Aydın Köksal ile Söyleşi (Bir Bilişim ve Türkçe Devrimcisi
Dil; gelişir, büyür, gençleşir, yaşlanır, bükülür, yayılır, yaşatılır. Her türlü kişileştirmeye konu olan “dil” olgusuna kısaca “yaşar” deriz. Dil, yaşar. Bir dilin yaşama serüveninde ona hayat verenlerin de elbette çok büyük önemi vardır. Hele ki bu yaşatma aydın bir zihinle üretilip tüm halkın dilinde ve kaleminde kök salıyorsa.
Kelimelerle manasız ve belki de hadsiz bir biçimde oynama nezaketsizliğimi bir kenara bırakacak olursam, Değerli Felsefe Taşı Okurlarına tanıtmak istediğim bir insan var. Öyle bir insan ki; seksen yaşını devirmek üzere olan bir Cumhuriyet çınarı; Aydın Köksal. Medyatik bir tanınmışlığa sahip olmasa bile, eğerbilişim terimlerini kullanıyorsanız, bu terimleri ifade etme biçiminizdeki rahatlıkla kendi diliniz ve zihniniz aslında onu hep anıyor, ona hep teşekkür ediyor. “Bilişim” ve “bilgisayar” kelimeleri de dahil olmak üzere…
Aydın Köksal’ı yeni kitaplar seçip okuma tercihimde “Dil ile Ekin” kitabıyla tanıdım. Bu eserde Türkçe üzerinden ama aslında tüm dillerin varoluş, amaç ve yapılarına dair bir keşfe çıktım. Türkiye coğrafyası, kültürleşmesi ve ara ara ufacık ama aynı zamanda inanılmaz ufuk açıcı bilgilerle birlikte sayfalar birbirini kovaladı. 2500 bilişim terimini çok kısa bir süre içerisinde Türkçeye kazandıran Prof. Dr. Aydın Köksal’ın bir serinin ilki olarak planladığı, şu an için basılmış son eseri ise “Yaşamın Gizi”. Bu yapıtta ise, insanlık tarihinde çok da eski olmayan bir Türkiye geçmişinden günümüze göre madden imkânsızlık ama manen dolu dolu, evleri sobalı ama yüreği sımsıcak güzel insanlara, yakın çevresi ve yaşanmışlıkları üzerinden konuk oldum.
Aydın Hoca, herkesle iç içe, bağını toplumuyla, genciyle, yaşlısıyla hiçbir zaman yitirmemiş değerli bir insan. Bir e-posta uzaklığında yaptığımız sohbet, ricamı kabulü sayesinde keyifli bir çevrimiçi söyleşiye de dönüştü. Kitapları üzerine yaptığımız mesajlaşma sonrasında, aramızdaki yarım asırlık yaş farkına istinaden yaptığı “Demek ki benimle kurduğunuz bu iletişimi, 78 yaşınıza geldiğinizde anımsayıp sizin gibi genç bir arkadaşınıza aktaracak olsanız, size ulaşan satırlarım tam bir yüzyıl geleceğe tek bir vuruşta taşınabilecek. Bence “uygarlık” dediğiniz tam da işte böyle oluşur. Umut bu ya…”yorumu hâlâ kulağımda çınlıyor.
Daha fazla gevezelik etmeden, sizleri Aydın Köksal ile yaptığımız keyifli söyleşiyle baş başa bırakıyorum. Söyleşinin sonunda Aydın Köksal’ın kısa özgeçmişini, “Dil ile Ekin” ve “Yaşamın Gizi” kitaplarının tanıtımlarını bulabilirsiniz. Dilerim, keyifle okursunuz.
***
Aydın Köksal ile Söyleşi
(4 Kasım 2018)
1. Gerçekleştirdiğiniz çalışmalarda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Engelleri nasıl aştınız?
AK: Ne denli hızlı ve yoğun çalışırsanız çalışın, nitelikli iş zaman gerektiriyor. İşimde titizim. Böyle olunca da, çalışırken karşılaştığım en büyük engel hep zaman darboğazıdır.
Ayrıca, ben zamanının büyük bölümünü asıl işine ayırmak durumunda olan bir mühendisim… Dolayısıyla özellikle “yazı” çalışmalarımı özel yaşamımdan zaman çalarak tasarlayıp planlamak durumundayım.
Çalışma planımı gerçekleştirebilmek için yıllık-aylık- haftalık zaman çizelgeleri düzenliyorum. Başka bir deyişle, hep zamana karşı borçlu olarak yaşamayı, bir işe yaramanın tadı uğruna “bir yaşam biçimi”ne dönüştürmeye çalışıyorum.
Evet, çok yoruluyorum ama iyi iş çıktığında değiyor.
Değerli dostum Adnan Binyazar’ın, Öğretmen Dünyası dergisinin 2010 Temmuz “Aydın Köksal Aydınlığı Özel Sayısı” için yazdığı şu satırları unutabilir miyim? “Bol Alüvyonlu derin ırmaklara benzetirim ben onu. Onca başarıya karşın, başarı şaşkınlığına kapılmayan ender kişilerden biridir. Önüne hep yapacaklarını yığmıştır. Kişiliğinin bu yanı, onu acılara karşı da dirençli kılmıştır.”
Feyziye Özberk, benimle ilgili olarak hazırladığı nehir söyleşi yapıtında yer vermiştiBinyazar’ın bu sözlerine (Bkz. Aydın Köksal: Bilime, Bilişime ve Türkçeye Adanmış Bir Yaşam” Kaynak Yayınları, İz Bırakanlar Dizisi, 2014).
2. Sayısal ve sözel disiplinler arası çalışmaları hem kişisel, hem de Türkiye ve Dünya örnekleri çerçevesinde yorumlayacak olursanız neler söylemek istersiniz?
AK: “Sayısal ve sözel disiplinler” diye bir ayrım tanımaz yaşam… Nasıl insanın usunu -aklını- doğru kullanmayı, ölçülü-nesnel-adaletli davranmayı matematikten öğreniyorsak, düşüncelerimizi duygularımızı dile getirmeyi de sözcüklerden, sözcükleri yerli yerinde doğru kullanmayla, doğru anlamayla ilgili sözel becerilerden öğreniyoruz.
İkisinden birden yararlanmadan “insan” olamayız!
3. Geçmişten günümüze bakacak olursanız sözlü iletişim, yazınsal iletişim ve bilişim alanlarında Türkiye Türkçesi ne durumdadır? Geleceğini nasıl görüyorsunuz?
AK: Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte, Türkçe devletimizin “resmi dili” olarak benimsenmişti. Birkaç ay sonra 4 Mart 1924’te, bugün de yürürlükte olan Öğretimin Birliği Yasası ile yeni devletin her düzeydeki tüm okullarında “öğretim dili”nin de Türkçe olması zorunlu tutulmuştu.
Böylece sözlü iletişim ve yazın dili olarak bin yıldır yalnızca halk katında yaşayan Kaşgarlı Mahmut’un, Yunus Emre’nin dili Türkçe, Selçuklu’da, Osmanlı’da devlet dili, eğitim-öğretim dili olarak yaklaşık bin yıl boyunca küçümsendikten sonra, Cumhuriyet döneminde çok hızlı bir biçimde gelişerek çağımızın en gelişkin dilleriyle yarışan bir bilim-öğretim dili düzeyine çoktan ulaşmış bulunmaktadır.
Başka birçok nedenle birlikte, ülkemizde yabancı dille öğretim uygulamasının, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne nasıl katkı verdiğini anlamamız için, yüzyıl başında, yalnızca Asya Türkiyesi’nde Fransızca öğretim yapan 69 (altmış dokuz) okul ile İngilizce öğretim yapan 140 (yüz kırk) Amerikan okulunun bulunduğunu anımsamak bile yeter. Amerikan mandası önerilerine, ülkemizin Avrupalı güçlerce işgaline karşı bir “Kurtuluş Savaşı” verip kurduğumuz Cumhuriyet’in sağlam ilkelerine yaslanarak bağımsızlığımızı kazanmış olmamıza, Atatürk devrimlerinin yarattığı aydınlanma devinimiyle 15 yılda bir mucize gibi gerçekleşen ekonomik ve toplumsal kalkınmamızla bütün dünyanın saygısını kazanmış olmamıza karşın, Türkiye’nin bugün bile birçok gözlemciye göre “Amerikan etki bölgesi” gibi yorumlanması bir rastlantı değildir. (Bkz. Yabancı Dille Öğretim: Türkiye’nin Büyük Yanılgısı, Aydın Köksal, Öğretmen Dünyası, Mayıs 2000 (Eylül 2002, Mayıs 2006), s. 145-148.)
Arapça-Farsçanın yüzyıllar boyunca egemenliği altında yazılı dilde “yanıt, gerçek, kez” gibi birçok sözcüğünü yitiren Türkçe, Dil Devrimi’mizde halk dilinden derlenen ya da eski yapıtlardan taranan unutulmuş köklerin, sözcüklerin devlet dilinde, bilim-öğretim dilinde yeniden kullanılmaya başlamasıyla olağanüstü bir gelişme göstermiştir… Yaşanmış bu deneyimden ders almayıp 1980’lerden beri yeniden bu “Yabancı Dille Öğretim tuzağı”na sürüklenmiş olsak bile, bugün Türkçe, başka hiçbir dilde görülmeyen matematiksel kurgusu, hiçbir aykırılığa yer vermeyen düzenli yapısıyla parıltı saçıyor… Başta “Bilişim”, “Yazılım” ya da “Bilgisayar Mühendisliği” gibi en gelişkin ve karmaşık bilim ve uygulama alanlarında olmak üzere, ne bilimde de, ne yazındahemen haftasında Türkceyeçeviremeyeceğimiz hiçbir dilde hiçbir yayın düşünemiyorum.
4. Türkiye Türkçesinden farklı alfabeler kullanan ya da Türkçenin başka lehçelerini kullanan uluslar arasındaki yeri nedir? Kayıp ve kazançları varsa nelerdir?
AK: Türkiye Türkçesi dışındaki Türk dillerini konuşan Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistangibi öteki ülkelerde ve Rusya Federasyonu’nda Tataristan, Başkırdistan, Çuvaşistan, Hakasya, Tuva, Altay, Saha, Kabardino-BalkarÖzerk Cumhuriyetleri ile Çin’de Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde kullanılan abecelerin tümünün Latin abecesine dayalı yeni bir abeceye dönüşümü, adım adım 1990’lardan beri sürüyor. (Moldova’daki Gagavuz Yeri’nde zaten Latince tabanlı Romen abecesi kullanılıyor.)
Rusya çevresindeki ülkelerde, özellikle Rusya Federasyonu üyesi özerk cumhuriyetlerde doğal olarak Kiril abecesi, Rusçayla birlikte, Latin abecesinin yanı sıra yer yer kullanılıyor. Sincan’da ise Uygurlar Arap abecesinden Latin abecesine geçmeye çalışıyorlar.
Türkiye’nin nüfusu, bilim teknik sanat ve öğretimdeki bağımsızlığı, kuşkusuz bizi bütün bu ülkelerdeki toplumlar için örnek alınabilecek bir konuma getiriyor.
Bu çalışmaların kimi evrelerinde ben de katkı vermeye çalıştım. Bu çalışmalar sırasında bizim Türkiye’de kullandığımız, bütün Latin tabanlı abeceler içinde en başarılı, en kullanışlı güzel bir örnek olan abecemizin, “eksikleri olan, yetersiz bir çözüm” olduğunu dile getiren sözde dilbilimcilerimizceorada burada eleştirilmesini acı ve şaşkınlıklakarşılıyorum. (Bkz. “Bilişim Devrimi karşısında Türk Abecesi”,Çağdaş Türk Dili, Dil Devriminin 75. Yılı, Özel Sayı 1, sayı: 233, Temmuz 2007, Dil Derneği, Ankara, s. 262-270.)
Türk dillerinde ortak terim çalışmalarına katkı vermek üzere Kazakistan’ın Türkistankentindeki (eski Yesi) Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nin çağrılısı olarak, 9 – 15 Haziran 1997 günlerinde orada bu amaçla kurulan “Türk Dilleri Ortak Terminoloji Enstitü”nde görevli uzmanlarla tanışıp görüşlerimi, deneyimimi, düşüncelerimi onlarla paylaştım.
Ayrıca bu konudaTBD’nin de uluslararası doğrultuda değişik başkentlerde süregiden yıllık platform toplantıları var. Ancak hiç kimse “ağabey” istemiyor… Bin yıllık uzak duruşumuzdan sonra kardeşlik duygularında içtenlik, inandırıcılığın önkoşulu… Üstelik, bizim ulusallaşma sürecimiz kendi siyaset sahnemizde baltalanırken, örneğin Tatarların, Rusya Federasyonu içinde özerk bir cumhuriyetken ulaşabildikleri, dile getirip savundukları “gelişkin bir ulusal kimlik” sahibi oldukları doğrultusundaki düşüncelerini, onlardan bir şeyler öğrenerek değerlendirmemiz gerektiği de ortadadır…
Bizim yürek, yıl, yol sözcüklerimizi Kazaklar-Kırgızlarjürek, jıl, joldiye, Tatarlarcürek, cıl, colgibi söyleyip yazarlar.
Bu sesbirimler, benzer biçimde İspanyolcada dadeğişik söylenir. Ama onlar, İspanyolca konuşan herkes örneğin “ben” derken her yerde yo yazar, ama bunu Arjantinli jodiye, Kolombiyalı co diye okur… Böylece İspanyolca her yerde tek bir dil olarak kullanılır.
Doğal olarak Türk dilleri arasındaki ayrımlar sözcük başındaki bu sesbirimin y/j/cbaşkasesleriyle sınırlı değildir. Kaşgarlı Mahmut Divanü Lügat-it Türk başlıklı yapıtında (1072-73) Oğuzcayı temel aldığını, öteki ağızlardaki sesbirim değişimlerinin nasıl yapılacağını, “Önsöz”ünde ayrıntılı biçimde tanımlamıştır. Örneğin bizdeki b’ler Kazak, Kırgız gibi Kuzey Türkçelerinde m’ye dönüşür, Doğu Türkistan’da Uygurlarda yeniden y olur… Kaşgarlı, örneğin bir Oğuz burun yerine murun diye konuşursa buna “Oğuz er Kıpçaklandı denir” diye açıklar. “Bu kurallar, gökteki bütün yıldızların Demirkazık yıldızı çevresinde döndüğü gibi bütün Türk dillerinde hiç değişmeden uygulanır” diye yol gösterir.
Bizim Türkçe konuşurken kimi yerde “burun murun” gibi ikilemeler kullanışımız, bence aramızda Kuzey Türkleri varsa onlar da anlasınlar gibi bir kolaylık gösterme anlamına gelir… Tıpkı “uslu akıllı” derken, bunu, aramızda yaşayan Arap varsa onlar da anlasın diye düşünmüş olabileceğimiz gibi…
Bu konularda okurlarımız şu iki yayınıma başvurulabilir: (a) Dil ile Ekin, Günlenmiş 2. Yayım 2003, Aydın Köksal, Toroslu Kitaplığı, 376 sayfa; yapıtın ilk yayımı Türk Dil Kurumu (TDK, 230 sayfa), 1980 TDK İnceleme Ödülü; (b) “Aydın Köksal ile Türk Dillerinde Ortak Bilim Sözleri Üzerine Söyleşi”, Ayşe Balcı, Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi, TDK, Ankara, sayı: 705, Eylül 2010, s. 218-237.
5. Türkçe, bilişim alanında hızla büyüyen ve sürekli değişip gelişen terim ve anlayışlara günümüzde ne derece uyum sağlamaktadır? Gençler ve akademisyenler arasında bu gelişim ne durumdadır?
AK: 1964 mezunu bir mühendis olarak, 54 yıllık meslek ve bilim-öğretim yaşamımda anadilim, ulusal dilim Türkçenin bu gücünden yararlanarak yaşadım. Bilişim Mesleği’min bilim sözleri başta olmak üzere, “bilgisayar, donanım, yazılım, bilgi işlem, bilişim, çevrimiçi, yazıcı, işletim dizgesi, benzetim, iletişim” gibi 2.500’ü aşkın terim niteliğinde yeni sözcük türettim. Bunlardan birkaçı tutsun yeter derken hepsi tuttu. Başka mühendislik alanları, Tıp, Hukuk, Dilbilim, Toplumbilim, Felsefe gibi başka bilim, uygulama, sanat alanların için de, “Bilişim Terimleri”mizsanırım başarılı bir örnek oluşturdu.
22 Nisan 1971’de kurduğumuz Türkiye Bilişim Derneği’nin (TBD), 48 yıldır bugün de süren Bilişim dergisinin 8. Sayısında (Yaz 1974) Türkçenin gücünü şu sözcüklerle dile getirmiştim: “Sevdiğimiz Türkçeyi doğallıkla güzel buluruz. Oysa dilin güzeli çirkini olmaz. Dilin değeri işlevinden bellidir. Anlamı iletmesinden, işleyişinden bellidir. Seslerinin belirginliği, köklerinin yalınlığı, eklerinin işlekliği, sözcüklerinin kurgusu, deyişlerinin sağlam, düzenli çatısıyla öylesine uyumlu işleyen bir düzendir ki Türkçe, bu sağlamlığı, deyiverişlerin esnekliği ile böylesine işlek bir düzen olarak bugüne dek getiren Türk halkının, tekniğin herhangi bir dalında olağanüstü başarılardan yoksun kalacağına inanmak güçtür.”
2000 yılı Mayısında Öğretmen Dünyası’nca yayınlanan “Yabancı Dille Öğretim: Türkiye’nin Büyük Yanılgısı” başlıklı yapıtımda ise bu düşüncemi şu sözcüklerle dile getirmiştim: “Böylesine saydam ve düzenli, böylesine işlek ve güçlü bir anadili olan Türk ulusu’nun bunu uygarlık yolunda kullanamayacağını düşünmek olanaklı değil!”
6. Dopdolu geçen öğretim ve iş yaşamınızdan çıkardığınız birikim ve tecrübelerle genç kuşaklara neler söylemek istersiniz?
AK: Ne genç ne yaşlı, kimseye yol göstermek pek doğru değil gibime geliyor. Doğru olanı onlar kendileri bulacaklardır. Bulamamış olan da zaten böyle öğütlere kulak asmayacaktır.
Bununla birlikte, herkesin erişiminde olan gelmiş geçmiş bütün yapıtlar bu konuda okurlarını aydınlatıp duruyor…Öyle birkaç satırlık “hap gibi hazır reçete”ye de kimse umut bağlayamaz… Yaşam boyu her gün okumak, öğrenmek, düş kurabilmek, denemek, yaşamak gerek.
Meraklı olanlar benim deneyimimden kendileri bir şeyler çıkarmayı umarlarsa, Toroslu Kitaplığı’nca yeni yayımlanan “Yaşamın Gizi” başlıklı son yapıtıma başvurabilirler: 4 Kitapta 100 bölümden oluşan bu yapıtı, üzerinde sekiz yıl çalışarak aslında belki de bunun için yazdım… Feyziye Özberk’in yukarıda andığım “Aydın Köksal” başlıklı yapıtını da Kaynak Yayınları sanırım “İz bırakanlar” dizisinde bunun için yayımlamış olmalıdır (bkz. s. 341-355).
7. Evren, yaşam ve hakikat hakkında içsel düşünceleriniz nelerdir?
AK: Bu çok karmaşık bir soru… Sanırım bunun için bugüne değin yazdığım 16 kitap ile yayımlanmış 280 dolayındaki “yazı”larımın tümünü hızla şöyle bir gözden geçirmek gerekir…
Ya da daha kestirmeden gitmek isteyenler “Yaşamın Gizi” adlı son yapıtımı edinip okumaya başlayabilirler… İlk kitap 184 sayfalık sürükleyici bir anı roman… Bir “Çağın Tanıklığı” romanı olarak iki günde okunuyor… “Yaşamın Gizi’ni her yaştan kadın erkek çocuk, “orta iki”den terk olanlarımız da içeride, romanda olup bitenlerden, bir masal dinler ya da bir sinema filmi izler gibi ilgi duyarak, meraklanıp eğlenerek, kendi bulup çıkarır” diye düşünüyorum.
8. Felsefe Taşı Dergisi okurlarına iletmek istedikleriniz nelerdir?
AK: Sorularınıza ayrıntılı uzun yanıtlar verdim… Daha başka ne diyeyim? Tüm okurlarımıza sağlık esenlik mutluluklar dilerim.
“Çevremizden, insanlardan, o insanların gerçeklerinden ya da düşlerinden kopmayana, kaç yaşında olursak olalım, yaşamak ne güzel!” diyorum…
Değerli ve kısıtlı vaktinizde bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
***
Prof. Dr. Aydın Köksal’ın Kısa Özgeçmişi
Aydın Köksal, GalatasarayLisesi’nden sonra Fransa’da INSA / Lyon’daElektronikMühendisliğiokudu. Fransızca, İngilizce’den sonra Almanca, İtalyanca, İspanyolca öğrendi; Türkçenin matematiksel yapısından ve iletişim gücünden büyülendi.DilbilimdalındaDoktor (1975, HÜ), BilgisayarMühendisliği’ndeDoçent (1980), BilgisayarYazılımı’ndaProfesöroldu (1991).
HacettepeÜniversitesi’ninkuruluşunakatıldı (1967-85): BilgiİşlemMerkezi’nikurdu; BilgisayarMühendisliğidalındaTürkiye’ninilkDoktoraProgramı’nıbaşlattı (1973/74); ilkBilgisayarMühendisliğiBölümü’nükurdu, başkanlığınıyaptı (1977-85). ÖSYM BilgiİşlemMerkezi’ni (1974-80); Türkiye BilişimDerneği’nikurdu, yönetti (1971-87); Bilişimdergisiniyayımladı (1972-87); yabancıdilleöğretimekarşıçıktı; Türkçeyebilgisayar, yazılım, donanım, bilişim, iletişimgibi 2.500’den çoksözcükkazandırdı.
KİT’leriDüzenlemeKomisyonuüyeliği (1971); DPT BilgiİşlemUzmanlıkKomisyonuüyeliği (1975-86), başkanlığı (1977-78) yaptı. Türk DilKurumuüyeliğine (1975), YönetimKuruluüyeliğine, TerimKoluBaşkanlığı’na (1982-83), TÜBİTAK BilimAdamıYetiştirmeGrubuüyeliğine (1984-87); TOBB YazılımMeclisiüyeliğine (2006-) seçildi. DilDerneği’ninkurucuüyesi, GenelYazmanı (1987-88), UlusalEğitimDerneği’ninkurucuüyesioldu (2003). TÜBA BilimTerimleriSözlüğüçalışmalarınakatıldı. BirleşmişMilletler, UNESCO, OECD’deTürkiye’yi 22 keztemsiletti.
Türkiye’nin “çağdaşbirbilişimtoplumu”nadönüşmesiiçinçalıştı. TBD, TÜBİSAD, TBV, AtatürkçüDüşünceDerneği, DilDerneği, UlusalEğitimDerneği, Türk-FransızMühendisleriDerneği, Türk-Japon Derneği, GalatasaraySporKulübüüyesidir, gençliğinde 400 metreve 400metre engellidekulübünlisanslıatletiidi (1956-60).
Kitaplar(13), çevirikitaplar (2), makaleler (280) yazdı; aldığıödüllerarasındabaşlıcaları: (a) 1979’da TümÖğretimÜyeleriDerneği Dr. NecdetBulut Fen veMühendislikÖdülü: “BilgisayarMühendisliğiöğretiminibaşlatmış, bilişimterimleriniüretipyerleştirmiş, DPT’debilişiminTürkiye’ninkalkınmasıiçinkullanılmasınakatkıvermiş, bilişimmesleğiniörgütlemiş” olduğuiçin; (b) 1980’de Türk DilKurumuÖdülü: “Dil İle Ekin” yapıtıyla; (c) 1996’da, ilkTBD-TÜBİSAD YaşamBoyuBaşarıÖdülü; (ç) 1996’da Türkiye DökümSanayicileriDerneğiOnurÜyeliği: “Türk gençliğinineğitimivebilimçağınınTürkiye’deyapılanmasındandolayı”; (d) 2003’te TBD OnursalBaşkanlığı; (e) 2017’de TBD, 2018’den başlayarakheryıldörtdalda Prof. Dr. Aydın Köksalödüllerivereceğiniduyurdu.
Şimdi, 1985’te kurduğu Bilişim AŞ’nin başında, yazılım endüstrimizle Türkiye’nin yeryüzünün ileri ülkelerinden biri olarak gelişmesine katkıda bulunmaya çalışıyor.
Prof. Dr. Gülden Köksal’la evli (1967). “Eşim Gülden’le ve öteki iyi insanlarla birlikte sırt sırta vermiş, sanki kötülükleri bitirecek, yoksulluğa, geriliğe son verecekmiş gibi çalışır dururuz” diyor.
İletişim için; aydin@bilisim.com.tr
***
YAŞAMIN GİZİ – Aydın Köksal
Aydın Köksal’ın “Yaşamın Gizi” başlıklı yapıtı, 4 ciltte 100 bölümden oluşan bir nehir romanın ilk kitabı olup Toroslu Kitaplığı’nca 2018 güzünde yayımlanmış bulunuyor.
Başta Dost Kitabevi olmak üzere, Yaşamın Gizi’nibaşta Dost Kitabevi olmak üzere, kitabevlerinden ve internet üzerinden,www.tdk.com.tr adresinden edinebilirsiniz.
“İstanbul… Önce düşlerime giren Hitler’in savaş karabasanları, sonra 14 Mayıs 1950: Menderes’in Küçük Amerika düşü… On yaşındayım…” diye sürüyor yaşanmış bir ömrün romanı… Meraklı, oyuncu bir çocuğun aile-mahalle-okul çevresindeki gözlemleriyle yaşama uyanış öyküsü…
Meşrutiyet’i, Balkan Savaşı’nı ninesinden, Sarıkamış’ın Allahuekber Dağı’nı dedesinden, Cumhuriyet’iyse öteki aile büyüklerinden öğrenen çocuğun anlatısıyla bütünleşen, yazarın geçmişten geleceğe uzanan gözlemlerine dayalı anlatısı, bütün değer yargılarının eriyip çözüldüğü, yaşamın kurallarının, alışkanlıkların yeniden yapılandığı, savaşlarla yaralı, masalsı bir 20. yy tanıklığına dönüşüyor…
Sanki yaşanmış bir roman değil de eğitim denen ve yaşama yön veren o gizemli yolculuğa ilişkin destansı bir eski çağlar masalı…
Karanlığa karşı özgür düşüncenin ışımaya başladığı bir Ortaçağ masalı…
Bir değişim, bir dönüşüm masalı…
Dileyenler, Aydın Köksal’ın, yine Toroslu Kitaplığınca daha önce yayımlanmış olan Dil ile Ekin, Günlenmiş 2. Yayım 2003 başlıklı yapıtını da edinebilirler.
DİL İLE EKİN – Aydın Köksal
“Sözcükler, diller toplumsal kişiliğin örüntüsünü taşıyor, bir ekinin bilinçaltını ortaya çıkarıyor. Ama ekinleri birbirinden ayıran bir duvar da örmüyor. Sözcükler aracılığıyla bir yazar bütün insanlıkla kucaklaşabiliyor.”
“Dil le Ekin”, çağlar boyu süren çelişki ve etkileşimlerden oluşan uygarlık süreci içinde, değer yargılarımızın, düşünme yeteneğimizin, kısaca bilimin, tekniğin ve sanatın sözcükler ve diller aracılığıyla nasıl oluştuğunun uçarı bir anlatımıdır. Hiç durulmayan bir etkileşim ve değişim süreci içinde, çağlar boyu süregelen bir toplumsal alışverişin, Türk bilişim dünyasının öncüsü Prof Dr. Aydın Köksal’ın kaleminden, tanıklığıdır.Türk Dil Kurumu İnceleme ödülü…