Anladık şimdi, aşkımız bitti…
Mahallenin külhanbeyi, aşk yüzünden kalbi paramparça olmuş delikanlıyı hem azarladı, hem teselli etti:
“Kadın milletinin gözyaşından ve tebessümünden korkacaksın diye sana az mı nasihat etmiştik, oğlum?..” dedi “Gözün kararmıştı, kulakların tıkanmıştı… Ne lafımızı dinledin, ne gerçeği görebildin…”
Aşk sandığı duygularının, birkaç ay içinde hayal kırıklığına dönüşüverdiğini gören gencecik delikanlı, bir yandan hıçkırarak ağlıyordu, bir yandan da içini döküyordu:
“Vallahi de, billahi de sevmiştim, abiciğim” diye dövündü “İçine bir damla bile su katılmamış koskoca bir kova süt saflığıyla, bütün kalbimle sevmiştim onu… Nereden bilebilirdim onun böyle yapacağını, nasıl tahmin edebilirdim onun böyle çıkacağını?..”
Bu işlerde fazlasıyla deneyimi olan külhanbeyi, kırık kalpli delikanlının kafasını okşadı:
“Bir kadının tebessümünü gördün mü, hemen oradan uzaklaşmaya bakacaktın, aslanım” dedi “Uzaklaşmayıp, o tebessümün arkasından gitmeye kalkarsan, sonunda işte böyle olursun…”
Saf delikanlı, bu konularda bir şeyler bildiğinin heyecanıyla ok gibi yerinden fırladı:
“Yani şimdiki gibi, ayvayı yemiş olurum, değil mi abi?..”
Külhanbeyi, kırık kalpli aşığın yanağından bir makas alıverdi ve “Vah yavrum, vah…” diyerek derinden bir iç çekti;
“Öyle tebessümlerin peşine takıldığında, sonunda ne yiyeceğini bile henüz bilmiyorsun…” dedi “Hadi sen yediğinin hala ayva olduğuna inandır kendini de, biraz da kendin oyalanmış ol kendini…”
Sonunda, aşkının meğer bir yalan olduğunu anlayan delikanlı, bu acısını bir an için unuttu, kendini savunmaya kalkıştı:
“Fakat beni o kadar da saf bulma, o kadar da çocuk yerine koyma, ağabeyciğim” dedi külhanbeyine “O tebessümü sen de bir görseydin… O gözlere sen de bir baksaydın… O saçların savruluşunu sen de bir seyretseydin…”
Saf aşık kendini daha fazla tutamadı, mahallesinin sosyolojik ağabeyi, kırk yıllık külhanbeyi karşısında bir anda aslan kesiliverdi:
“Bunca yıllık deneyimine karşın, bunca yıllık doymuşluğuna karşın vallahi senin de frenlerin tutmazdı, vallahi sen bile kendini kaptırıp giderdin peşinden…” dedi “O saçların, o kaşların, o gözlerin, o tebessümün karşısında sen ben değil, yedi düvelin erkanı harbiyesi bile
dayanamazdı, abiciğim… Kadın değil, mıknatıstı sanki…”
Sevgilisi aklına geldiğinde bir anda yine havalara giren delikanlıya, külhanbeyi acıyarak baktı:
“Otur yerine, kerata” dedi “Kendini bir avuç tebessüme, bir tutam saça kaptırma diye sana bin kez söyledik, yine akıllanmamışsın. . Unut artık bu tebessümleri, bu bakışları, oğlum…”
Kalbi kırık delikanlı, gözleri dolu dolu sürdürdü savunmasını:
“Öyle her kadının tebessümüne benzemiyordu onun tebessümü, abiciğim” dedi dudaklarını titrete titrete “Hani sinemalarda, televizyonlarda gördüğümüz Venedik gondolları var ya… Onun tebessümü, işte o gondollar gibi narin narın uzanıyordu yüzünde… O tebessüm edince, dudaklarının uçları da yanaklarının ortasında aynen o gondolların başı ve kıçı gibi kıvrım kıvrım kıvrılıyordu…”
Külhanbeyi, bir yandan sabırla tespihini çekmeye başlarken, bir yandan da “Allah’ım sen bu millete akıl fikir bağışla” diye kendi kendine dua etti.
“Sonra, ah o gözleri yok muydu, ağabeyciğim, o gözleri” diye sürdürdü saf delikanlı “Aynen o meşhur şarkıda olduğu gibi, gülünce gözlerinin içi de gülüyordu… Ve yine aynen o şarkıdaki gibi insan, kendini ondan alamıyordu, abiciğim…”
Külhanbeyi, elindeki tespihini kaldırdı, saf delikanlının kafasına indirdi:
“Hem o kadın beni yaktı, yıktı, mahvetti diye ağlayıp, dövünüyorsun… Hem de ondan bahsederken hala ağzından sular seller akıyor…” dedi “Sen ne zaman adam olacaksın?.. Senin aklın ne zaman başına gelecek, ha?..”
Saf delikanlı, aşkın gözlerini kör ettiği o ilk günlerin hayallerinden kendini sıyırdı, yine şimdiki perişan durumuna döndü ve yine başladı yumruklarının içiyle göğsünü dövmeye:
“Ben saf adamın, garip adamın biriyim” diye ağlamaya başladı yine “O bana bakıp gülünce, ben ne bileyim, ben onu sevdim ya, o da beni sevdi sanmıştım… Benim sevgimin farkında olmamasından çoktan vazgeçtim, benim varlığımın bile farkında değilmiş, meğer… Çok geç anladım bunu, çok… Sevmiştim onu abiciğim… Kalbimin bütün temizliğiyle sevmiştim onu ama… Yazık… Tek taraflı imiş meğer bu aşk…”
Mahallenin görmüş, geçirmiş külhanbeyi, bir kadın tebessümü uğruna, bir kadın kısık bakışı uğruna ve bir kadın savrulmuş saçı uğruna kendini de, parasını da, umutlarını da yitiren mahallesinin bu saf delikanlısına sarıldı, onun başını göğsüne dayadı:
“Böyle durumlarda ağlamanın, sızlamanın kimseye bir faydası dokunmaz, aslanım” dedi “Senin çektiğin bu acının bir faydası olacaksa, o da ancak senin kendine olur…”
Ve, hiç olmazsa belki bu kez dinleyebileceğini sandığı bir öğütte daha bulundu saf delikanlıya:
“Eğer yararlanmasını bilirsen, biraz pahalıya da gelmiş olsa, yine de çok güzel bir ders olmuş olur bu aşk sana” dedi “Fakaaaat…”
Saf delikanlı, külhanbeyi ağabeyinin sözünü kesti, onun “fakat”ının gerisini kendi getirdi:
“Fakat bu aşkın acı sonundan da ders almasını beceremezsem” dedi “O zaman ilerde çekeceğim bütün acıları da şimdiden haketmiş sayılacağım, değil mi abiciğim?..”
Saf delikanlıcık, sonunda galiba anlar gibi olmuştu çektiği tüm acıların nedeninin, kendi saflığından kaynaklandığını…
İlk Yayın:
13subat1994 – Star Magazin
http://www.meteakyol.com.tr/wp-content/gallery/starmagazin/13subat1994basyazi.jpg