Bazı Kızılderili Kabilelerinde Doğum ve Ölüme Bakış, İnisiyasyon Törenleri
Kızılderili metinleri incelendikçe,yaşayan kişilerden aktarımlar dinlendikçe bu insanların ruhlarında nasıl bir derinlik olduğu ortaya çıktı.Doğa ,yaşam ,ölüm …hepsini tam anlamıyla yaşıyorlar…Nefes aldıkları havadan gördükleri böceğe kadar her şey onlar için bir değere sahip.Bu yazımda elimden geldiğince bazı kabilelerde yaşam ,ölüm doğum ve inisiyasyon törenleri hakkında örneklendirmeler yaparak hepimizi biraz düşünmeye sevk etmek.Yanımızda çok yakınımızda olan bir çok objeye dikkat çekmek.Kısacası yaşamak ve yaşadığından haz almak için gerekli olanları hissettirmeye çalışmak.
Örneğin bir Açomavi yerlisi bir arkadaşını bir gün Berkeley de ziyaret eder ve ona şu konuşmayı yapar.
Herşey canlıdır. Ağaçlar yaşar, taşlar, dağlar ve su da. Her şeyin içinde hayat vardır. Sizler taşı ölü zannediyorsunuz, ama o yaşar. Seni ziyarete geldiğim gün çevrede olan her şeyle konuştum. İlk gece yatmaya gitmeden önce evin arkasındaki ağaçla konuştum. Balkona çıktım ve tütünümün dumanını ona üfledim. Onunla konuştum, dedim ki; ‘ Ağaç, bana zarar verme,kötü niyetli değilim ve buraya kimseye bir zarar vermek için gelmedim. Ağaç, benim dostum ol.’
Senin evinle de konuştum. Evinin de bir canı var, o da herhangi birisi. Sen onu bir amaçla
yaptın ve senin evin bir birey. Burada yabancı olduğumu biliyordu. Ona da tütünümün
dumanını üfledim ve dedim ki: ‘ ev, sen benim dostumun evisin, bana kötülük yapamazsın.
Arkadaşımı ziyaret ettiğim sürece lütfen hastalanmama veya ölmeme izin verme. Başıma bir uğursuzluk gelmeden kendi yurduma dönmek istiyorum. Kimseye bir kötülük yapmak için gelmedim, aksine bütün dünya mutlu olsun isterim. Ev, beni korumanı rica ederim.’ İşte böyle söyledim. Evin çevresinde dolaştım ve dumanımı her yere üfledim. Dumanım her şeyle iyi dost olmamı sağlar.
Mutlaka göremediğim daha birçok şey, gece beni gözetlemiştir… Mutlaka bizim gibi onlar da, taşlar,ağaçlar ve dağlar da kendi aralarında konuşuyorlardır. Eğer dikkatli dinlersen gece dışarı da onların konuşmalarını duyabilirsin. Geldiğim ilk gün bütün buradaki canlıların hepsinin bana baktığından hiç şüphem yok.Belki de demişlerdir ki; ‘Nasıl bir adam bu? Şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir yabancı, ama hiç olmazsa nazik birisi. Bize dumanını üfledi ve selamladı.
Mutlaka dürüst, temiz bir adamdır. Başına bir kötülük gelmemesi için onu korumalıyız.’
İşte herkes böyle yapmalı. Sana bunları öğrenesin diye anlattım, çünkü henüz çok gençsin. Bense gittikçe yaşlanıyorum. Ama önümde daha uzun bir hayat var, çünkü ülkemde çok arkadaşım var. Ben onlarla ilgileniyorum, onları koruyorum onlar da beni.”
Gördüğünüz gibi yaşamla ne kadar yoğun ve ayrılmaz bir bütünlük içinde .Bizlerin sadece geçiştirdiğimiz objeler,onun nasıl ruhunu titretiyor.İşte bu yüzden Yaşama,doğum ve ölüme verdikleri anlamlar törenler çok manalı.
Kızılderililer korkuyu batı düşünüşünün en önemli özelliği olarak görüyorlar.Beyaz Adamın yaratılış söylencesinde şöyle diyorlar
‘ Korkuyorlar
Dünyadan Korkuyorlar
Yok ediyorlar ,korktuklarını,
Kendilerinden korkuyorlar
….
Keşfedeceklerinden korkacaklar
İnsan haklarından korkacaklar
Öldürüyorlar ,her ne ise korktukları’
Ne kadar müthiş tespitler değil mi? Korku çevremizi düşman olarak görmemize yol açıyor .Böylece doğumun ve ölümün değerini bilmeden ve doğumla ölüm arasındaki yaşamın tadını çıkaramadan göçüp gidiyoruz.
Şimdi bir doğum sırasında söylenen dizeleri aktaracağım .Omaha Kızılderililerinden bir din adamı bir çocuğun doğumunda söylüyor.Tin ile doğa arasındaki bütünlüğü dile getiren sözler .Daha doğrusu bir Doğum töreni…
Ey siz güneş ve yıldızlar
Göklerin içinde hareket eden siz hepiniz
Lütfen beni duyun
Aranıza yeni bir yaşam geldi
Onu aranıza alın lütfen
Yolunu düz kılın
Ki ulaşsın
İlk tepenin yamacına
Ey siz rüzgarlar ve bulutlar
Havanın içinde hareket eden siz hepiniz
Lütfen beni duyun
Aranıza yeni bir yaşam geldi
Onu aranıza alın lütfen
Yolunu düz kılın
Ki ulaşsın
İkinci tepenin yamacına
Ey siz tepeler, vadiler,dereler,göller ,ağaçlar ,otlar
Topraktaki siz hepiniz
Lütfen beni duyun
Aranıza yeni bir yaşam geldi
Onu aranıza alın lütfen
Yolunu düz kılın
Ki ulaşsın
Üçüncü tepenin yamacına
Ey siz kuşlar büyük ve küçük
Havada uçan siz hepiniz
Ey siz hayvanlar küçük ve büyük
Yaşayan ormanlarda
Ey siz böcekler
Otların arasında dolaşan
Ve toprağa gömülen
Lütfen beni duyun
Aranıza yeni bir yaşam geldi
Onu aranıza alın lütfen
Yolunu düz kılın
Ki ulaşsın
Dördüncü tepenin yamacına
Ey siz göklerdekiler
Siz havadakiler
Siz topraktakiler
Lütfen beni duyun
Aranıza yeni bir yaşam geldi
Onu aranıza alın lütfen
Yolunu düz kılın
O zamanlar gezecektir
Dört tepeyi aşarak
Bir doğum bir inisiyasyon töreni ama ne kadar anlamlı.İnisiyasyon törenleri her kültürde ortak paydaları bulunduruyor aslında .Mesela burada Hava ,toprak ,yolculuklar…Doğum bu kadar güzel anlatılabilir.’’Aranıza’’ yeni bir yaşam geldi.
Kızılderili öğretisinin sürekliliğinin nasıl sağlandığı hep merak konusu olmuştur. Her bir kabile kendi çevresini saran ve içine kapalı bir Dünya görüşü ile yaşamaktadır, ve bu görüşün kuşaktan kuşağa aktarılmasında sadece dogmatik iddiaların yeterli olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Yeni yetişenlere kült formları ve mitolojik metinlerin ezberletilmesi yeterli midir, yoksa Kızılderili inancı da kişisel bir deneyimin onayına
gereksinim duyar mı? Kızılderiliye de sadece anlatım yeterli olmaz, bunun kişisel bir deneyimle güçlendirilmesi gerekir.Çeşitli inisiye törenleri ile bu aktarımlar verilir.Örneğin;
Algonkinlerin en önemli töreni olan Şifa Evi dir.Delawere yerlilerinin Büyükev’i gibi bu Şifa Evi de ,dış görünüşündeki farklılığa rağmen kozmik bir semboldür.Şifa Evi ritüeli astronomi özelliği taşıyan bir tarih veya tarım için önemli bir günde değil sadece ihtiyaç halinde gerçekleşir.Şifa Evi bir adayın kabul için başvurması veya bir hastanın evin tedavi edici gücü için ricada bulunması ile toplanır.Toplumsal açıdan da Şifa Evi Büyükev’den farklıdır,tüm kabileye ait değildir.Katılımcıları sadece seçilmiş üyelerle sınırlıdır.Diğerleri ritüeli yalnızca seyredebilir,ancak fazla anlamadan ve yarım yamalak bilgilerle yetinmek zorunda kalırlar,çünkü adaylara verilen eğitimden yoksundurlar.
Sonuç olarak Şifa Evi ve Büyükev hedeflerinde de farklıydılar. Büyükev, Dünyanın izlediği yoldan çıkmasına engel olarak insanlığa hizmet ederken, Şifa Evi sadece birey ve onun iyiliği ile ilgilenir, üyelerinin yaşamını olabildiğince uzatmaya çalışır. Tüm ritüeller ve özellikle şifalı bilgiler bu amaç için kullanılır. Büyükev evrensel anlamlar taşırken Şifa Evi bireye yöneliktir.Bu tören yarı-kutup bölgesi avcılarının dini anlayışını korumaktadır: kişinin tam anlamıyla kendi içine dönük olması .Şifa Evi üyelerinin bu gizli demeği, sayıca istenildiği kadar kadın ve erkeklerden oluşur ve bunlar “mide”, daha popüler tanımlarıyla “şifacılar”, olarak toplumda büyük itibar görürler.
Kabilenin bütün bilgeliği onlarda toplanmıştır; efsanelerin kutsal anlamını, şarkıları, şifalı
bitkileri ve temel ahlak kurallarını onlar bilirler.Onlara katılmak isteyenler, en saygın üyenin denetiminde yıllar süren bir eğitimden geçmek zorundadırlar. Ancak bu uzun eğitimden sonra birinci derecenin olgunluğuna erişirler ve bunu takip eden dersler onlara Şifa Evinin dört derecesini tek tek geçerek en üst mertebeye ulaşma olanağını verir. Adayın derecesini kazanarak topluluğa kabulü, tüm kabileye açık olarak
gerçekleşir, bu da Şifa Evinin dernek karakterine karşın kabile yaşamında merkezi bir rol üstlendiğini göstermektedir.Minnesota Ocibuaları böyle bir tören için dikdörtgen, doğu-batı doğrultusunda uzanan, ince ağaç gövdeleri ve dallardan direkler üzerine, kubbemsi, eğrilmiş dallardan oluşan bir çatısı ile ev benzeri bir yapı kurarlar. Güneş ışığını kesmek için tek tük bezler ve ağaç kabuğundan plakalar yerleştirilmiş olsa da, direklerin arasından içerisi rahatlıkla görülebilir. Evin iki kısa kenarında birer kapı bulunur, dördüncü dereceye kabul töreninde uzun kenarların ortasına da birer kapı açılır.Doğu-batı yönündeki ana eksende, adayın kabul edildiği dereceye göre renkli boyanmış bir, iki,
üç veya dört kazık bulunur. İlk üç derece yeşil ve kırmızı renklerle yetinirler, dördüncü derecede ise çok nadiren olur, çünkü neredeyse adayların hiçbirisi bu kadar yükselemez ev,kenarları eşit uzunlukta bir haçla donatılır . Bu tahta haçın dört köşe olarak biçimlendirilmiş bir gövdesi vardır; eğer yuvarlak kazıklardan yapılmışsa o zaman hemen yanında dört-köşeli bir direk yükselir. Dört kapı, haçın dört kolu, dört köşeli direkle kendisini gösteren dörtlük özelliği renklerle de belirginleştirilir. Direğin dörtkenarının yüzeyleri Dünya’nın renklerine göre boyanır; doğu beyaz, güney yeşil, kuzey kırmızı ve batı siyah. Bu sembolik özellik , Delawarelerin Büyükevi gibi Şifa Evinin de Dünyayı temsil ettiğini net bir biçimde gözler önüne sermekte ve Algonkinlerin kozmik tasvir hayallerinin yeni bir ifade şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.Şifa Evinin ritüel donanımı en yüce varlık Kiçi Manito (Ulu Manitu)’nun yüceltilmesi ile yakından bağlantılı olduğunu gösterir; açılışta yapılan ve, etlerinin tamamen yenilmesinin zorunlu olduğu köpek kurbanı O’na adanır; aday “yaşam arayan” olarak O’na takdim edilir, şarkılarla O’na seslenilir, çağlayan sularda onun sesi konuşur; O yukarda Gökkubbe de oturur evin kubbemsi eğimli damı gökyüzünü temsil etmektedir . Dört kapılı kulübe, dört kollu haç, dört renkli direk hepsinin Kiçi Manito’nun dördüncü derecesinde görülmesi diğer derecelerin başka koruyucuları vardır Ulu varlık ile dörde bölünmüş Dünya simgesinin yakın bağlantısını ortaya koyar.Kayınağacı kabuklarına işlenen Algonkin resimlerinde “Yüce ruhun” kareli daire veya dört uçlu halka olarak gösterilmesi ve dünyanın da aynı simgeyle tasvir edilmesi Avrupalı görüşünde birbirinden çok farklı kabul edilen bu iki unsurun eşliğini göstermektedir; Kiçi manito ve Dünya tek ve aynıdır. Delawarelerde de bu dini anlayış hakimdi. 1745 yılında misyoner Brainerd’e gökyüzüne yaptığı tinsel yolculukta ona görünenleri anlatan bir Delaware samanının söylediği gibi, Dünya, Büyük Adamın bedenindedir, toprak ve görülebilen herşey, kayalar, dağlar ve denizler, O’nun üzerindendir.Düşlerde derin iz bırakan Algonkinlerin kozmik tasvirlere eğilimleri Kuzeyli avcı kültürün birmirası olarak görülmelidir, çünkü orada haç, dört yaprak ve dört nokta hemen hemen tüm çanak, çömlek, davul ve kaynana zırıltılarının süsleme motifi olarak kullanılmışlardır ve Labrador Naskapilerinin Speck’e özellikle vurguladıkları gibi, bu motifler Çementu’yu (En Yüce Varlık) temsil ederler. Yarı-kutup bölgesi Algonkinlerinde de tüm kıtada egemen olan dörtsayısı ile Yüce Ruh’un bağlantısı önemli bir yer tutmaktadır. Ancak güneydeki mısır tarımı bölgelerine kadar ilerledikten sonra, onların geniş el sanatı olanakları ve güçlü toplumsal sistemleri Algonkinlere bu görüşlerini geliştirip, güçlendirme ve düşüncelerini, Büyükev ve Şifa Evinde olduğu gibi, mimari biçimlere aktarma fırsatını verdi. Bu mimari ve sembolik birleşim Tanrı tasvirinin özgünlüğünü göstermektedir, çünkü sürekli Dünya sembolüyle karşımıza çıkan Kiçi
Manitu Şifa Evine anlam kazandırır: O, bir Avrupalının Göller Bölgesine ayak basmasından çok uzun zaman önce, ta başlangıçtan beri oraya aittir.
Ritüele geri dönersek, yarı-kutup dindarlığının bireye yönelik özelliği tekrar kendini gösterir,çünkü tören sadece tek bir kişi ile ilgilidir. Aday, merkez konumdadır; en üst düzeyde dört Mide, şifalı keseleri ile yaşamın amblemi olan bir beyaz midye kabuğunu adayın bedenine”sokarlar”; aday, “ölü” olarak yere düşer ve şifalı keselerle yapılan pek çok dokunuştan sonra yeni bir yaşama gözlerini açar, artık bir yenidoğandır ve şimdi çok uzun seneler yaşama hakkını kazanmıştır. Bu nedenle tüm ilaçların yetersiz kaldığı ağır hastalar da eve kabul edilirler, “Ölüm” ve “Yaşam”, artık ümidi kalmayan hastadan sağlıklı yeni bir insan yaratacaktır.
Bir başka yazıda bu topraklara bu topraklardaki kültüre tekrar dönmek üzere…