Dermân arardım derdime, derdim bana dermân imiş…
İnsanoğlunun iki temel sıkıntısı var aslında.
Birincisi geçim sıkıntısı… Geçim sıkıntısı olan insan önce maişet derdi ile uğraştığı için tefekkür yapacak zemin bulamaz. Bu aslında eleştirel bir söylem değil her insan için olan bir tespittir. Ancak burada fakr ile geçim sıkıntısı – maişet derdini karıştırmamalı zira insan fakr içinde olabilir ancak bu onun tefekkür etmesine mani değildir, arada ince bir fark vardır.
Diğer temel sıkıntı ise can sıkıntısıdır. Can sıkıntısı maişet derdi ile uğraşmayan insanın bir süre sonra yaşadığı ve ancak önüne yeni maddi hedefler koyarak aşabileceğini sandığı bir sıkıntıdır. Mülk ve güç – iktidar ile bu sıkıntıyı aşmaya çalışmak ise insanı aslında dipsiz bir kuyuya sürükler.
Varlığının temel nedenini sorgulamaya bu noktada başlar insan. Can sıkıntısı ile tefekküre yönelirse, ki bu her zaman mümkün değildir, işte o zaman felsefenin ana temel sorularını sormaya başlayabilir. “ben kimim”, “nereden geldim – nereye gidiyorum” gibi. İşte bu temel sorulara aranan basit ama zor yanıtlar, insanın dairesinin tamamlanması için gereklidir.
Bu bir eşiktir. Kapıdan içeri girmek için de eşiği geçmek gerekir. Ondan sonrasında hangi kapıyı açtığınıza göre de yolunuz şekillenir.
Sözün özü; can sıkıntısı insanın önüne set de çekebilir, perdeler ardında da bırakabilir veya hakikat arayışında benliğini yüceltmesini de sağlayabilir. Ama özünde sıkıntı – bela kötü bir olgu olarak değil, ruhun acılar içinden yatırılarak terbiye edilmesi manasında olumlu olarak değerlendirilmelidir.
Dermân arardım derdime,
Derdim bana dermân imiş…