş herşeyin bilgisini elde etmesini kolaylaştırmış, ona seçme özgürlüğü ve onur vermiştir. Böylece insan Tanrının dünyadaki bir benzeri makrokosmos yanında mikrokosmostur, herşey doğada hüküm süren ilke ve formlara göre olmuştur, İnsan karakteri ve alın yazısıda doğal bağlantılar içerisinde oluşur.

Erasmus birçok klasik yapıtı kendi diline çevirmiş , “deliliğe övgü adlı” yapıtında ruhban sınıfın delilik denebilecek uygulamalarını eleştirmiş dinin asıl doğasından uzaklaştırıldığı skolastik eğitimin baştan aşağı gözden geçirilmesi gerektiğini savunmuştur,gerçek dinin kafa değil yürek sorunu olduğunu düşünmüştür
Luther hiristiyanlığı köklü bir reformdan geçirmiş tanrının bilinmesinde akıldan çok imanı öne çıkarmıştır, böylece bireysel ve toplumsal yetkinlik için din adamlarının söylediklerine uymanın zorunlu olduğu tezine itiraz etmiştir.Ona göre özgürce iman etmek ve tanrıya yönelerek yaşamak yeterlidir, bunun için kilise ve onun kalıplarına ihtiyaç yoktur.

Denemeler isimli yaptıyla ünlü olan Montaigne “ne biliyorum” sorusundan yola çıkmış ve dünyayı bu soru ışıgında kendi yargılama gücü ile sorgulamaya girişmişir. Ona göre yer yüzünde itiraz götürmez bir görüş yoktur, bu yüzden mutlu olmak isteyen kişi kendini bir görüşe bağlamamalı üretken bir kuşku ve araştırma durumunu sürdürmelidir.

Machiavelli’nin yaşadığı dönemde Floransa’da Medici ailesi hüküm sürmekteydi. Machiavelli de onların yanında çalışmaktaydı. Medici ailesinin kovulmasıyla birlikte Floransa cumhuriyetle yönetilmeye başladı. Machiavelli kendine cumhuriyet döneminde de bir görev bulabilmişti. Fakat cumhuriyetin kalkıp yerine tekrar Medici ailesinin iktidara gelmesiyle Machiavelli’nin işine son verildi. Bunun üzerine Machiavelli görevine geri dönebilmek için başyapıtı “Principe” (prensi‘yi) yazmış, bu eseri de Medici ailesine adamıştır. Kitap boyunca hükümdarın saltanatını ayakta nasıl tutabileceği ve hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği anlatılmaktaydı. Bunun için hükümdar, ahlaki ilkeleri her özel durumun ihtiyaçlarına uydurmalıydı, sevilmekten çok korkutmalıydı. Asıl önemlisi Prens “kabalığını ve ahlaksızlığını” saklamak için dindar görünmeye çalışmalıydı.

Kitabın hükümdarın koltuğunu korumak için sahip olması gereken özelliklerin anlatıldığı bölüm oldukça eğlenceli ve yazıldığı dönem göz önüne alınırsa radikal ve ironiktir. Machiavelli’ye göre günlük hayatta “doğru” dediğimiz şeyler, politik hayatta doğru değildir. Sözünü tutmak günlük hayatta bir erdem ise, politik yaşamda hükümdarı yıkıma götürebilecek bir tavırdır. Bir hükümdar, şartlar değişirse sözünü tutmayabilir. İnsanların çoğu aptaldır ve korkaktır. Önemli olan hükümdarın nasıl olduğu değil, nasıl göründüğüdür. Çünkü gösterileni herkes görür, ama gerçekte olanı çok az kişi farkeder. Bu azınlık da cesaret edip tepki gösteremez.

Machiavelli Prens isimli yapıtında politikada aldatıcı taktiklerin kullanıldığı gerçeğini göstermek istemiş ancak bunlar bu takdiklerin meşru görüldüğü makyevelizm terimiyle özdeştirilmiştir. Oysa amacı kötü ve çirkin politika yapma yollarını olumlamak degil bunların politikanın gerçekliği olduğunu göstermektir. Söyleşiler adlı daha geç bir yapıtında cumhuriyeti savunan Machivelli, Prensi yazdığı dönemdeki toplumsal ve siyasi karışıklıklar nedeni ile bu yapıtında mutlak monarşiyi savunmayı yeğlemiştir.Yapıtta belirlenen politik amaçlar adına başvurulan araçların etik bakımdan iyi veya kötü olmanın önemli olmadığını amaca giden her yolun mubah ve meşru olduğunu ve önemli olan devlette dirlik ve düzeni sağlayıp korumaktır ve bu amaç için acımasız ve etik olmayan yollara başvurmak gerekiyor ise başvurulabilir tezini savunmuştur. Machiavelli bu tezleri ile kötü bir üne sahip olsada asıl amacının bireysel çıkar değil devletin çıkarları olduğu unutulmamalıdır. Machiavelli politik gerçeklikle politik idealizm arasında yaptığı ayrım nedeni ile önemsenmiş , siyasal düzeni insan doğasının gerçekliğine dayandırdığı için modern siyaset biliminin öncüsü kabul edilmiştir.

İstanbulun fethinden sonra İtalya’ya giden Bizanslı bilginlerin öncülüğünde bir çeviri hareketi başladı ve bu hareket Rönesanasta Platoncu ve Aristoteles çi düşünce akımlarının doğmasına yol açtı. Başlıca Platoncu düşünürler Ficinus, Mirandola, ve Cusanus ve en önde gelende Pomponazzi dir.

Ficinus Platonculuğu katolik hiristiyan öğretiyle ve dolayısıyla Aristoteliscikle uzlaştırma yoluna gitti çünki ona göre Platon ve Aristoteles aynı hakikati iki ayrı yoldan ifade etmişlerdir. Ona göre evren en başında Tanrı nın bulunduğu düzenli bir basamaklar sistemidir. İnsan ruhu tanrıdan türemiştir ve ona dönecektir.Evrenin bütün bağlantıları insan ruhunda olduğu için insanda tüm evreni bilme gücü vardır.
Cusanus a göre ise mutlak birliği temsil eden Tanrıya akılla değil bir tür sezgi ile , mistik aydınlanma ile ulaşılır. Tanrı şeylerin içindeki sonsuz tözdür, dünya tanrının bir açılımıdır, birlik olan varlık çokluğa dönüşmüştür, çoklukta Tanrıda birlik olmaktır.Fakat evrende herşey sonludur ve tanrısal ideaları tam olarak gerçekleştiremez.

Aristotelesci düşünür Pomponatiusa göre insan bu dünyada ahlaksal yetkinliği gerçekleştirebilir ve bunu için herkesin kendi işini gereği gibi yapması yeterlidir. Erdemlilik çıkar beklenerek gerçekleştirilmemelidir.Tanrının herşeyi önceden bilmesiyle, ahlaksal özgürlük öğretilerinin çelişik olduğunu savunur.
Copernicus hiristiyanlığın yer-merkezci evren anlayışı yerine güneş- merkezci bir evren anlayışı koymuş ve binlerce yıldır geçerli olan Aristoteles-Ptolemaios sistemini sarsmıştır.Bu yeni anlayış evrenin yalın , basit, nitelik ilişkilerinden daha çok nicelik ilişkilerine dayanan bir yapısı olduğunu savunur. Bu matemetiksel yapı evrene düzenli amaca uygun bir görünüm sağlar. Doğaya az sayıda doğa yasası eğemendir ve bundan böyle doğanın keşfi, sağlam matamatiksel verillerle iş gören bir gözlem yöntemi olmalıdır.

Galileo ise yaptığı teleskopla gökyüzünü gözlemlemiş ve güneşin lekeli bir yapıda olduğunu, Venüs gezegeninin evreler geçirdiğini ayın engebeli bir yapıda olduğunu jüpiterin dünya gibi uyduları olduğunu keşfetmiştir. Cisimlerin serbest düşme ve salınım yasalarını bulmuştur. Doğal olgular arası ilşkilerin matamatik oran ve oratılarla ifade edilebileceğini göstermiştir.Galileoya göre matematik dünyası asıl gerçekliğin dünyası duyular dünyası ise matematik dünyasının yetkin olmayan bir benzeridir.

Descardes matematiksel kesinliği felsefeye kazandırmaya çalışmıştır. Felsefe için başlangıç oluşturacak önermelerin sezgisel olarak açık (bir kavramın zihnimizde doğrudan verilmesi, yani onun farkında ve bilincinde olmamız) ve seçik (kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz, sınırını cizebilmemiz ) olması gerektiğini savunmuştur.

Descardes tözü: “var olmak için başka birşeye ihtiyaç duymayan şey” olarak tanımlar ve Tanrı sonsuz töz , ruh ve beden ise sonlu tözler olarak belirler. Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktır.

Rönesans döneminde bu değişikliğe karşı çıkanlar ile kanlı olaylarda olmuştur, cadı avı veya kiliseye karşı gelenlerin yakılması, sömürgeleri vahşice ele geçirme ve din savaşlarıda Rönesans döneminin olumsuz taraflarıdır.

11.747 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • ModernizmModernizm Aydınlanma düşüncesinin temelinde 'akıl ve bilim' vardı. Önceki yazımda "Modernitenin Dayanılmaz Hafifliği" değindiğim Ortaçağ'da hüküm süren bağnaz din anlayışına karşı; aklı merkeze […]
  • Liberteryenizm ve MeritokrasiLiberteryenizm ve Meritokrasi “Sana “benim gibi düşün” demiyorum, sadece “düşün” diyorum...” Başlığı görüp kimsenin okumayabileceği bir yazı olabilir lakin mutlaka yazılmalı kanaatimce. Nedir bu Liberteryenizm ve […]
  • ParlıyoruzParlıyoruz Bizler "PARLIYORUZ" ve Vücudun Biofoton Çıktıları "GÜNEŞ ve AY" Kuvvetleri tarafından yönetilmekte ... Biyolojik parıltımız insan gözünün duyarlılığından bin kat daha az yoğun olduğu […]
  • Sınırsız Gücümüz Hayal mi?Sınırsız Gücümüz Hayal mi? Albert Einstein, "Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere." sözü ile hatırlanır. Fizik ile ilgili olarak yaptığı devrimsel öngörülerin büyük kısmı bilimsel […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler