Dolma Kalem
Dolma kalem manyaklığı diye bir şey olduğunu yeni öğrendim.
Öğrenmek ne ki, hasta oldum hastaaa…
Ciğerlerimi sirkeli sularla yıkadılar, tuz ruhuyla gargara alemine saldılar…
Nafile, geçmiyor.
Kalem dedim, dolma dedim.
Mürekkeple, defter dedim.
Nefes alıp vermek dışında, şu fani dünyada hiç bir nane ruhunun müptelası olmamakla övünüp, göğüs derisi gerim gerim ortalıkta gezinen bu fani, teslim oldu kalem ile mürekkep sevdasına.
Kalemlerim hep elimin altında olacak, seveceğim, yazacağım, bakacağım… Nasıl bir arzu anlatılır gibi değil.
Dedim ama, hastalık bu.
Bizim Selim’e sordum, “Freud” dedi şeref yoksunu.
Freud anlarmış bu hastalıktan.
Dedim o bu işi tutar yine malum yere bağlar.
“Sana ne nereye bağladığından, hasta değil misin, git sor!”
Gitmek kolay, “çat kapı” ahanda Freud.
“Ben biliyorum ne diyeceğini” dedim.
Ne der?
Ne diyecek, başlar şimdi derin bir diskura “sen onu kalem mi sanıyorsun?” diye.
Eee…?
“Kalem değil o babanın fallusu” diye devam eder.
İyi gidiyorsun, rahmetlinin ruhu mu geldi ne? Sen de kızarsın bu lafa tabii..?
Kızmam mı? “Babamı karıştırma çükündür turşusu” derim mesela.
O ne der?
O da “o senin baban değil kornişon beyinli hepimizin babası” der.
Eliyle yukarıyı gösterip, “O Gök Baba. Mezara ölüyü koyunca, üstüne su dökmüyor muyuz? O işte onun suyu. Kutsal Baba’nın dölleyici suyu.
Mezar yani kabr, Ka’nın evi, Toprak Ana’nın rahmi, ölmüş bedeni rahime koyup, babanın rahmetiyle buluşturuyoruz ki, rahmetlinin ruhu yeniden doğup deverana girsin. İşte o su, babanın anayı döllediği kutsal olan su… Dolayısıyla gelenek varoluşu eril (soyut) ile dişil (somut) güçlerin birleşmesine bağlamış, bu kutsal birleşmeye de Latin alemi hierosgamos demiş, diye lafı sürdürür bu Freud denilen fallik abide. Oradan rahman ve rahim olana da geçer, ying ve yang’a da…
“Eee… Kaleme nasıl gelecek laf?”
Kalem de sembolik olarak kelamı, kelimeyi yani soyut olan düşünceyi mürekkebinden akıtıp, yerde, yani kağıt yüzeyinde somuta dönüştüren, okunup, anlaşılabilir, anlamı oluşturabilir hale getiren, bir anlamda düşünceyi dile getiren sembolik penis.
Bak burası çok önemli.
Ama bunu Freud söylemiyor?
Zevzeklik yapma Selim, kalem penis ise, kağıt Toprak Ana, yani atılan tohumun çimlenip, berekete dönüşeceği zemin.
Pen ile penis ilişkisine baksana? Eskiden kalem kamıştan yapılmıştı, kamış da malum şey, görüyor musun döllenmeye atfedilen kutsiyeti?
Vay be, iyi bağladı Freud,
Bu hızla o kalemde kalmaz, kalem bilgi ilişkisine girip, “sen ne sandın, bilgiyi aktaranların hepsi fallus” der.
Yani?
Yani, eskiden zaman döngüsel algılanıken ‘kültür’ terimi yerde, yani toprak anada tarım yapıp, üretmek anlamına geliyordu.
Gel zaman, git zaman, taaa 16. YY’da, batıdaki aydınlanma dönemiyle birlikte kültür yerden çıkıp zihine geçti, tarla zihin oldu.
Eeee..?
Eskiden tarlayı işleyen, toprağı açıp, tohumun yatağını hazırlayan aletin adı neydi?
Kim soruyor bunu, Freud mu?
Ulan oğlum Freud mu kaldı? Sen söyle neydi o alet?
Kürek..?
Senin tarla hatırlamadığın belli, kürekle olmaz o iş, belle olur. Toprak bellenir.
Bel burada kalemin kağıtta yaptığını toprağa yapar, bu işe de kültür denir.
Sonra?
Bak, Freud devreden çıkınca nasıl da gözlerin parladı Selim. Uzansana şu divana?
Tamam tamam, şakaydı.
Sonra, dediğim gibi 16. YY’da, kültür yerden zihine geçer, entelektüel bir iş olur ve zihin bellenir, bellenen zihine, yani bilgi ile döllenen zihine bellek denir, dölleyene belleten, eylemin kendisine de belleme.
Vay be…? Anasını bellemek diye bir küfür buradan geliyor yani?
Evet, çünkü bel penistir, ama aynı zamanda bilgiyi yükleyen/aktarandır. Bu nedenle eskiden yazı yazmak rituelik bir şeydi ve kalem erbabı olan kişi kalemini belinde taşır, büyük bir saygı ile onunla ilişki kurardı.
Anlaşıldı, şimdi Freud sana “kalem dönemi fiksasyonu başlamış, kalemle çok oynama” diyebilir.
Kim bilir, belki de haklıdır ve bu insanlığın ortak bilincinin bir arketipidir ve fiksasyon olarak gündelik hayatta olgularda yansıyordur.
Bunu da Jung duymasın, dayak yemeden çıkalım şuradan.