Fetret Devri
İtalyan düşünür Gramsci’nin “Interregnum” olarak adlandırdığı, Türkçeye “Fetret Devri” diye çevrilen bir kuramı var.
Özetle diyor ki, eski dünya, taşıdığı medeniyetin anlam ve değerleriyle birlikte gitmekte, lakin yenisi bir türlü doğamamakta.
Biri batıyor da yerine çıkan bir şey, yeni bir düzen, üzerinde güvenle dikilip, anlamı üretebileceğimiz bir zemin doğamıyor.
Bu ara devir hastalıklı bir haldir.
İşte bu hastalıklı, ara döneme fetret devri diyor Gramsci.
Taşeronlar Devri de diyebilir miyiz?
Sahici bir şey kalmadı.
Replikalaştı ne varsa; gerçek -mış gibileşti… Oyunlar, gündelik hayatın ritüelleri, mit-mitos, gelenek, değerler…
Yanılsama kendini bu kadar aşikar edince psikoz ortalığa hakim oluyor.
İyi ya da kötü demeden, ortadaki dev boşluğu görmek lazım.
Bizi içine çeken girdabı ile dev bir boşluk oluşuyor.
Geleceksizlik kaygısı ile birlikte gelen korku, kaygı …
Derin depresyon.
Ve fırsat bu fırsat, hazır insanlar toptan kafayı yerken, kapitalizm bulduğu her türlü araçla insanları etleri, kemikleri ve dahi ruhlarıyla köleleştirmeyi beceriyor.
Geçen günlerde Zygmunt Bauman’ın bir söyleşisinde okumuştum sanırım. Şu mealde bir şey söylüyordu. Eskiden kapitalizm insanların belirli bir saat dilimini satın alırdı, az veya çok bir mesai denilen dilim ve onun sınırları vardı, şimdi insanlar 7/24 işverenin kölesi oluyorlar.
Tatilde, gecenin bir vakti, hafta sonu, bayram günü, düğünde… Her anında senin ulaşılabilir olmanı istiyor.
Araba kullanırken kulaklarda kulaklık, patrona dert anlat, deniz kenarında kucağında bilgisayar rapor yaz, gece yemek sofrasından kalkıp zoom toplantılarına gir, beşikte bebek sallarken whatsapp’da mesaj yolla…
Bu sınırsız ulaşılabilir olma hali, işverenin fütursuz taleplerine, çalışanı etiyle-kemiğiyle satın alarak sömürmesine fırsat veriyor.
Hangi taşı kaldırsan, altında taşeronlar var.
Savaşta ordular taşeron, hastanede hekimler taşeron, okulda öğretmenler taşeron, fabrikada işçiler, sanayide işveren, mecliste vekiller…
Durum her haliyle hastalıklıdır.