felsefe taşı

Son Okumalarım

Son Okumalarım
Aralık 31
11:46 2023

*LAWRENCE H.KEELEY ” Uygarlıktan önce savaşlar/ Barışçıl vahşi miti ” ( 321 sayfa )*
Değişik bir okuma oldu. Kitabı bu açıdan da beğendim. Bize savaşı, barışı, insanı, uygarlığı, ilkeli,kabileyi,dogmayı anlatıyor. Hem de Amerika’dan Okyanusya’ya ,Kuzey Kutup Dairesin’ den Asya’ya çok geniş bir bölgenin Antropolojik, Etnografik, Arkeolojik verileriyle Kızılderililerden Azteklere kadar insanın içindeki barışçıl ve savaşçıl yönünü anlatıyor.
Ölülere yapılan ritüellerde cabası.
Bir barışçıl insanın nasıl savaşçıl olduğunu gösteriyor.
Örneğin kitabın içinden,
En iyi bilinen barışçıl çiftçi kabilesi şiddetin her türlüsünü tamamen yasaklayan Malezyalı Semailerdir (gerçi Semailer arasında bile cinayet vakalarinin fazlalığı dikkat çekicidir), Şiddet karşısında verdikleri tepki ya “karşılık vermemek” ya da “kaçmaktır. Dolayısıyla 1950’li yıllarda Malaya’da patlak veren komünist ayaklanma esnasında İngilizler tarafından isyanı bastırmak üzere öncü birlikler sıfatıyla kullanılmış olmaları ironik bir durumdur. Bu olaylar sırasında Semaili askerler kendilerinden başka insanları öldürmelerinin beklendiğini anladıklarında sarsılmışlardı ama karşı safta yer aldıkları için gerillalar onların akrabalarından bazılarını öldürmeye başlayınca epey şevkli savaşçılara dönüştüler. Semaili bir gazi o günleri “Öldürdük, öldürdük, yetmedi yine öldürdük! Malaylılar insanların yolların kesip üzerlerini arıyorlar, saatlerine ve paralarına el koyuyorlardı. Gerçi saatler ya da paralar bizim umurumuzda bile değildi, biz yalnızca adam öldürmeyi düşünüyorduk. Şimdi dönüp bakıyorum da o günlerde meğer kana susamış, kan kokusundan sarhoş olmuşuz” diyerek hatırlıyordu. Bununla birlikte aynı Semaili askerler terhis olup köylerine döndüklerinde şiddetsiz yaşam tarzlarına kaldıkları yerden devam etmişlerdi.
Kitaptan alıntılar,
– Hobbes Leviathan ‘da insanların pratikte eşit olduklarını çünkü hiç kimsenin başkalarından dalavereler veya kumpaslar yoluyla alt edilemeyecek denli güçlü ve zeki olmadığını peşin olarak ifade ediyordu. Ona göre irade (arzular) ve sağduyu (deneyimden öğrenme kabiliyeti) her insana eşit bahsedilmişti. Fakat birbirine eşit iki insan, aralarından yalnızca birinin sahip olabileceği bir şeyi arzuladığında, bu arzusunu tatmin etmek için son kertede biri diğerine ya boyun eğdirmiş ya da onu ortadan kaldırmıştı. Bu bir kez olduğundaysa işler artık kontrolden çıkmıştı. Diğer insanlarda da var olan benzer türden arzular, insanlar arasında o arzularını tatmin edebilenlere öykünmeyi özendiriyor, akılları ise kaybedenin akıbetine uğramamak için kendilerini korumaları gerektiğini onlara gösteriyordu. Bu eşitleri “korkutarak sindirecek” herhangi bir üst gücün yokluğunda, sağduyuya dayanan kendini koruma dürtüsü, her bireyi aynı anda başkalarına boyun eğdirmeye çalışarak ve kendisini hedef alan boyun eğdirme girişimlerine direnerek şahsi özgürlüğünü (iradesinin önündeki engellerin yokluğunu) korumaya zorlamıştı.
– Devlet insanların aklını sindirmez, bencil tutkularını törpülemez ve onları sahip oldukları doğal özgürlüğün bir kısmından mahrum bırakmazsa anarşi hüküm sürerdi. Ayaklanmalar neticesinde merkezî otorite gücünü yitirdiğinde ya da ona meydan okunduğunda uygarlaşmış uluslar doğa durumuna geri dönüyorlardı. Uygar dünyanın tüm “kazanımları”ndan ve ürünlerinden faydalanmak ise ancak merkezî bir yönetimin koruduğu bir barış durumuna bağlıydı.( Hobbes)
– Son zamanlarda uygarlıktan önce savaşı konu edinen birçok popüler ve akademik bakış açısı, o dönemlerde savaşın önemsiz ve değer taşımayan bir faaliyet olduğu konusunda hemfikirdir. İlkel savaşın ve savaştan arındırılmış bir tarihin savunucuları barışçıl toplulukların yaygın olduğunu, çatışmaların nadiren görüldüğünü ve uygarlıklar veya devletler halini alıp diğer uygarlıklar ve devletlerle temas kurana kadar savaşa bilfiil katılımın devletsiz halklar arasında sınırlı olduğunu ya örtük biçimde ima ederler ya da doğrudan ileri sürerler. Bu bakış açıları doğruysa etnografik ve arkeolojik kanıtlarla desteklenmelidir. Etnografik veriler devletsiz toplumların çoğu durumda barışçıl olduklarını, antik veya modern devletlere kıyasla savaşa daha az müracaat ettiklerini ve giriştikleri savaşlar için ellerindeki potansiyel insan gücünün çok az bir kısmını seferber ettiklerini ortaya koymalıdır.
– Başka bir aşiretteyse savaş mahkûmları özel olarak çitlenmiş kafeslerde tutuluyorlar ve yenmeden önce bir süre semirtiliyorlardı. Bu gruplardan birçoğu insan etini daha sonra yemek üzere tütsülüyor ya da başka bir şekilde muhafaza ediyordu. Anlatılanlara göre Batı Kolombiya’da bulunan Ancerma kabilesi altın madenlerini insan yağıyla çalışan lambalarla ışıklandırıyor ve tutsaklarını gıda malzemesi olarak komşularına satıyordu.
– Düşman bedeninin parçalarının ritüellerde tüketilmesi her yerde olmasa da birçok yerde teamüldü. Beyin, kalp, karaciğer, et parçaları ve bedenin çeşitli kısımlarının külleri bir içecekle karıştırılıyordu. Böyle yapılmasının birçok nedeni olabilirdi ama ortak nedenler arasında düşmanı küçük düşürmek, cesaretini ve ruhunu tüketmek ve hem bedensel hem de manevi intikam almak vardı. Mesela Zulu savaşçıları bir kurbanın bedeninin özenle seçilmiş “kuvvetli” bölgelerinden (penis, rektum, sağ önkol, göğüs kemiği vb.) yapılan bir çorbayı savaş için “güçlenmek” amacıyla içmişti. Solomon Adaları’ndaki savaşçılar manevi güçlerini veya içsel doğaüstü güçlerini artırmak amacıyla baskınlarda tutsak aldıkları kurbanlarının kestikleri kafalarından kan içiyorlardı. Amerika’daki birçok grup katlettiği düşmanlarının cesaretini yok etmek veya uzun vadeli bir intikam alma biçimin sürdürmek amacıyla yüreklerini yiyordu.
*JOHN STUART MILL ” Düşünce ve tartışma özgürlüğü üzerine” ( 59 sayfa )*
Gün geçtikçe azalan ifade özgürlüğü üzerine 59 sayfalık dolu bir kitap.
Kitaptan alıntılar,
– Bir kişi hariç bütün insanl aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşı görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı, o kişinin gücü yetse insanlıgı susturma hakkından fazla değildir.
– Susturmaya çalıştığımız görüşün yanlış bir görüş olduğundan hiçbir zaman emin olamayız; olsaydık bile, onu susturmak yine de kötülük olurdu.
*STEPHEN HAWKİNG/ Leonard Mlodinow ” Büyük tasarım ” ( 165 sayfa )*
Bilim konusunda okuma kapasitem çok düşük. Bunu geliştirebilmek için bilim kitapları okumaya ve elimden geldiğince de öğrenmeye kararı verdim.
Bu kitabı bitirdim ama bazı yerler benim için bilim kurgu gibiydi. Sayfalar ilerleyip konular fizik ve matematik olmaya başlayınca bazı yerlerde koptum.Ama bu tür kitap okumayı düşünen herkese bu kitabı tavsiye ederim. Çünkü anlatımı çok güzel.
Kendimizi içinde bulduğumuz bu dünyayı nasıl anlayabiliriz? Evren nasıl devinir? Ger- çeğin doğası nedir? Bütün bunlar nereden geldi? Evrenin bir yaratıcıya ihtiyacı var mı? Çoğumuz zamanımızın tü- münü bu soruları düşünerek geçirmeyiz, ama hemen he- pimiz zaman zaman bu soruları düşünürüz.
İşte bu kitapta bunlar var…
Kitaptan alıntılar,
– Feynman’a göre bir sistemin tek bir geçmişi yoktur, bir sistem bütün olası geçmişlere sahiptir. Yanıtlarımızı ararken Feynman’ın yaklaşımını ayrıntılı olarak açıklayacağız ve evrenin tek bir geçmişi olmadığı, hatta bağımsız bir varlığı olmadığı görüşünü incelerken onun yaklaşımını kullanacağız. Bu, pek çok fizikçi için bile radikal bir düşünce olabilir. Aslında günümüz bilimindeki birçok kavram gibi sağduyuya karşı görünüyor. Ancak sağduyu gündelik deneyimlere dayanır, atomun derinliklerine veya evrenin erken dönemlerine göz atmamızı sağlayan teknolojilerin mucizeleri aracılığıyla kendini gösteren evrene değil.
– Evreni en derin düzeyde kavrayabilmek için yalnızca evrenin nasıl hareket ettiğini değil, niçin öyle hareket ettiğini de bilmek zorundayız.
Niçin hiçlik değil de varlık var?
Niçin varız?
Niçin başka yasalar değil de bu bildiğimiz yasalar var?
– Sicilya’da Empedokles (yak. MÖ 490-430) clepsydra (su saati) adlı bir aletin nasıl kullanıldığına dair gözlemler yaptı. Açık bir ağza ve dibinde küçük deliklere sahip bir kaptan ibaret bu alet, bazen kevgir olarak da kullanılıyordu. Suya batırıldığında doluyor, ağzı kapatılarak çıkarıldığında, içindeki su küçük deliklerden akıp gitmiyordu. Ancak Empedokles, suya sokmadan önce aletin ağzı kapatıldığında içine su almadığını fark etti. Yürüttüğü mantığa göre, suyun deliklerden geçip içerideki boşluğa dolmasını engelleyen görünmez bir şey olmalıydı – böylece bizim hava dediğimiz maddeyi keşfetmiş oldu.
-Doğa yasalar tarafından yönetiliyorsa, sormamız gereken üç soru var:
1. Yasaların kaynağı nedir?
2. Yasalarda istisnalar var mıdır, örneğin mucizeler gibi?
3. Sadece bir dizi olası yasa mı vardır?
– İkinci sorunun yanıtı hakkındaki görüşler kesin bir şekilde ayrılmıştır. Eski Yunan’ın en etkili iki yazarı Platon ve Aristoteles, yasalarda asla istisna olmayacağını savunur. Ancak Kitabı Mukaddes’in bakış açısına göre Tanrı yasaları yaratmakla kalmaz, ona yakarıldığında istisnalar da yaratabilir -ölümcül hastalıktan iyileştirmek, kuraklığa son vermek, kroketi olimpik spor olarak kabul etmek gibi. Descartes’ın görüşlerinin tersine, neredeyse tüm Hıristiyan düşünürler Tanrı’nın mucize yaratmak için yasalan askıya almaya muktedir olması gerektiğini savunurlar.
– Kopernik sistemi Dünya’nın dönüp dönmediği konu- sunda hiddetli bir tartışmaya neden oldu ve bu tartışma, onun görüşünü savunduğu ve “Bir düşünce Kutsal Kitap’a aykırı olarak tanımlanmış olsa bile, bir olasılık olarak savunulabilir” dediği için Galilei’nin 1633’te sapkınlıktan yargılanmasıyla doruğa ulaştı. Suçlu bulundu, hayatı boyunca ev hapsine mahkum edildi ve sözlerini geri almaya zorlandı. Onun “Eppur si muove” (Yine de dönüyor) diye mırıldandığı söylenir. 1992’de Roma Katolik Kilisesi Galilei’yi lanetlemenin yanlış olduğunu nihayet kabul etti.
– Görünenden veya kuramdan bağımsız bir gerçeklik kavramı yoktur. Biz modele dayalı gerçeklik dediğimiz bir görüşü kabul edeceğiz; buna göre bir fizik kuramı -genellikle matematiksel bir doğası olan bir modeldir ve aynı zamanda modelin unsurlarını gözlemle bağdaştıran bir kurallar dizisidir. Bu görüş, bize çağdaş bilimi yorumlayabileceğimiz bir çerçeve sağlar.
– Hem gözlemci hem de gözlemlenen, nesnel bir varlığı olan bir dünyanın parçasıdır ve onların arasındaki ayrım özel bir önem taşımaz. Bir başka deyişle, park alanındaki bir yer için kavga eden bir zebra sürüsü gördüğünüzde, orada gerçekten park alanındaki bir yer için kavga eden bir zebra sürüsü var demektir. Bunu izleyen bütün gözlemciler aynı niteliklerin ölçümlerini yapacaktır ve kendilerini gözlemleyen olsun ya da olmasın, zebra sürüsü bu niteliklere sahip olacaktır. Felsefede bu inanca gerçekçilik denir.
– Kuarklar fizikçilerin renk dedikleri çarpıcı bir özelliğe sahiptir (bu nedenle renk dinamiği adı verilmiştir; yine de, kuark renkleri sadece sınıflandırmaya yardımcı olan etiketlerdir, görülebilen renklerle bir ilişkileri yoktur). Kuarkların sözde renkleri kırmızı, yeşil ve mavidir. Dahası her kuarkın bir karşı parçacık eşi vardır ve bunların renkleri de karşı-kırmızı, karşı-yeşil ve karşı-mavidir. Mesele şudur; yalnızca net renklere sahip olmayan birleşimler özgür parçacıklar olarak var olur. Bu tür nötr-kuark birleşimleri elde etmenin iki yolu vardır. Bir renk ve onun karşı rengi birbirini geçersiz kılar ve böylece kuark ve karşı-kuark renksiz bir çift oluştururlar ve bu kararsız parçacığa mezon adı verilir. Ayrıca, üç renk (veya karşı-renkleri) birbirine karıştığında ortaya çıkan net renk olmaz. Her biri ayrı renge sahip üç kuark baryon denilen kararlı parçacıkları oluşturur; protonlar ve nötronlar kararlı parçacıklara örnektir (üç karşı-parçacık da baryonların karşı-parçacıklarım oluşturur). Proton ve nötronlar atomun çekirdeğini oluşturan ve evrendeki bütün normal maddenin temeli olan baryonlardır.
– Büyük Patlama evrenin ilk zamanları için geçerli bir açıklama olarak düşünülse de, Einstein’ın kuramını evrenin başlangıcını gösteren esas resim olarak ele almak yanlış olur. Çünkü genel görelilik kuramı zamanda; evrenin hem sıcaklığının, hem yoğunluğunun hem de eğikliğinin sonsuz olduğu bir noktanın varlığını öngörür ve matematikçiler bu duruma tekillik derler. Bir fizikçi için bu, Einstein’ın kuramının çöktüğü noktayı işaret eder ve bu nedenle evrenin başlangıcına dair bir öngörüde bulunmak kullanılamaz, yalnızca başlangıçtan sonra nasıl geliştiğini açıklar. Her ne kadar genel göreliliğin denklemlerini ve gökyüzü gözlemlerimizi evrenin çok genç zamanlarını tanımak için kullansak da, Büyük Patlama resmini evrenin başlangıcına kadar götürmek doğru olmayacaktır.
Okumak sağlıklıdır

352 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Hayat…Hayat… Hayat sorunlarla dolu. Ama biz de çözümlerle doluyuz. Adamın birinin evinde dört ayaklı olan hariç çocuk kalmamış, üstelik son giden, hep korunmuş kollanmış, özgürken ne yapacağı […]
  • BilgiBilgi Bu yazımda kısaca bilgiden söz etmek istiyorum. Temelde bilgi taşımaktan. Sadece düşünme ve düşündüklerini ifade edebilme ve yazarak ya da kaydederek diğerlerine aktarma yetisine sahip […]
  • Ruhuma Yolculuk – Dördüncü HaftaRuhuma Yolculuk – Dördüncü Hafta 26. Gün (21. Sürüş günü) Selam Dostlar. Bugün Morpheus’un kulaklarını çınlattım. “Welacome to the real World” Sabah Suruç Öğretmenevinin bahçesinde gölgede kalmıştı Vagabond. Onu […]
  • Umut da edemezsek geriye ne kalır…Umut da edemezsek geriye ne kalır… Evet yılın son haftasını da geride bırakıyoruz. Birçok kötü olayın global düzeyde yaşandığı, ateşin düştüğü yeri yaktığı bir 2016 oldu. Genele baktığımızda bu yıl dünyada hemen hemen her […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler