Bonjur! Dedi Cezayirli Satıcı
Altını Olan Ölenlerin Mallarına Çöker
İngiltere Kralı I. Charles, 1625’ten 1649’a kadar hüküm sürdü. Bu süre zarfında, kraliyet otoritesini güçlendirmek için çeşitli adımlar attı. Bu adımlardan biri, ölen kimsesiz İngiliz vatandaşlarının mallarına el koymaktı.
Charles I, bu uygulamayı, krallığın mali durumunu iyileştirmek ve kraliyet otoritesini güçlendirmek için bir yol olarak gördü. Ancak, bu uygulama, halk arasında büyük tepkilere yol açtı. Halk, bu uygulamanın haksız ve adaletsiz olduğunu savundu.
I. Charles’ın kimsesizlerin mallarına el koyma uygulaması, 1642’de başlayan İngiliz İç Savaşı’nın önemli bir nedeni oldu. İç savaşta, Parlamento, kralın yetkilerini sınırlamak için mücadele etti. Bu mücadelenin sonucunda, I. Charles, 1649’da idam edildi.
I. Charles’ın kimsesizlerin mallarına el koyma uygulamasının, İngiliz tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu uygulama, kraliyet otoritesinin halk üzerindeki gücünü azaltmaya yardımcı oldu ve İngiltere’nin rejiminin bir parlamenter monarşiye dönüşmesine yol açtı.
Bu uygulama günümüzde de tartışılır. Bazıları, bu uygulamanın haksız ve adaletsiz olduğunu savunurken, diğerleri, kraliyet otoritesini güçlendirmek için gerekli olduğunu savunur.
O Charles Yapar da, Bu Charles Durur Mu?
Bana sorarsanız, sonuna kadar haksız bir uygulama. İngiliz Kraliyet ailesi günümüzde demokratik bir rejimde sembolik bir konuma sahip. Hiç bir yetkisi ve söz hakkı yok. Buna rağmen kendisinden 374 yıl önce yaşamış adaşının yaptığını şimdiki kralın da yaptığı geçenlerde ortaya çıktı.
İngiltere Kralı Charles, tahta çıktıktan sonra ölen vatandaşların mal varlıklarına çökmüş!
İngiliz Guardian gazetesinin haberine göre, Kral Charles, ülkenin kuzeybatısında ölen binlerce kişinin mal varlığına el koyarak, servetine katmış.
Bu uygulama, İngiltere’de büyük tepkilere yol açtı.
Ömrümüzü birlikte doldurduğumuz, masallardaki gibi ideal bir kahraman olduğunu düşündüğümüz prense bakın! O da sıradan bir insanmış meğer. Ölen insanların mallarını alıp kullanmak nedir? Ölü soyuculuktan farkı ne? Kibarca ve çaktırmadan yapılması mı?
Kurtuluş Savaşı ve Atatürk
İngiltere yönetimi yüzyıllar boyunca emperyalist politikalarla dünyanın her yerinde kendilerine göre daha geri uygarlık seviyesinndeki ülkeleri önce fethetti. Sonra da bu fakir ülkelerin insanlarını ve ülke kaynaklarını sömürdü. O döneme bu nedenle sömürgecilik denir. Sömürgeciliğin bitmesinde önemli rol sahiplerinden birisi yurdumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kurtuluş savaşımız ise Emperyalizme karşı kazanılan ilk savaştır. Pek çok sömürge ülkesi için bir umut ışığı olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı, 1919-1922 yılları arasında gerçekleşen ve Türk Milletinin bağımsızlığını kazandığı bir savaştır. Bu savaş, yeryüzünde emperyalizme karşı kazanılmış ilk zafer olarak kabul edilir (çok hoşuma gittiğinden özellikle ikinci defa belirtiyorum).
Kurtuluş Savaşı’nın nedenleri arasında, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması yer alır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı büyük ölçüde kısıtlanmış ve işgal altındaki toprakları kurtarmak için harekete geçilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Düşünsenize, İstanbul elden gitmiş! Ülkenin her yeri paylaşılmış. Bildiğin çökmüşler memlekete. Öyle kalsa şimdi İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya hatta Polatlı’ya giderken Shengen vizesi alacaktık! Durum o kadar kötü. Fatih’in fethedip, Türkleştirdiği İstanbul İngilizlerin olmuş diyorum! O derece perişanız. Yunan Ordusunun top sesleri Ankara’dan duyulur hale gelmiş. Top dediğim meşin olan futbol topu değil! Silah olan top!
Atatürk’ün liderliğindeki Türk Ordusu, Kurtuluş Savaşı’nda birçok önemli zafer kazanmıştır. Bu zaferler arasında, 1921’de kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi ve 1922’de kazanılan Büyük Taarruz yer alır.
Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olmuştur. Bu taarruz sonucunda, Yunan Ordusu Anadolu’dan tamamen çıkarılmıştır. 30 Ağustos 1922’de kazanılan Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kurtuluş Savaşı’nın son büyük zaferidir. Bu zaferden sonra Türk Ordusu ilerleyerek 9 Eylül 1922’de İzmir’i kurtarmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Türk milletinin bağımsızlığını kazanması açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu savaş, yeryüzünde emperyalizme karşı kazanılmış ilk zafer olarak kabul edilir ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin dönüm noktasıdır (tamam yine yazdım biliyorum. Ne yapayım hoşuma gidiyor).
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında, Türk Milletinin birlik ve beraberliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği ve Türk Ordusunun başarısı büyük rol oynamıştır. Bu savaş, Türk Milletinin bağımsızlık mücadelesinin dönüm noktası olarak tarihe geçmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Ordusunun arkasında, İngiltere, Fransa ve İtalya yer alıyordu.
Yunanistan, I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin yanında savaşmış ve savaştan sonra Anadolu’ya girmek ve yerleşmek istiyordu. Bu nedenle, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın desteğiyle, 1919’da İzmir’i işgal etti.
Yunan Ordusunun Anadolu’da ilerlemesi, Türk Milletinin bağımsızlık mücadelesinin başlamasına neden oldu. Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türk Ordusu, Yunan Ordusuna karşı birçok önemli zafer kazandı. Bu zaferler sonucunda, Türk Ordusu Yunan Ordusunu Anadolu’dan tamamen çıkardı.
Yunan Ordusunun Anadolu’dan çıkarılması, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası oldu. Bu zaferden sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu ve Türk Milleti bağımsızlığını kazandı.
İtilaf Devletleri, Yunan Ordusuna maddi ve askeri destek sağladı. Bu destek, Yunan Ordusunun Anadolu’da ilerlemesine neden oldu. Ancak, Türk Ordusunun kazandığı zaferler sonucunda, İtilaf Devletleri’nin desteği azalarak bitti.
İtilaf Devletleri, 1922’de Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayarak, Türkiye’nin bağımsızlığını tanıdı. Bu antlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen kuruldu.
Cezayir ve Fransızlar
Fransa, Yunan Ordusunun Anadolu’yu işgalinde önemli destekçilerden biriydi. Fransızlar da İngiltere gibi pek çok ülkeyi sömürgeleştirmiş ve bu durum yüzlerce yıl sürmüştü. İş nedeniyle 1 yıldan fazla yaşadığımdan biraz da Cezayir’den bahsetmek istiyorum.
Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesi, 1830’da başladı ve 1962’de Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın sona ermesiyle bitti. Bu 132 yıllık süre boyunca, Fransızlar Cezayir’i ekonomik, kültürel ve siyasi olarak sömürdü.
Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesinin birkaç nedeni vardı. Birincisi, Fransızlar Cezayir’in zengin doğal kaynaklarına, özellikle de tarım arazilerine ve petrole ilgi duyuyorlardı. İkincisi, Fransızlar, Cezayir’i Fransız İmparatorluğu’nun bir parçası olarak görmek istiyorlardı. Üçüncüsü, Fransızlar, Cezayir’i İslamın etkisinden arındırmak istiyordu.
Fransızlar Cezayir’i işgal ettiklerinde, Cezayir halkı şiddetle direndi. Ancak, Fransızlar Cezayir’i işgal etmeyi ve kontrol etmeyi başardılar. Fransızlar, Cezayir’i sömürgeleştirmek için bir dizi politika uyguladılar. Bu politikalar arasında, tarımsal arazilerin Fransızlara dağıtılması, Cezayirlilerin Fransız kültürüne asimile edilmesi ve Cezayirlilerin siyasi haklarının kısıtlanması yer alıyordu.
Fransız sömürge yönetimi, Cezayir halkına büyük acılar yaşattı. Cezayirliler, Fransız işgaline karşı birçok isyan başlattılar. Bu isyanlar, Fransızlar tarafından şiddetle bastırıldı. Fransız sömürge yönetimi, Cezayir’de açlık, hastalık ve ölüme yol açtı.
1962’de Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın sona ermesiyle, Cezayir bağımsızlığını kazandı. Fransız sömürge yönetimi, Cezayir halkının tarihine ve kültürüne büyük zarar verdi. Ancak, Cezayirliler, bağımsızlıklarını kazanarak bu zararı telafi etmeyi başardılar.
Fransız sömürge yönetiminin Cezayir’e etkileri hala hissediliyor. Cezayir, bugün hala ekonomik ve siyasi olarak Fransız etkisinden kurtulmaya çalışıyor. Bu arada kimseye borçları falan yok. Bütçeleri de denk! Paraları konvertıbıl değil. Kapalı bir ekonomik sistem. Benzinciler bile devletin. Her yerde Solitarity (dayanışma) yazıyor, duvarlarda bolca Che Guvera resmi var. Gaz yerden çıkıyor o nedenle de elektrik üretmek ve evlerde gaz kullanmak çok ucuz. Diğer yandan apartmanlarda iç kapılar bile çelik ve yanan lambaları kimse değiştirmediğinden merdiven aralıkları hep karanlık.
Cezayir’de herkes Fransızca konuşabiliyor. Fransızların yaptıkları pek çok bina ve kilise hala ayakta. Pek çok Cezayirli, yurt dışına kapağı atmak akıllarına geldiğinde Fransanın yolunu tutuyor. Peki bilin bakalım Cezayir’de Türk etkisi var mı? Hayır! Ancak Arap emperyalizmi etkisi altında kalmış Osmanlı’nın hiçbir şey yapmamış olması mümkün olamaz öyle değil mi?
Osmanlı Devleti, Cezayir’i 1515’ten 1830’a kadar, toplam 315 yıl yönetmiştir. Bu süre boyunca, Osmanlılar Cezayir’de önemli bir kültürel ve mimari miras bırakmışlardır.
Osmanlıların Cezayir’de bıraktığı eserler arasında, camiler, medreseler, kervansaraylar, hamamlar ve köprüler yer alır. Bu eserler, Osmanlı mimarisinin güzelliğini ve zenginliğini yansıtmaktadır.
Osmanlıların Cezayir’de inşa ettiği camilerden bazıları, Cezayir’deki Ulu Cami, Tlemcen’deki Büyük Cami ve Oran’daki Keftar Camii’dir. Bu camiler, Osmanlı döneminin mimari eserlerinden bazıları olarak kabul edilmektedir.
Osmanlıların Cezayir’de inşa ettiği medreselerden bazıları, Cezayir’deki Sultan Kalesi Medresesi, Tlemcen’deki Fehmiye Medresesi ve Oran’daki El-Cedid Medresesi’dir. Bu medreseler, Osmanlı eğitim sisteminin ve kültürünün önemli merkezleriydi.
Osmanlıların Cezayir’de inşa ettiği kervansaraylardan bazıları, Cezayir’deki Sidi Yahya Kervansarayı, Tlemcen’deki Büyük Kervansaray ve Oran’daki El-Khor Kervansarayı’dır. Bu kervansaraylar, ticaret ve ulaşım için önemli merkezlerdi.
Osmanlıların Cezayir’de inşa ettiği hamamlardan bazıları, Cezayir’deki Hammam Djedid, Tlemcen’deki Hammam El-Bey ve Oran’daki Hammam El-Aziz’dir. Bu hamamlar, halk sağlığı ve sosyal hayatın önemli bir parçasıydı.
Osmanlıların Cezayir’de inşa ettiği köprülerden bazıları, Cezayir’deki Sidi Brahim Köprüsü, Tlemcen’deki El-Kantara Köprüsü ve Oran’daki El-Kantara Köprüsü’dür. Bu köprüler, ulaşım ve ticaret için önemli bağlantı noktalarıydı.
Osmanlıların Cezayir’de bıraktığı kültürel miras, günümüzde de Cezayir halkının hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Cezayirliler, Osmanlıların bıraktığı eserleri ve gelenekleri sahiplenmişlerdir.
Özetle Cami, Hamam ve Kervansaray (otel) yapıp bırakmışız. Güzel bunlar, tabi ki önemli. Ancak 315 yıl Cezayir’i yöneten Osmanlı’nın dilini konuşan kimseye rastlamadım ben. Bırakın Türkçeyi Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı Osmanlıca diyebileceğimiz dili kimse hatırlamıyor bile. İngilizce sohbet ettiğim bir Cezayir’li dostum olan Halim’in hırdavar dükkanında yaşlı bir küstah ve kokoş teyze bana “Arapça öğren” bile demişti. Oysa 132 yıl ülkeyi sömürmüş olan Fransızca, adeta seçkinlerin özenle korumak istedikleri dil. Bir de “hala çok baskın olan Fransız kültürü var” diyeceğim ama yok, yok demiyorum. Haklarını yemeyeyim, “halktan bir iki kişinin bizlerin dedeleri Türk’tü” diye Fransızca anlattıkları anılarını da dinlemedim değil ama azdı işte. Kültür dediğin, yemeklere de az da olsa yansımış. Chavurma (şavurma) yapıyorlar. Bildiğiniz ÇEVİRME, yani döner. Hani dönüp dolaşıp bize gelip, şavurma diye satılan şey var ya o. Sanırım yeterince uzun yaşamadığım için benim görebildiklerim bunlar.
Anı Olmaz Mı? Var Tabi.
İşle ilgili olarak gereken öteberiyi almak için zaman zaman şantiyenin yakınındaki yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığı Relizane şehrine gidip, geldiğim günlerden birinde bir dükkana girdim. “Selamın Aleyküm” diye selamımı verdim. Satıcı şöyle bir süzüp (bizi bu şehirde herkes biliyor Türk olduğumuz zaten yüzümüzden belli) “Bonjur!” dedi. Bonjur! Yani Fransızca “iyi günler”. Adam, Fransızın Cezayir halkını yıllarca ezdiği, sömürdüğü dille sözde, bize medeniyet öğretti. Biraz geç belki biliyorum ama o adama “oğlum biz o Fransızı Kurtuluş Savaşında gıyabında yendik, biliyor musun?” demek şık olurdu. Dedeleri Fransızlarla savaşıp, bağımsızlık kazanmış, bu gevşek bize Fransızca selam veriyor.
İşte böyle.