felsefe taşı

Ahilik Haftasının Ardından

Ahilik Haftasının Ardından
Ekim 08
10:58 2014

(1261 yılında Ahi Evren’in katli, mistisizm ve felsefe üzerine)

Bugünümüz, dünümüzün düşünce ve eylemlerinin eseridir. Yarınımız da bugünkü düşünce ve eylemlerimizin sonucu olacaktır. 13. yüzyılda Anadolu’da yaşananları farklı bir bakış açısıyla incelediğimizde, bugün yaşamakta olduklarımız daha anlaşılır duruma gelecektir. Bu kapsamda, bizim dışımızda insanlık nüfusunun küçük bir bölümünü oluşturan ve “batı” diye nitelendirdiğimiz ülkelerin kültürel ve ekonomik hakimiyetinin gerisinde düşünsel alandaki ilerlemenin yattığının anlaşılması önemli olacaktır.

Varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgilenen felsefenin temellerini oluşturan öncü (ilk vb) düşünceler, eski Mısır, Mezopotamya, İran, Çin ve Hint uygarlıklarında ileri sürülmüştür. Ancak tarihte ilk defa M.Ö. 7. yüzyıl ile M.S. 5.yüzyıllar arasında eski Yunanistan’da, doğal olayları mitoloji veya çoktanrılı dinlerle açıklamak yerine doğal nedenlerle açıklamak gerektiği inancıyla başlamış dönem felsefenin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Eski Yunan’dan önceki uygarlıklarda ortaya konan kuramlar daha çok mitolojik ve törebilimsel öğretilerden oluştuğu için bir düşünce sistematiğinden daha çok şiirselliğe ve din inancına paralel olmuştur. Antik veya ilkçağ felsefesi olarak bu dönemde ilk defa, inanç ve sezgi yerine akla dayanan, evreni bir bütün olarak kavramak üzere mantıksal insan düşüncesinin gelişimine olanak veren sistematik bir yaklaşım bu dönem ortaya çıkmıştır.

Yunanistan’da bu gelişmeler yaşanırken, Ortadoğu’da İbrahim’i dinler çok tanrılı dinlere alternatif olarak tüm inanç sistemlerini kökten değiştirmek üzere kendi yolunda gelişimini sürdürmekteydi. İsa’nın doğumundan sonraki dönemde, yoksul büyük insan kitlelerinin kötü yaşam koşullarının yarattığı umutsuzluk, ölümden sonra sonsuz yaşamda bu dünyanın zorluklarından ve acılarından kurtulunacağı yönündeki vaatler, gelecekten umudunu kesmiş çoğunluğun Hıristiyanlık inancınına sarılmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda Roma İmparatorluğu’nun M.S.4. yüzyılda Hıristiyanlığı resmi dini kabul etmesinden sonra, Katolik kilisesidini gerekleri yerine getirme iddiasıyla bağnazlık ve baskılara başlamış, bilim ve felsefe gerilemiş,Avrupa’da bin seneden daha uzun sürecek karanlık bir dönem başlamıştır. M.S. 529’da Doğu Roma imparatoru Jüstinyen’ in emri ile Atina’daki tüm okulların kapatılması, bazı öğretmenlerin sürgün edilmesi de bu baskıların bir sonucu olmuştur.

Bu karanlık dönem, yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans’ın başlamasıyla birlikte 17.yüzyılda sona ermiştir. Aklın tekrar özgür kalmasıyla batı dünyasında bilimsel çalışmalar tekrar başlamış ve bugün dünyanın geri kalanını etkileyen gelişmelere yol açmıştır.

Batı’da aydınlar canları pahasına bu mücadeleyi sürdürürken, atalarımız iklim değişikliği ve başka kavimlerle girdiği mücadele sonucunda İran ve Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya yaptıkları yolculukta Müslümanlıkla tanışmış, birçoğu da Anadolu’ya varmadan önce Müslümanlığı kabul etmişlerdi. O dönemde Anadolu’da yaşayan Roma İmparatorluğunun halkı çoğunlukla Hıristiyan dinini benimsemişti. Türklerin şaman inançlarını terk ederek din değiştirdiği bu yüzyıllarda, Anadolu Selçuklu devletinin Moğol istilasına uğramasıyla farklı siyasi tercihlere sahip sezgici ve akılcı felsefeyi benimsemiş düşünürlerin karşı karşıya geldiklerine tanık oluruz.

Ahi Evren, 13.yüzyıda akılcı düşünce yöntemini benimsemiş en önemli düşünürlerden birisidir. Tam adı, “ Ahi Evren Şeyh Nasırüddin Ebu’l-Hakayık Mahmud bin Ahmed el Hoyi “ olan Ahi Evren, bu dönemde Moğol istilası nedeniyle Azerbaycan’dan önce Bağdat’a, oradan da Anadolu’ya göç etmiş Türkmenlerdendir. Kırşehir emiri, Moğol asıllı ve Mevlana’nın müridi ve dostu Nuru’d-din Caca tarfından Kırşehir’de öldürülmüştür. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in yazdığı rubaide söz edilen parçalı ay tutulmasına dayanarak 12 Nisan 1261’de öldürüldüğünü varsayıyoruz. Aslında Ahi Evren’e ait tüm izlerin yok edilmeye çalışıldığı ve eserlerinin başka düşünürlere mal edilmeye çalışıldığı günlerde Sultan Veled’in bu ölüm olayından bahsetmesinin nedeni, Ahi Evren ile birlikte katledilen kardeşi Alaaddin Çelebi’nin kaybından duyduğu derin acıdır. Ahi Evren’in eserlerinin belirlenmesindeki diğer bir güçlük de benimsediği Melamet, yani alçak gönüllülük meşrebi nedeniyle eserlerini isimsiz yayımlamasıdır.

Ahi Evren, İbn-i Sina’nın takipçisi olarak o devrin en güçlü fikir adamıdır. Onun için “Danişmend-i Rumi” diye anılır. O devirlerde Anadolu’ya Diyar-ı Rum dendiği için Anadolu’nun bilgini anlamına gelmektedir. Ahi Evren insanların kurtuluşa ermeleri için ya peygamberlerin yolunu ya da filozofların yolunu izlemesi gerektiğini, ancak akıl yolu ile kurtuluşa ermenin tehlikelerle dolu olduğunu belirterek, peygamberlerin iman yolunun daha emin ve kısa olduğunu da belirtmiştir. Ahi Evren, akıl gücü ile kurtuluşa eren, doğru yolu bulanların başında İbn-i Sina’yı görmekte, onu bu yolun en üstün insanı saymaktadır.

Burada İbn-i Sina’nın felsefesi ve ardıllarının felsefesi hakkında söylediklerinden değinmekte fayda görüyorum. İbn-i Sina (Avicenna , 980-1037), pek çok Hıristiyan ilahiyatçısı gibi, İslam’ın hakikatlerini Aristo mantığı ve daha sonra Yunan metafiziği (Neo-Platonculuk) kavramlarıyla formüle etmeye çalışmıştır. Platon ve Aristo ile paralel düşünerek, Tanrının, olanaklı varlıklar olarak nitelendirdiği maddeyi yoktan var ettiği (exnihilo) fikrini reddetmiş, var olmak için her şeyin bir başka şeyin etkisine gerek duyacağı bir nedensellik olduğunu öngörmüştür. Ancak Tanrı’nın varlığını da kanıtlamak üzere, bütün olanaklı varlıkları önceki nedenlere bağlayarak geriye doğru ne kadar gidilirse gidilsin, sonsuz bir gerileme sorunundan kaçılamayacağı için, Tanrı olarak nitelendirilecek bağımsız bir ilk nedenin zorunlu olduğunu ileri sürmüştür.Ona göre olanaklı varlıklar,birbirlerine bağlı olarak ortaya çıkmış, fakat yaratılmamıştır. Bu düşünce, erken İslam felsefesi içindeki şiddetli bir ihtilafın başlangıç noktasıydı.

İbn-i Sina’nın ölümünden sonra11. yüzyıl civarında Horasan’da akılcılar ile sezgiciler arasında şiddetli bir mücadele olmuştu. Büyük Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey’in veziri Ebu Nasır el-Kunduri akılcı ekolün temsilcisiydi. İmam Kuşeyri, İmamül Haremeyn EbulMaali el Cüveyni gibi sezgici düşünürler yaptıkları mücadele sonucunda vezirin idam edilmesini sağlamışlardı. İmam Kuşeyri ve İmam Cüveyni’nin öğrencisi olan İmam Gazali(1058-1111), akılcı görüşteki düşünürlere savaş açarak filozofların tutarsızlığı anlamına gelen “Tehafütü’lFelasife”adlı eserini yazmış, İbn-i Sina ve takipçilerinin yanıldığı noktaları göstererek onları itham etmekle kalmamış, fikirlerinin tamamen İslam dışı olduğunu söylemiştir.Gazali’ye göre filozofların Tanrısı Kuran’ın Tanrısıyla aynı değildi ve Kuran’la ihtilafa düşerse felsefe çökmeliydi.Gazali zaman içinde mantığı bırakarak tasavvufa yönelmiş, felsefenin boş olduğunu vurgulamıştır.

Hemen hemen aynı dönemde Hıristiyan dünyasında da benzer ihtilaflar meydana gelmekteydi. Gazali’nin meydan okumasına yanıt İbn-i Rüşd’den (Averroes, 1126-1198) gelmiştir. İbnRüşd, Gazali’ye karşı tutarsızlığın tutarsızlığı anlamına gelen “Tehafütü’tTehafüt” ‘ü yazarak, El Gazali’ye “hem aklın bilgi için yetersizliğini söylüyorsun hem mantığa başvuruyorsun” diyerek karşı çıkmıştır.Tek tek insan ruhlarının ölümsüz olamayacağını, öldükten sonra “etkin akıl”’a katılacağını ve ancak bu anlamda bir ölümsüzlükten bahsedebileceğini söyleyen İbnRüşd, Batı’da en etkili Arap düşünürü olarak görülmektedir. İbn-i Rüşd’ün “etkin akıl” görüşü tasavvufta olduğu üzere bilginin akla verilmesi değil, bilgi eyleminde insan zihninin sürekli etkin durumda olması ile elde edilen, yani aklın bilgiyi edinmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Gazali ile ihtilafındaİbn-i Rüşd, felsefi sonuçlar ve Kuran arasında bir çelişkinin olamayacağını “Hakikat, hakikatle çelişmez, O’nunla uyum sağlar ve O’na tanıklık eder” sözleriyle iddia etmiştir.
İbn-i Rüşd, apaçık olan çelişkileri açıklamak üzere, Batı felsefesinde de önemli rol oynayan bir yorum ortaya atmıştır. Kuran ayetlerinin yazıldığı gibi yorumlanması akılla çelişiyor gibi göründüğünde ayetler mecazi ya da alegorik olarak yorumlanmalıdır.

İslam dünyasında çok eskiden beri akılcılar ile sezgiciler arasında büyük bir mücadele sürmekteydi. Akılcılar, gerçek bilgiyi elde etmek için aklın ve mantığın ölçü olduğunu savunmuş, hatta aklı imana varmanın ve Allah’ı bulmanın yolu olarak görmüşlerdir. Kelamcılar, filozoflar bu ekolün temsilcileridir. Sezgiciler ise gerçek bilginin içe doğuş ile elde edilebileceğini, imana varmak, Allah’ı bilmekte aklın hiçbir işlevi olamayacağını, içe doğuş ile Allah’a varılabileceğini iddia eder. O dönemde öne sürülen düşünceleri, dönemin egemen kültürel yapısının İslam’ın biçimlendirdiği bir yapı olduğunu göz önüne alarak değerlendirmekte fayda görüyorum. Felsefe de doğal olarak bu yapının ana karakteristiğini taşıyacak ve artık yalnızca insani doğa ve evreni değil, aynı zamanda bütün varlığı yaratan Tanrı’yı da anlamanın ve açıklamanın araçlarından birisi olacaktır.

Ahi Evren ile aynı dönemde yaşamış Mevlana da İslam dünyasının yetiştirdiği dehalardan biridir. O dönemde İslam dünyasındaki düşünsel ve bilimsel hareketlilik, Mevlana’nın yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle İran’da ve Anadolu’da hükümdarların, ufuk açan görüşleri dile getiren düşünürleri koruyup, kollaması, bazılarının adlarını saydığımız birçok düşünürün eserler vermesine neden olduğunu belirtmekte fayda var. Hatta birazdan bahsedeceğim üzere, Osmanlı devletinin kurulmasında ve Fatih Sultan Mehmet’e kadar olan ilerleme sürecineTürkmenlerin büyük katkısı olmuş, bilim ve felsefe gelişmiştir.

Kayseri’yi Moğollara karşı savunan Ahiler arasında Ahi Evren’in eşi Fatma Hatun da vardır. Şehir 15 gün kadar savunulduktan sonra Moğolların eline geçmiş, Türkmenler kılıçtan geçirilmiş ve Fatma Hatun 13 yıl süreyle hapiste tutulmuştur. Serbest kaldıktan sonra, Fatma Hatun kadınların çalışması için Anadolu Bacıları (Baciyan-i Rum) adıyla anılan bir teşkilatınönderliğini de yapmıştır. Öz Türk kültürüne uygun düşen kadınlı erkekli çalışma hayatı, Anadolu’da Türkmenlerin etkinliğinin artmasının bir başka nedenidir. Ahi Evren’in katledilmesinden sonra Hacı Bektaş, Fatma Hatun’u evlat edinmiş, korumasına almıştır. Daha sonra iki evlilik yapmış, Hacıbektaş’ın vefatından sonra onun adına bugünkü adı Hacıbektaş olan Sulucakarahöyük de bir türbe yaptırmıştır.

Ahiler, bu baskılar sonucu Anadolu’nun Moğol hakimiyetine girmemiş uç illerine göç etmiştir. Osman Gazi´nin kayınpederi olan Şeyh Edebali önemli bir Ahi şeyhiydi. Şeyh Edebali Ahilik öğretisiyle Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu olmuştur. Onun Osman Gazi’ye verdiği aşağıdaki öğüt Osmanlı’nın yükselişinin gerisindeki anlayışı ve bilgeliği yansıtmaktadır;
Ey Oğul, Artık Bey’sin!
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana.

Osman Gazi şehirlerin düzenini sağlayan Ahilerle ilişkilere büyük önem verdi, Ahilik Osmanlı Devletinin kurulup gelişmesinde büyük rol oynadı. Orhan Bey de Ahilerden büyük destek gördü, vezirleri arasında Ahiler vardı. Kendisi de Ahi olan I. Murat’ın en büyük erkek çocuk olmamasına karşın tahta geçmesinde Ahilerin etkisi olduğu yazılmaktadır. Yeniçeriliğin kuruluşunda da Ahilerin büyük yardımı olmuştur. Yeniçerilerin giydiği ak börk Ahi başlığıdır.

15. yüzyılda yaşamış Şeyh Bedreddin Mahmut’un Varidat adlı eserinde ruhun maddeden ayrı bir varlık olmadığı, madde ortadan kalkınca ruhun ve başka soyut varlıkların ortadan kalkacağını düşüncesi ileri sürülmüştür. Ayrıca sorunsuz bir dünya için (zengin-yoksul, Müslüman-Hıristiyan çekişmelerinden doğan) karşıtlıkların ortadan kaldırılması gerektiğini dile getirmiştir. Bu örnekler o dönemli düşünce zenginliğini göstermek bakımından önemlidir ve özellikle madde-ruh ilişkisine ilişkin düşünceler Batı’da 17.yüzyılda Sipinoza tarafından derli toplu bir biçimde dile getirmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki dönemde güç sahibine itaat etmeyi uygun gören Mevlana düşünce yöntemi “cihan devleti” olma hedefiyle uyumlu hale gelmesi, eski törelere bağlı Türkmen kültürünün imparatorluk yönetim tarzına denk düşmemesi Ahilik düşünce sistemini büyük ölçüde sekteye uğratmış, özünü yitiren Ahilik bir esnaf teşkilatı halini almıştır.

Ahi Evren’den bahsedilmesinin yasaklanması nedeniyle Ahi Evren’in felsefesinin halk arasında Nasreddin Hoca olarak devam ettiği iddiası da değerlendirmeye değerdir. Özellikle isminin uzun halinde Nasırüddin sözcüğünün bulunması bu düşünce için önemli bir dayanak oluşturuyor.

Ahiliğin düşünsel yapısının keşfi, köklerimize olan yolculuktur. Batı’nın Yunan’daki felsefe köklerini keşfetmesinden sonra yaşadığı parlak dönem gibi Cumhuriyet de kendi köklerimizin keşfinin önünü açmış, ancak henüz kendi topraklarımızda akılcı düşüncenin egemenliği sağlanamamış ve ümit edilen parlak dönem yaşanamamıştır. Bu nedenle izleri silinmeye çalışılan eski bir mücadelenin ortaya çıkartılması, Anadolu aydınlanmasına katkısı olacağını ümit ediyorum.

Kaynaklar:
1. Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren- Mevlana Mücadelesi, Prof.Dr. Mikail Bayram, ISBN 978-605-4336-76-0, NKM Yayınları.
2. Varidat, Şeyh Bedrettin, İnceleme ve Çeviri: Cemil Yener, Elif Yayınları, 1970
3. İlkçağ’da Doğa Felsefeleri, Arda Denkel, ISBN 978-975-553-409-1, Doruk Yayımcılık.
4. Spinoza, Fikir Mimarları Dizisi-28, Yazan ve Yayıma Hazırlayan: Çetin Balanuye, ISBN 978-605-02-0144-4, Say Yayınları.

6.088 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Karamanlılar Anadolu’nun Kaybolan Ortodoks TürkleriKaramanlılar Anadolu’nun Kaybolan Ortodoks Türkleri "Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz Öyle bir mahludi hattı tarikatımız vardır Hurufumuz Yonanice Türkçe meram eyleriz." […]
  • Çam Süsleme Geleneği ve NarduganÇam Süsleme Geleneği ve Nardugan Tüm dünyada Hıristiyan alemi her yıl 25 Aralık tarihinde İsa’nın doğumunu Noel adı altında, bayramla kutlar. Bu doğuş bayramı, Kutsal Doğuş veya Milat Yortusu olarak da bilinir. 20. […]
  • Temel Kural ve Kendimizin Çocuğu OlmakTemel Kural ve Kendimizin Çocuğu Olmak Ne çok din, ve ne çok ahlak sistemi var. Tarih boyunca insanlığın ahlak normları sürekli değişmiş. Eski Mısır’da kullanılan ve bugün hala kolayca aşamadığımız Maat’tan, tek tanrılı […]
  • Yeniden Doğmak Lazım…Yeniden Doğmak Lazım… Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK Yeniden doğuş,ölüm- yeniden […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler