Taş çağında din (Yontmataş) – 1
Yontmataş Çağı iki milyon yıl kadar sürmüş ve yaklaşık M.Ö.9.000’de sona ermiştir. Homo sapiensin ortaya çıkışı da bu çağda gerçekleşmiştir. Alt Yontmataş Çağı’nda insan el aletlerini icat etmişti: Çakıl taşları, çakmak taşı parçaları, yontulmuş çakıl taşları, Avrupa ve Afrika’ da rastlanan çift yüzlü taş aletler endüstrisi. Bu dönemde, insan, ayrıca ateşi icat etmiş ve çeşitli hayvanları avlamıştır. Orta Yontmataş Çağı’nda (MÖ 80.000-35.000) Musteriyen kültürün insan toplulukları mağaralarda, barınaklarda veya açık havada yaşamışlardır.
Üst Yontmataş Çağı’ndaysa (İÖ 35.000-9.000) insanın büyük bir sanatsal atılıma geçtiğini görürüz: Fransa ve İspanya’daki mağara duvarlarına yapılan gravürler ve resimler, kaya sanatı, taşınabilir eşya sanatı. Bu dönemin Magdaleniyen kültürünün insanı yaşamını kara avcılığı, balıkçılık ve toplayıcılıkla sürdürüyordu. Tarihöncesinin insanları bizlere yalnızca kopuk mesajlar bırakmışlardır: Kemik parçaları, kafatasları, taş aletler, aşı boyası, ölü eşyası, duvar gravürleri ve resimleri. Yontmataş Çağı insanının dini hakkında elimizdeki belgeler zayıf olsa da, bu iki milyon yılın bomboş geçmediğini gösterir. Acaba homo faber, homo sapiens, homo ludens de bir homo religiasus muydu?
Homo sapiensin bıraktığı izlerden yola çıkan M. Eliade karşılaştırmalı yöntemle bir olaybilim ve yorum geliştirmeye çalışır. Yontmataş Çağı’ndaki insan topluluklarının dinsel düşünceleri geride birtakım fosiller bırakmadığından, bu dönemden geriye kalan belgeleri günümüzde yaşayan eskil halkların ürettikleri benzer belgelerle karşılaştırmak durumundayız.
Yaşayan fosiller diye nitelendirebileceğimiz günümüz eskil halklarında şu kesin verilere rastlarız: El aletlerinin söylencedeki ve dinsel yaşamdaki rolü, mesafenin denetim altına alınması konusundaki inançlar, söylenceler ve masallar, gök kubbenin içine gömülen mızraklar veya bulutların etrafında uçuşan oklar çevresinde eklemlenen söylenceler. Günümüzde yaşayan avcı toplumlar hayvanların insanlara benzediklerini ama olağanüstü yeteneklerle donatıldıklarını düşünürler. İnsanın bir hayvana dönüşebileceğine inanırlar. Bir hayvanın öldürülmesi belli bir tapım edimine göre yapılır, kemiklerle kafatasının özel bir değeri vardır.
Cenazeyle ilgili simgesellik önemli bir dinsel öğedir. Ölenler için yapılan mezarları Musteriyen kültüründen itibaren (MÖ 70.000-50.000) görürüz. Ölülerin törenle toprağa verilmeleri yaşayanlar için bir anlam taşır: Bu, ölenin geri dönmesine engel olmak için alınan bir önlem, ölümden sonraki yaşama duyulan inançtır.
Üst Yontmataş Çağı’nda, ceset, toprağa verilmeden önce aşı boyasıyla boyanıyordu, bu da yaşamın simgesi olan kanın yerini tutuyordu. Mezarlara konulan taşınabilir eşya, ölüm sonrasında bir yaşama inanıldığının göstergesidir. İnsan kemiklerinin belli noktalarda toplanmasının dinsel değeri konusunda son derece kuşkucu olan ve bunların rastlantı sonucu veya bir ayının çevreyi kolaçan etmesiyle bir araya geldiklerini düşünen Leroi-Gourhan’ın tersine, Eliade, kimi yerlerde böylesi törensel kemik depolarının bulunmamasının jeolojik etmenlerle veya mağara ayılarının etkinlikleriyle açıklanabileceğini belirtir. Doğrusu, bu kemik öbeklerinin jeolojik etmenlerin veya ayıların eseri olduğunu kabul etsek de, bunların nasıl olup da mağara duvarlarının kenarları boyunca oyulan nişler veya taş mahfazalar içerisinde bulunduklarını açıklamak daha da zordur. Durum böyle olunca, bu kemik öbekleri dinsel bir anlam kazanırlar.
Üst Yontmataş Çağı mağaraları genel olarak içinde barınılmayan ve ulaşılması zor kutsal mekânlar olarak nitelendirilirler. Bu mağaraların duvarlarına ve tavanlarına işlenen hayvan resimleri hakkında çok şey yazılmıştır; araştırmacıların çoğuna göre, bu resimler av büyüsü imleri taşımaktadır. Eliade ise, günümüzde yaşayan eskil halkların söylence değerini temel alan bir yorum getirir. Ona göre, bu mağara resimleri ilksel bir av sahnesinin betimlenmesidir.
Yine Üst Yontmataş Çağı’nda kadın figürlerinin bol miktarda ortaya çıktığı görülür: Taştan veya fildişinden oyma kadın heykelcikleri, barınak içerisine konulan kadın heykelcikleri. Burada kadının kutsallaştırılması söz konusudur.
Eliade’a göre, Yontmataş Çağı’ndan günümüze ulaşan belgeler, o çağın insanının birtakım söylenceler ürettiğini gösterecek niteliktedir.
İlk sulardan ve insan veya su/deniz hayvanı biçimli Yaratıcıdan söz eden yaratılış söylenceleri, göğün yükselişine ilişkin söylenceler ve törenler, gökkuşağına ve onun yeryüzündeki yansımasına -bu dünyayı öte dünyaya bağlayan köprü- ilişkin söylenceler ve simgeler, hayvanların ve ateşin kökenine ilişkin söylenceler. Yontmataş Çağı insanı, olasılıkla, gök kubbenin kutsallığını da biliyordu, kullanılan dildeki büyüsel ve dinsel değerler bu konuda belirleyici bir rol oynamıştır. “İnsanların kimi jestleri kutsal bir kudretin veya kozmik bir ‘gizemin’ göze görünmesi olayını anlatabiliyordu” (M. Eliade).
Kaynaklar:
– – Paul Poupard
– – Mircea Eliade