Azala Azala Büyümek Gerek!
Gittikçe daha fazla duymaya başladım bu sesleri. Kafamın içinde bir sürü makina çalışıyor, sanki bir inşaat alanı. Bir sürü şey düşünüyorum, halkalar olarak sıralanıyorlar ve hepsi birbirine değen ama bağımsız anlarda oluşan düşünceler. Çok kirli kafamın içi. Yaşam , ölüm, emek, mahvolmuş hayatlar, benim yaşamım. Ne yaşamı sadece boktan günler. Gece, gündüz, gece yeme içme, yeme içme, çalış uyu çalış… Döngü bu. Yaşam daha farklı olmalı. İstediklerin olmalı. Bir sürü renk var kafamın içinde ana renkleri hatırlamıyorum artık. Uydurduğum renkler, tıpkı yaşantım gibi uyduruk. Yoğun acılar çekiyorum ve bedensel değil bunlar. Konuşuyorum sesim bana yabancı, susuyorum sesim çıkıyor.Bu şekilde devam ediyorum günlere ve kimse görmüyor. Acı. Boşluklara düşüyorum, her yanım acı içinde bağırıyorum kimse yok. Ama çok kalabalık. Tepki vermeyi bilmiyorum, gülümsüyorum dıştan. Kendime zor katlanıyorum, belki herkeste bana gülümsüyor tepkisi içinde. Nasıl başladı bunlar diyorum, hep vardı belki aslında. Kafamdaki inşaat gittikçe büyüdü, sesler arttı. Bir gün sığmayacaklar oraya ve ben kusacağım belki son kez sesli.Kusmayı seviyorum çünkü o yeşil renk çok hoşuma gidiyor. Kusuyorum taa ki o yeşil sıvı çıkana kadar ne güzel bir yeşil. İnsanın içinde böyle güzel renklerde var demek ki. Muhtemelen kafamın içindeki inşaat alanındaki yeşillerdir diye düşünüyorum. Çekici bir şiddet aslında bu yaşadıklarım ve biliyorum ki ölümle gelecek mutluluk. Anlamlandırmam gerekenler var yoksa giderdim çoktan. Kupkuru oldu dudaklarım. Önümdeki bardağa uzanıp büyük bir yudum almam gerekiyor. Sabah işe gitmem, gece yatmadan çişimi yapmam lazım. Yapacaklarımız bir yere yazılmış ve kitaba kader ismi verilmiş. Büyüklerimiz böyle der. Beni böyle yazan kim acaba? Yoksa ben istedikçe kitap, kader kitabımı doluyor. Baştan belli ve benim rolüm buysa, böyle kitabın taa amk. İyice soğuk, anlamsız olmaya başladı her şey. Kafamdaki mesai başladı. İşe git, otobüsü kaçırma, patronun dediğini yap, şu boktan çay molasında tatlı tatlı sırıt. Yemek saatinde şükret, çiş molasında kısa dur. Gözlerimde bozulmaya başladı çevremde bir sürü götveren görüyorum.
Bilmiyorum nasıl bu hale geldim, yoksa bu halde mi dünyaya gönderildim. Katmanlar içinde kendimi ayıklamaya çalışıyorum ve içim acıyor. İçimi saracağım sargı bezi, yaralarımı kapatacağım yara bandı ve içime atacağım ilaç var mı?
Kafan gitti senin veya kafa gidik bunun gibi sözcükler duyuyorum, kendine acımaktan korkan başkasına acıyarak kendi acısını kapatan o garip suratlı insanımsılardan. Gider tabii ki kafam. Gitsinde. Olgunlaşan her kafa gider bu durumda. Yoo her kafasızı değerli diye düşünmeyin. Gidik kafa başka bir şey. En zor durum, katlanılmaz işkence, çekilmez acı, görmek istemediğin farkındalık.
Tamiri var bu işlerin, inşaatı durdurmanın. Birinci yol yaşarken uyum. Yani mallaşmak, eşyalaşmak. Beyni emanete bırakmak. Başka beyinlerin emrine girmek. Bir örnek olmak. Placebo yaşam. Beynin ölümü, fişini çek. Yaşarken ölü ol. İkinci yol bildiğin ölü ol. Yaşamayan ölü ol. Bu kadar basit işte iki yoldan birine gir. Yoldan çıkmışım ben, önce yolu bulmam lazım. Kutluyorum o elmayı bulanı ve ısıranı. Onlar bizim atalarımız, merak etmişler, karşı çıkmışlar, kovulmuşlar, kendi dünyalarını kurmuşlar. Kovulmayı bile bilmiyoruz biz, elmayı görmüyoruz, görsekte ağzımız yok, ağzımız olsa da dişimiz yok, dişimiz olsa da ısırma refleksimiz yok. Ağzımız var o kadar. Ağzımıza sıçalım.
Her gün böyleyim ve etrafımdakiler azalıyor. Azala azala büyümek lazım. Azaldıkça çoğalırsın….