Ölü
Odaya sessizce girdi, kalın perdeyi açtığında serbest kalan güneş ışığı içeriye sabırsızca yerleşmeye başladı.
Döndü, yatağın üzerindeki ölüye baktı. Ağzı ve burnundan akan kan kurumuş, yastığa ve çarşafa akarak orada da belli belirsiz şekiller oluşturmuştu. Uzun saçları kurumuş kan içindeydi ve bir kısmı alnına yapışmıştı.
Komodinin üzerindeki bardak devrilmişti. . Devrilen bardak bir yandan okuma gözlüğünün tek camını kırarken, bardağın içindeki su okuduğu mektubun üzerine dökülmüştü. Mektubun üzerindeki yeşil mürekkeple yazılmış yazılar şimdi yeşil benekler şeklinde ve kabarmış, yanları sararmış olarak duruyordu.
İlginç bir şekilde yeşil mürekkep lekeleri ölünün gözlerinin çevresindeki kir, morartı ve sarımsılıkla benzer bir hal almıştı. Sanki ölü son bir kez doğrulmuş yüzünü bu kağıda bastırmıştı.
Yorganın bir ucundan çıkan çıplak ayak, içeri giren güneş ışığının da etkisiyle bembeyaz bir görünüm almıştı. Çıplak ayağı düşündü, gece boyunca ölünün cennet, araf, cehennem yolculuğunda kutsal gezintisindeki çıplaklığı simgeliyordu adeta.
Kutsal mekanlara acaba neden çıplak ayakla girilmiş bazı kültürlerde diye düşündü.
Ölüde tam bir huzur hali var gibi gözükse de iri açılmış gözleri buna şiddetle karşı çıkıyordu.
Başının tam üzerindeki vişne çürüğü rengindeki duvarda asılı duran Caravaggio’nun Saint Jerome tablosu ortamdaki kasvete ağır bir hava katıyordu.
Pencerenin önüne tekrar gelerek demin açmadığı camı sonuna kadar açtı. Kuş sesleri, havalanan bir kaç kelebek, ileride akan nehrin şırıltısı odaya dolarken taburesine yavaş yavaş oturdu.
Hüzünlendi, öfkelendi, tekrar ölüye döndü. Başka bir tuval çıkardı.
Bu ölüm resmide diğerleri gibi çöpe gidecekti. Ölümü bir türlü resmedemiyordu.